27 MAYIS 1960 ÖNCESİNDE SUBAY MAAŞLARI ÇOK DÜŞÜKTÜ...BAZI GELİNLİK KIZLARIN BABALARI "SUBAY DAMAT ALIRSAK BU KIZIMIZA GAZOZ BİLE İÇİREMEZ" DEDİLER!

Önce bir gözlem: Evi, otomobili olmayan, yüklü miktarda ev ve işyeri kirası ödeyen ancak öncelik olarak Hacca gitmeyi hedefleyen bolca insanımız var...21. yüzyılda hükümetin teşviğiyle , diyanetin kampanyalarıyla insanlarımızın giderek daha büyük bir bölümü ahirete hazırlık odaklı bir yaşam tarzını benimsedi...

KDV (1985), ÖTV (2002) , Aylık Bağlama Oranları Yasası (2008), EYT Yasası 'nın (1999) olmadığı eski Türkiye'de vatandaş çok daha mutluydu...Hatta Türk Silahlı Kuvvetleri Temmuz 1975 -1980 arasında Türkiye'deki Amerikan üslerinin kontrolünü eline almıştı...

1950'de Demokrat Parti hükümetiyle birlikte başlayan Atatürk devrimlerini aşındırma faaliyetleri (buna karşı devrim denilebilir) 21. yüzyılda tırmanışa geçti...Atatürk Havaalanı'na ve Atatürk Orman Çiftliği'ne bile kıydık...Atatürk'ün 1934 tarihli Ayasofya'yı camiyken müzeye çeviren emri kaldırıldı... Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, hukuk devleti  özelliği yok edildi...Cumhurbaşkanı Nisan 2017 referandumunda sınırsız yetkilerle donatıldı ve dolayısıyla Millet Meclisi yetkilerini büyük ölçüde Cumhurbaşkanı'na devretti...Avrat pazarlarını kaldıran, kadınlara erkeklerle eşit haklar veren, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkını hediye eden, hatta Afganistan ve İran'ın uzun yıllar boyunca (1970'lerin sonuna kadar) laik birer ülke olmasını sağlayan Atatürk'ün yurt içi ve yurt dışı faaliyetleri özellikle 2002'den bugüne büyük bir nankörlükle eleştiriliyor...Hatta Atatürk devrimlerine "Atatürk'ün en büyük düşmanlarından biri olan Ayetullah Humeyni'nin söylemleriyle" saldırılıyor...

TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN İKİNCİ YÜZYILININ EŞİĞİNDE ÜLKENİN VE HALKIN GENEL GÖRÜNÜMÜ

Siyasilerin niyetleri, hayalleri, vaatleriyle fiili durum, gerçekler arasında uçurum açıldı...Vatandaş ev, otomobil sahibi olma hayalleri kuramaz oldu...Vatandaş, kirasını, faturalarını, aidatlarını, taksitlerini ödeyemez hale geldi... Vatandaş bankalara, tefecilere borçlandı...Vatandaş icralık hale geldi...Vatandaş tatile gidemez oldu...

Türkiye Cumhuriyeti 2. yeni yüzyılına büyük bir ekonomik krizin girdabında bocalayarak, dış borçların kapıya dayanan taksitleri ve ithalat için gereken döviz ihtiyacını karşılamakta zorlanarak giriyor...Yurt dışından yatırım gelmiyor ve yeni kredi taleplerimize cevap olarak astronomik faizlerle borçlanmamız gerektiği veriliyor!

Her yaştan yaklaşık 80 milyon insan her geçen gün yoksullaşırken, on milyonlarca insan yatağa aç girerken, Türk lirası da yabancı para birimleri karşısında sürekli değer kaybediyor...Botaş gibi devlet kurumlarının yurt dışına borcu bile ekonominin hiçbir alanında şeffaflık olmadığından Türk halkından gizlenmeye çalışılıyor!

Türkiye'nin tüm varlıkları, servetleri hükümete yakın kişilerden oluşan bir mutlu azınlığın elinde toplandı...Türkiye'nin ulusal zenginlikleri dolar milyarderi hükümete yakın, hükümetle iş yapan oligarkların eline geçti...

