Kavramlar ve insanlar öyle iç içe girdi ki, hangisini diğerinden ayıracağını bilemiyor insan.
Fıkra ile siyasetin ilgi ve alakasına gelince: Nasıl olsa, "Mart" geçti, artık rahat rahat mart ve kediler hakkında dedikodu yapabiliriz. Mart gelmiş, havalar soğuk ama güneş azıcık yüzünü gösterince bütün kediler hemen bir evin çatısına, bir damın başına yetmedi bir duvarın üstüne çıkıyor hem sırtını ısıtıyorlar hem de "nasip, kısmet" ne olursa diye, o günün "kısmetlerini bekliyorlar.
Durumu gözleyen yavru kedi de, bir gün bütün cesaretini topluyor ve fırlayıp çıkıyor bir evin çatısına.
Güneşi gören kuytu bir köşeye sıkışıyor ve diğer kediler gibi güneşin azıcık ısısı ile ısınmaya çalışıyor.
Yavruyu gören bir tekir kedi, hayrola, senin ne işin var çatıda, der.
Yavru kedi de, siz çıkıyorsunuz ya, ben de çıkayım, dedim der.
Tekir kedi, iyi de sen daha küçüksün, biz sevişmeye çıkıyoruz.
Yavrucuk da, sesini çıkarmaz, tekir kedi de gülümseyerek geçer.
Kuşluk geçiyor, öğlen oluyor ve ikindiye doğru yavrucuk sıkılıyor ve damdan aşağıya iner ve gider.
Aradan bir kaç gün geçer, güzel bir Mart günü gökyüzünde güneşi görünce, yavru kedi de çatıya çıkayım da, ben de sevişeyim der.
Çatıya çıkar ve biraz güneşlendikten sonra canı sıkılır ve inmeye kalkar. Bu kez çatıda gördüğü yaşlı bir kedi, hayırdır, senin ne işin var burada, der.
Yavrucağa da bir başka kedi, çatıya biz sevişmeye çıkıyoruz demişti ya; çatıda kuşluk ve öğle güneşi ile iyice sırtı ısınan yavrucak da güneşlendiği için, yeterince seviştiğini düşünür ve aşağıya inmeye karar verir.
Yavrucağın çatıdan indiğini gören, yaşlı bir kedi, sevecen bir tavırla, hayırdır, nereye gidiyorsun der;
O da yanıt olarak, ben çatıda yeterince seviştim, artık ineyim der.
Çok umutlar ile girdiğimiştik 2000'lere, ikinci milenyum diyerek. Ne yazık ki, daha ilk çeyreğinde umutlarımızın hep bir yerleri kırılıyor.
Yıl 2023, bir yandan Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı, diğer yandan da ülke için hayırlısı olacak denilen bir seçim süreci olacaktı.
Bir girdik ki, pür girdik.
İkinci dönem mi olacak, üçüncüsü mü; erken mi gelecek yoksa geç mi derken, birden her seçim dönemi eğlencesi "diploma", bu kez depremi, ekonomik sıkıntıyı bile gölgesinde halletti..
Gele geldik, "namaz seccadeleri"ne.
Seccadeyi dinin ve inancın temeli yaptık yine bir seçim sürecinde.
Yok öyle, "komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" lafları.
Var ise de seccadeye basıldı mı, basılmadı mı.
Bayrakların üstüne basılması mı? O işimize gelmez. Ülkeyi bayrak değil, seccade kurtaracak ya. Her neyse, dini, inancı doğru dürüst öğretmezseniz gelinecek durum budur.
Atatürk, millet dinini ve imanını doğru dürüst öğrensin diye, Diyanet işleri Başkanlığını kurdurmuş (3 Mart 1924), Diyanet de, KURAN'IN 1925'te de Mehmet Akif Ersoy'a MEAL'ini, Elmalılı Hamdi Yazır'a da TEFSİRİNİ yapmaları için ricada bulunmuştu.
Ancak Mehmet Akif, Ekim 1925'te Mısır'a gider ve çalışmalarını orada yapmaya başlar, daha sonra da gördüğü gerek üzerine "meal" işini yarıda bırakır ve olanı kadarki kısım "meal", 2000'lerin başında basılır.
Öyle bir dönemden geçiyoruz ki, aş- iş birbirine girmiş, yokluk ve yoksulluk seçime kadar bir şekilde idare edilsin diye maaşlara, ücretlere, yardımlara ek zamlar yapılıyor.
Dolayısı ile artık ülkede siyaset, iş, aklınıza ne gelirse, gereğine göre değil de, günün anlam ve önemine göre yapılmaya başlanmış.
Bana soruyorlar, neden Mv adaylığı için başvurmuyorsun diye.
Bize öğretilen siyaset ülke, millet, devlet, halk için yapılan şeydir.
Alis Ormanda yolunu kaybeder ve nereye gideceğini bilmediği için Harikalar diyarında yol sorduğu tavşanın der ki, "Nereye gideceğini bilmiyor isen, hangi yoldan gideceğinin bir önemi yok ki!.."
Bu aralar sadece iki dilek dilemek gerek.
İlki, halkın gerçekten aklını başına toplaması; diğeri ise, liderlerin de milletvekili aday adaylarından nitelikleri olup, gerekli yerlerde, gerekeni yapacak olanlarını seçmelerini dilemekten başka içimden geçen bir şey yok.
O yüzden, ben yeterince "siyaset yaptım", artık ineyim dedim.