Hikayemiz şöyle başlıyor:
Midland
diye bilinen Orta İngiltere’deyiz. Tam olarak EYAM diye bilinen bir kasaba.
Tarih, 17. asır.
İç savaş sonrası Cromwell 1. Charles’i
astırmış ve ülkedeki monarşiye ara vermişti. O ölünce ortalık karışmıştı.
Cromwell, kendi adına bir hanedan kurmamıştı bu yüzden de ülke başsız kalmış
gibiydi. Dedik ya 17. asırdan bahis ediyoruz, öyle demokrasi-meclis falan yok.
Sonunda baba Charles’in oğlu Fransa’dan davet edilmişti. Şimdi iktidar 2.
Charles diye bilinecek bu adamın elindeydi.
Ta Romalılar zamanından kalan maden ocakları
sayesinde ülkenin diğer yörelerine göre nispeten daha fazla refah içinde
yaşıyorlardı. Eyam halkı bir dedikodu duymuştu.
Kral hazretleri kendini kuşatmaya aldırmıştı,
yanına kimse girip çıkamıyordu, değil görmek Bakanları bile sarayın kapısından
içeri adı atmıyordu.
Nedendi acaba?
Papazlar cevap vermişlerdi: ‘Ulan o kraldı
size mi soracaktı, memleket onundu isterse sıçar, isterse severdi… O kadar!’
Cromwell’in devrimini tanımış ve yaşamış olan
İngiliz halkının nedense papazlara inanacağı tutmuştu.
Oysa 2. Charles adındaki İngiliz kralı,
Londra’yı, topukları kıçını dövercesine süratiyle terk etmişti. Çünkü gelen
tehlike öyle din-iman-kilise, Tanrı’nın sevgili kulu falan tanımıyordu. Kısa
zamanda Londra nüfusu 100 bin kişi azalmıştı, ölüler yerlerde yatıyordu.
Cesetler topluca gömülüyor, olmadı yakılıyordu.
Rivayetin bini bir paraydı, papaz efendilere
göre tüm bu olup biten ‘Allah yolundan sapmaktı!’
Kiliseye gitmeyen günahkarları Tanrı
cezalandırıyordu. Peki kiliseyi hiç terk etmeyen papaz efendiler neden ölüyordu?
Bu korkunç ölüm dalgası giderek kuzeye
yayılıyordu.
Maden gelirlerinin keyfi ile yaşayan Eyam
halkının terzisi Bay Alexander Hatfield, yeni kumaş siparişleri vermişti. Yeni elbiseler dikilecekti. Bu kumaşlara
ihtiyacı vardı. Ne de olsa ekonomik istikrarın sağlanması en önemli meseleydi. Evet
o da bazı şeyler duymuştu ama ne oluyorsa ülkenin uzak bir köşesinde oluyordu.
İnsanlar her zaman ölürdü ama hastalıktan ama savaştan. İş adamı kazanacağı
paraya bakmalıydı.
Gelen paketi açması ve raflara yerleştirmesi
için yardımcısı George Vickeres’e rica etmişti.
Ertesi gün yeni siparişler alma zamanıydı. Zaten
avuçlarının da içi kaşınmaya başlamıştı. Papazlar bu duygunun yeni paralar
kazanacağını belirtileri olduğunu söylememiş miydi?
Ancak ertesi gün yardımcısı Vickers işe
gelmemişti, Hatfield, onu ziyarete gittiğinde adamın boğulurcasına kustuğunu
görecekti. Üstelik Vickers’in yüzü nerede ise mavi olmak üzereydi, çenesinin
altında beliren bir çıban ise iğrenç bir şekilde cerahat akıtıyordu.
Hatfield panik içinde dükkanına döndüğünde
kendisini iyi his etmiyordu. Birkaç gün içinde ateşi yükselmiş, ağır kramplar
geçirmeye başlamıştı. Bağırsakları iflas etmişti. İkide bir altına kaçırıyordu.
Koltuk altındaki beze giderek şişmiş ve bir çıbana dönüşmüştü, yumurta
büyüklüğündeki bir başka çıban gırtlağında belirmiş ve irin akıtmaya
başlamıştı. Vickers ve Hatfield, 1665 İngiltere’sini saran Veba hastalığının
yüz binlerce kurbanından yalnızca ikisiydi. Köyü bir telaş kaplamıştı. O uzak
bela şimdi ta içlerine kadar gelmişti… Ölenlerin sayısı hızla artıyordu. Bir
şeyler yapmak lazımdı
Eyam Köyü ahalisi, ülkelerinin küçük bir
laboratuvarı gibiydi, bir kısmı ‘Ah o güzel saltanat günleri’ diye 1. Charles
zamanını, yaşamasalar bile, özleyip duruyordu.