Bankalarda “1 milyon liranın üzerinde” mevduatı olan “yurtiçi yerleşik mudi sayısı” (yerli milyonler sayısı) Temmuz 2018’de 149 bin kişi iken, Nisan 2023 itibarıyla 983 bine çıktı. Sene başında bu sayı 760 bindi. Yıl başından bu yana milyoner sayısı 223 bin kişi arttı....Başkanlık sistemine geçildiği Temmuz 2018’de milyonerlerin toplam serveti 976 milyar 397 milyon lira ile toplam bankalardaki mevduatın yüzde 54.2’sini oluşturuyordu. Nisan 2023 itibarıyla milyonerlerin serveti 7 trilyon 278 milyar liraya ulaşırken, toplam mevduattan aldıkları pay yüzde 70.3’e çıktı. Bu kişiler toplam mudilerin yüzde 0.6’sını oluşturuyor...Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşçu’nun sosyal medya hesabından paylaştığı verilere göre hesabında 250 bin TL’ye kadar mevduatı bulunan kişi sayısı 168 milyon 499 bin olurken, bu sayı toplam mudi sayısının yüzde 97.6’sını oluşturdu. 250 bin ila 1 milyon lira arası mevduatı bulunan mudi sayısı ise 3 milyon 11 bin oldu ve bu kişiler toplam mudi sayısının yüzde 1.8’ini oluşturdu...Verilere göre Türkiye’deki toplam mudi sayısı 172 milyon 593 bin olurken, hesaplarda bulunan toplam miktar 10 trilyon 349 milyar lirayı buldu.

"DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR" DİYORUZ ANCAK BİRLEŞMİŞ MİLLETLER GÜVENLİK KONSEYİ'NİN BEŞ DAİMİ ÜYESİ BU İTİRAZIMIZI DUYMAZDAN GELİYOR

Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'ne itirazına ( bu itiraz "Dünya 5'ten büyüktür" sloganıyla özetlenebilir) dayanak olabilecek haklı gerekçeleri olsa bile beş daimi Güvenlik Konseyi üyesi ülke bu büyük silahtan, bu büyük kozdan (menfaatlerine aykırı bir birleşmiş milletler kararı alınmak istendiğinde daimi beş güvenlik konseyi üyesinden herhangi biri bile bu kararı veto ederek bloke edebiliyor) neden vazgeçsin ki?

Üstelik 1930'larda, 1940'larda Çin Japon istilasında 20 milyondan fazla, Rusya 1941-1945  arasındaki Alman istilasında 27 milyondan fazla ölü vererek bu veto hakkını kazanmış!

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) bu haklarından asla vazgeçmeye niyetli değil...Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konudaki talebini duymazdan geliyorlar ve bu ülkelerin diplomatlarından edinilen izlenime göre de duymazdan gelmeye devam edecekler...

ERDOĞAN RUS-UKRAYNA, İSRAİL-FİLİSTİN İHTİLAFLARINDA ARABULUCU OLMAK İSTİYOR

Yeni Türkiye'nin sınırsız yetkilere sahip lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan Rus-Ukrayna, İsrail-Filistin ihtilaflarında arabuluculuk yapmak ve dünya lideri olmak istiyor...

TÜRKİYE'NİN TARAFSIZLIK POLİTİKASI TÜRKİYE'YE MONTREUX ANLAŞMASINI HEDİYE ETMİŞTİ

1936'da Montreux Anlaşması Karadenizi bu denizde kıyısı olmayan ülkelere kapatarak Atatürk Türkiye'sinin en büyük zaferlerinden biri olmuştu...

Eski Türkiye İkinci Dünya Savaşı'nda bile tarafsız kalmayı başarmıştı...

Kore (1950-1953) ve Kıbrıs'a (1974) asker göndermiştik...Kore'ye asker gönderdik çünkü 1945'te Sovyetler Birliği lideri Stalin Türkiye'den toprak ve üs talebinde bulundu...Türkiye'de 1949'da kurulan NATO (Kuzey Atlantik Paktı) Savunma Şemsiyesi'nin altına girerek Sovyet işgal tehditine cevap verdi...Türkiye'nin NATO üyeliğine ilişkin protokol 17 Ekim 1951 tarihinde imzalanmıştır. Kuzey Atlantik anlaşmasına Türkiye Cumhuriyeti'nin katılmasına dair kanun 18 Şubat 1952 tarihinde kabul edilmiş olup, ülkemiz NATO'ya üye olmuştur.

