Yakın arkadaşım Rıfat Aras sağlığında; “Ben Tanrı olmak istemem, çünkü evrendeki her kımıltıyı, yıldızların dönmelerini, yaprağın düşmesini, yağmurun yağmasını, doğanın ve hayvanların yönetilmesini, milyarlarca insanın yalvarma ve yakarmalarını takip etmek ne yorucu, yoğun ve dehşet verici bir iş olurdu benim için” derdi.


Türkiye’de durum bundan farklı değildir.


Getirilen tek adam sistemiyle 780 bin kilometre karede yerleşmiş seksen üç milyon insanın tek adam tarafından bütün gereksinmelerinin karşılanması, bütün yasaların tek adamın talimatıyla çıkarılması, bütün yargıçların tek adamın emri altında olması, bunu kabul etmeyenlerin ağır sonuçlara katlanması, tek adamın ekonomiyi tek başına yönetmesi, kimin milli gelirden ne miktarda pay alacağının kararının tek adam tarafından verilmesi, hükümetin tek adam tarafından atanması, bakanların tek adam tarafından seçilmesi, bir insan beyninin yetebileceği sınırların dışındadır.


Tek adam sistemi 2010 yılında, toplum aldatılarak getirilmiş bir hukuk ucubesidir. Antalya halkı yapılan referanduma açık ve kesin olarak “hayır” demiştir:


Geçerli 1.027.278 oyun 582.714’ü tek adam rejimine “hayır” diyerek Türkiye’de % 56,72 oranıyla HAYIR diyen illerden biri olmuştur Antalya…


Halkoylaması öncesinde, Yeşil Sanayi Çarşısı’nda bana görev olarak verilmiş tüm arastayı dükkân dükkân gezdim. Her yönüyle AKP iktidarından yana olanların iş yerlerine de gittim. Ailece bir arada çalışan kadınlı-erkekli öbeklerle çaylarını içerek gelecek tehlikeyi anlattım. İyi biliyorum ki o masum ve iyi insanların birçoğu da “hayır” dediler.


Sonuçta hem bir siyasi partinin başkanlığı, hem Başbakanlık, hem Cumhurbaşkanlığı aynı kişide birleşti. Sanki bu filmi daha önce görmüş gibi; ABD’li bir yetkilinin Washington’a yazdığı yakınma yazısı aklıma geldi: “Türkiye’de bizim istemlerimiz olamıyor. Çünkü Başbakanı razı ediyoruz, karşımıza Cumhurbaşkanı çıkıyor, Cumhurbaşkanını razı ediyoruz bu kez karşımıza Ordu çıkıyor. Orduyu da ikna ettiğimizde bu kez karşımızda “yargıyı” buluyoruz. Yetkilerin tek kişide toplanması gerek”…


İşin dünya muktedirleri bakımından değerlendirilmesi böyleyken, AKP cenahında ise durum başka bir zorunluluktan doğuyordu: geçmişte olduğu gibi Cumhurbaşkanı olunca, mensubu bulunduğu siyasal partiyle ilgisi kesilen liderin kendisi kitleler üzerindeki politik etkinliğini sürdürse de partisi giderek yok oluyordu.


Anavatan Partisi, lideri Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra tarihe karışmıştı. Adalet Partisi ve sonrasında Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı olduktan bir süre sonra da DYP toplumsal etkinliğini tümüyle yitirmişti. O sıralarda kamuoyu araştırmaları aynı tehlike çanlarının AKP için çaldığını göstermişti…


Geldiğimiz noktada tek adam iktidarının Türkiye’yi iflasa götürdüğü, bütün birikimlerin “babalar gibi” satılarak büyük kitleleri yoksulluk ve sefalete sürüklediği, Türk lirasının yedi kat değer kaybettiği, birbirini denetleyen, birbirine eş değerde üç gücün yasama-yürütme-yargı ayrılığının ortadan kaldırıldığı, adaletin ancak namuslu, dürüst yargıçların her çeşit baskıyı ve sürgünü göze alarak yürütüldüğü, hukuk güvenliğinin, yargıç güvencesinin, hukukun üstünlüğü ilkesinin çiğnendiği, iktidarda kalmak için hukuk dışı baskıların uygulandığı, Anayasanın birçok hükmünün (başta laiklik olmak üzere) alenen çiğnendiği, açık ve kesin olarak anlaşılmıştır.


Meşru olmak, her çeşit hileyi ve baskıyı uygulayarak Hükümette kalmak değildir. Halkın gerçek iradesine, Anayasa ve hukukun evrensel kurallarına uygun davranmak suretiyle meşru olunabilir. Muktedir olmak, iktidarda kalmak her yaptığı işin meşru olduğu anlamına gelmez. “Ben yaparım, kanun arkadan gelsin” anlayışı kabul edilemez.


AKP iktidarı artık muktedir değildir. Çünkü küçük ortağı ile ancak TBMM’de çoğunluğu sağlayabilmektedir. Uluslararası Antlaşmalarla yetkisini tanıdığımız Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmaması ya da uygulanıyor gibi yapılıp bir başka suçtan bir başka işlem yapılarak dolanılması Anayasanın 90. maddesine açıkça aykırıdır, Anayasa’nın ihlalidir. Cumhuriyet Gazetesi’nin ilanlarının Basın İlan Kurumu tarafından kesilmesi Anayasal bir hak ihlalidir. TV1’e ve Halk TV’ye verilen haksız, hukuksuz cezalar hak ihlalidir.


Muktedir olmak meşru olmak değildir.