Bir kısmı ise 1. Charles’ın kafasını kestiren
Cromwell hayranıydı. Onlara göre Cromwell ülkeyi hain kralın ihanetlerinden son
anda kurtarmıştı. Köyün hükümetçe atanan eski şerifi Thomas Stanley de haliyle
sıkı bir Cromwell taraftarıydı, 2. Charles tahtı ele geçirdiğinde intikam
alacaktı. Evet, artık kral eskiden olduğu gibi
-Cromwell devrimleri sayesinde-halkın tek efendisi değildi. Ama monarşik
kurumlar da Cromwell’in dağıttığı gibi kalmamalıydı. Bir restorasyon
gerekiyordu, bu da Cromwell yanlısı fanatik idareciler görevlerinden alınarak
gerçekleştirecekti.
Thomas Stanley de bunlardan biriydi. Yerine
gelen kişi William Mompesson adında bir kilise adamıydı. Ama akla, inançtan
daha fazla önem veren bir aydındı.
Salgın başlayana kadar birbirlerine selam bile vermişlikleri yoktu. Ama
ölüm yoldaydı ve zaman, kutuplaşma- ayrışma zamanı değildi. Mompesson hiç
tereddüt göstermeden selefine gidecekti. Salgın Eyam Köyü’nü esir almıştı
insanlar sapır, sapır ölüyordu. Herkes çaresiz kalmıştı, ahalinin hayatı rivayetlere ve hurafelere
bırakılamazdı. (neler söylenmiyordu ki, veba salgınını canlı bir düşman olarak
gören zavallı insanlar papazların kandırması ile ‘kötü kokunun olduğu yere
uğramıyormuş’ lafına inanarak gidip bok çukurlarında yaşamaya çalışıyorlardı.)
Thomas
ve William ikilisi bu işe bir çare bulmak zorundaydılar. Tek bir çare vardı:
Köyü
karantinaya almak!
Ne kimse dışarı çıkacaktı, ne de kimse içeri
girecekti. Hastalık gerekirse köy ahalisi tükenen kadar burada bloke edilecek
ve daha fazla kuzeye yayılmasına izin verilmeyecekti.
Köy halkı bu çözüme ikna edilmeliydi. Her iki
adam çıkıp anlattılar. O güne kadar düşman olarak bildikleri iki siyasi liderin
çıkıp tehlikeyi ve çözümü işaret etmesi ahaliyi ikna edecekti.
Üstelik bu çözümün yegane bedelinin kendi
hayatları olduğunu bilmelerine rağmen…
Köy sakinlerinden Elizabeth Hancock bahçesine
tam yedi mezar kazacaktı, kocası ve altı çocuğuna… En çok sevdiklerine veda
ederken onlara el sürmemek için ayaklarından iple bağlayacak ve mezara kadar
göz yaşları içinde çekerek götürecekti.
Mompesson’un karısı teklif edilmesine rağmen
köyü terk etmeyi reddedecek ve kocasının yanında ölecekti…
Köyün etrafı çevrilmişti, öyle silahlı muhafız
falan da konmamıştı, yalnızca içeri gelmek isteyenleri uyaracak nöbetçiler
vardı. Karantina sınırlarını belirleyecek taşlar, köyün etrafına döşenmişti.
Maden gelirleri ortaklaşa harcanacak ve köyün
beslenmesi sağlanacaktı, para sikkeleri sirke içinde bekletilecek ve böylece
dezenfekte edilmiş olacaklardı, paralar, sınır taşlarına açılmış özel çukurlara
konacak ve yiyecek de o taşların önüne bırakılacaktı. Böylece kimseyle temas
kurulmadan köy halkı beslenmiş olacaktı.
Bu durum tam 14 ay sürmüştü, kimse köyü terk
etmemişti. 344 olan nüfusun 276’sı ölmüştü. Ama vebanın önce hızı kesilmiş
sonra da durdurulmuştu. İngiltere kurtulmuştu…
Yüce Tanrı kimseyi durduk yerde İngiliz
yaratmıyor!