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NI ATATÜRK ÖNGÖRMÜŞTÜ

Mussolini, Hitler, Stalin gibi diktatörlerin emperyalist, istilacı politikaları 1920'lerden sonra Türkiye genelkurmayında "potansiyel işgalcilerin işini kolaylaştırmayalım düşüncesine sahip Mareşal Fevzi Çakmak gibi askeri liderleri" Antalya gibi pek çok yerde asla demiryolu ve karayolu yapmayalım kararlılığına, inatçılığına yöneltti...Bulgaristan ve İtalya'nın o dönemde Türkiye'den toprak talepleri olmuştu...İnönü Atatürk'ü temsil ederek Stalin ve Mussolini ile bir araya geldi...

Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı çıkacak ve savaşın mutlak galibi, tek kazananı Rusya olacak" kehanetini söylediği yıl için iki farklı tarih vermiş Mango 1932, Kinross 1934 diyor.Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a söylediği "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı patlayacak " kehanetinden kitaplarında bahsetmişti. Kinross Atatürk bu sözleri 1934'te söyledi, Mango 1932'de söyledi diyordu. Mango haklıymış Atatürk bunu 27 ya da 28 Eylül 1932'de (Salı ya da Çarşamba günü) söylemiş.

1918'de Almanya savaşta yenilmişti ve yenenlerin ağır şartlarını Almanya ancak 1938'de ortadan kaldırabildi.Hitler "Atatürk Osmanlıyı yenenlerin şartlarını 5 yılda ortadan kaldırabildi biz 20 yılda kaldırabildik," diyerek çok kızıyordu.

Atatürk & General MacArthur görüşmesinin tutanakları:

Eylül 1932 ABD Genelkurmay Başkanı General Douglas MacArthur (1880-1964) İstanbul'a geldi ve aynı günün akşamında Ankara'ya hareket etti. MacArthur Ankara'daki ziyaretlerini tamamladıktan sonra 27 Eylül Salı günü İstanbul'a döndü ve aynı gün Dolmabahçe Sarayı'nda Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk tarafından kabul edildi...

MacArthur 28 Eylül Çarşamba akşamı İstanbul'dan trenle Paris'e hareket etti... Atatürk Almanca ve Fransızca da bildiğinden Adolf Hitler'in "Kavgam" adlı kitabını (1925) okumuş ve Adolf Hitler'in ırkçı, faşist, nefret, kin, öfke ve tehdit dolu anlatımından çok ürkmüştü...Atatürk, "Kavgam" adlı kitabı okuduktan sonra Adolf Hitler'in dünyanın başına büyük belalar açacağını söylemişti...

Atatürk ve MacArhur görüşmesine Atatürk'ün "Kavgam" adlı (1925) kitaptan edindiği izlenimler ve bu kitaptan yola çıkarak vardığı tahminler-kehanetler damgasını vurdu...Ağustos 1951'de The Caucasus-Kafkaslar adındaki ABD dergisi-magazini Atatürk MacArthur görüşmesinin zabıtlarını-tutanaklarını yayınladı...Atatürk MacArthur'la görüşmesinde Almanya'nın Avrupa'nın tümünü işgal edebilecek bir ordu oluşturabilme potansiyeline dikkat çekti...Sözlerini şöyle sürdürdü

"İngiltere savaşma hevesini kaybetmiş Fransa'ya artık güvenemez; bu çıkacak yeni Avrupa savaşının galibi olacak Sovyetler Birliği bütün komşuları ve gezegendeki diğer ülkeler için tehdit kaynağı olacak"

Atatürk MacArthur'a "İçinde bulunduğumuz dönem-devir-yıllar bir ateşkes-mütareke-geçiçi barış dönemidir. Versailles barış anlaşması savaşı kazanan devletlerin dayatmaları sonucunda Almanya gibi mağdur ülkeler yaratmıştır.Bu nedenle Versailles anlaşması kalıcı-sürekli bir barış sağlayamayacaktır...Çalışkan, disiplinli ve olağanüstü dinamizme sahip 70 milyon Alman mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için harekete geçtiği anda bunu yapabilecek güce sahiptirler...Savaş 1940'ta başlayabilir.Fransa artık güçlü ordular kurma yeteneğini kaybetmiştir.İngilizler Fransız ordusuna artık güvenemez...Mussolini aşırı derecede hırslı ve açgözlü..Almanlar İngiltere ve Sovyetler Birliği hariç Avrupayı işgal edebilecek potansiyele sahipler...Yeni büyük savaşa Amerika dahil olduğunda savaşı Almanya kaybedecek ve büyük savaştan asıl kazançlı çıkan Sovyetler Birliği olacak...Çünkü Ruslar rakiplerinin en küçük yanlışlarından yararlanmasını bilen bir millet...Dünya yanarsa hiçbir millet kendini bu yangın bana sıçramaz diyebilme lüksüne sahip değil" dedi...

KARŞI DEVRİM 1950'DE BAŞLADI

ADNAN MENDERES traktörler ve diğer motorlu araç gereçler için "Satın alınması daha uygun, yapmak daha maliyetli" demişti.

ADNAN MENDERES Said-i Nursi'nin rehberliğine başvurarak hükümet kurdu...Demokrat Parti'nin niyeti "Her mahallede bir milyoner yaratmaktı"...Adnan Menderes Demokrat Parti vekillerine seslenirken şunları söyledi: "Eğer siz isterseniz dilerseniz hilafeti bile getirebilirsiniz" & "Ben odunu milletvekili adayı yapsam halk odunu bile milletvekili seçer"

Siyasilerin imamlardan fetva alarak ülkeyi yönetmeleri ilk defa 1950'de Adnan Menderes'le başladı...

ADNAN MENDERES HÜKÜMETLERİ 1950-1960 ARASINDAKİ 10 YILDA HANGİ İCRAATLARI YAPTI?

1981'DE YUNANİSTAN'IN , 2004'TE GÜNEY KIBRIS'IN ÜYE YAPILDIĞI AVRUPA BİRLİĞİNE TÜRKİYE ÜYELİK BAŞVURUSUNU 31 TEMMUZ 1959'DA YAPMIŞTI!

ADNAN MENDERES HÜKÜMETLERİ 1950-1960 ARASINDAKİ 10 YILDA HANGİ İCRAATLARI YAPTI?

1-27 EKİM 1957 SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE 1 OCAK 1957'DE TRAKYA'DA ÇOK ZENGİN PETROL YATAKLARI BULUNDU MÜJDESİ VERİLDİ...BU "BÜYÜK MÜJDE" 2 OCAK 1957 ÇARŞAMBA TARİHLİ GAZETELERDE YAYINLANDI...HABERE GÖRE MAYIS 1957'DEN BAŞLAYARAK TRAKYA PETROLÜNE ADETA BOĞULACAKTIK! 1957 SEÇİMLERİNDE ADNAN MENDERES VE CELAL BAYAR-DEMOKRAT PARTİ 4.497.811, İSMET İNÖNÜ-CHP İSE 3.825.267 OY TOPLADI...

2-27 OCAK 1954'TE KÖY ENSTİTÜLERİ'Nİ KAPATTI

3-14-16 HAZİRAN 1950'DE TÜRKÇE EZAN OKUNMASINA SON VERDİ

4-HEMEN HER KONUDA BEDİÜZZAMAN SAİD-İ NURSİ'DEN FETVA ALDI

5-DEMOKRAT PARTİ, ÇOK SAYIDA YOKSULUN TAŞINMAZINI İSTİMLAK ETTİ VE BU İNSANLARA GAYRİMENKULLERİNİN DEĞERİNİN ÇOK ALTINDA FİYATLAR ÖDEYEREK EL KOYDU...26 KASIM 1957'DE İSTANBUL'UN HEM VALİSİ HEM DE BELEDİYE BAŞKANI OLAN FAHRETTİN KERİM GÖKAY ADNAN MENDERES'İN YOKSUL KİŞİLERİN EVLERİNE ARAZİLERİNE BİRKAÇ KURUŞ ÖDEYEREK EL KOYMA POLİTİKASINI PROTESTO ETMEK İÇİN İSTİFA ETTİ...

6-İSMET İNÖNÜ'NÜN CHP'SİNE KARŞI BİTMEK BİLMEYEN BİR GERGİNLİK VE KUTUPLAŞMA POLİTİKASI İZLEDİ...

7-EKİM 1959'DA AMERİKA ZİYARETİNDE 300 MİLYON DOLAR BORÇ İSTEDİ VE REDDEDİLDİ...BU PARANIN TEMMUZ 1960'TA RUSYA'DAN İSTENMESİNE KARAR VERİLDİ...

8- 6 / 7 EYLÜL 1955'TE İSTANBUL DAHİL PEK ÇOK ŞEHİRDE YAĞMACILARIN, TALANCILARIN KONTROLÜ ELE GEÇİRMESİNE ENGEL OLAMADI...ADETA FRANSA'NIN 1789 , RUSYA'NIN 1917 OLAYLARINI YAŞADIK...POLİS, ASKER, JANDARMA KISA BİR SÜRE DE OLSA EŞKIYALARA TESLİM OLDU...

9-14 TEMMUZ 1950 GENEL AFFINDAN YARARLANARAK 15 TEMMUZ 1950'DE CEZAEVİNDEN ÇIKAN NAZIM HİKMET 13 BUÇUK YILINI CEZAEVLERİNDE GEÇİRMİŞTİ...

10-5 TEMMUZ 1950 TÜRKİYE RADYOSUNDA DİNİ PROPAGANDA YAYINLAMA YASAĞI KALDIRILDI...

11- ALMANYA, FRANSA, İTALYA, BELÇİKA, HOLLANDA VE LÜKSEMBURG'UN 1958'DE KURDUĞU AVRUPA BİRLİĞİ'NE 31 TEMMUZ 1959'DA TÜRKİYE ÜYE OLMAK İÇİN BAŞVURUDA BULUNDU...

12-1950'DE KORE SAVAŞINA (1950-53) TÜRKİYE 5.083 ASKER YOLLADI VE 1949'DA KURULAN NATO'YA ÜYELİK BAŞVURUSU YAPTI...TÜRKİYE'NİN NATO'YA ÜYELİK BAŞVURUSU 1952'DE KABUL EDİLDİ...YUNANİSTAN 1951'DE NATO'YA ÜYE OLARAK KABUL EDİLMİŞTİ...KORE SAVAŞINDA 741 TÜRK ASKERİ ŞEHİT DÜŞTÜ , 2.147 TÜRK ASKERİ YARALANDI, 234 TÜRK ASKERİ ESİR DÜŞTÜ, 175 TÜRK ASKERİ KAYIP İLAN EDİLDİ...

Adnan Menderes’in Destekçilerinden Biri Olan Said Nursi Vefat Etmeseydi Yassıada’da Yargılanacaktı

Said Nursi Demokrat Parti iktidarının, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes’in en büyük destekçilerinden biriydi… Birlikte 18 Temmuz 1932 ile 16 Haziran 1950 arasında uygulanan Arapça ezan yasağını kaldırdılar.27 Mayıs 1960 darbesini planlayanlar Demokrat Parti yöneticileriyle birlikte Said Nursi’yi de Yassıada’da yargılamayı çok istiyorlardı. 23 Mart 1960’daki vefatı Said Nursi’yi Yassıada’da yargılanmaktan kurtardı…

Nejat Eczacıbaşı ve Şakir Eczacıbaşı’nın Kardeşi Vedat Eczacıbaşı’nın “Benim İçin Hâlâ Başbakan Olan Adnan Menderes’in Şerefine” Diyerek Kadeh Kaldırması Hayatına Malolmuştu

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Şakir Eczacıbaşı’nın “Çağrışımlar, Tanıklıklar, Dostluklar” adlı anı kitabı sayesinde de Nejat Eczacıbaşı’nın (1913 – 1993) 1916 doğumlu küçük kardeşi Vedat Eczacıbaşı’nın, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra askeri darbecilerce yargılanan ve idam edilen Başbakan Adnan Menderes için 24 Mart 1961’de Beyoğlu’ndaki Gaskonyalı Toma Meyhanesi’nde sevgisini, sempatisini ilân ettiği için hayatını kaybettiğini de öğrenmiş olduk…

Vedat Eczacıbaşı meyhanede kadehini, “Benim için hâlâ başbakan olan Adnan Menderes’in şerefine” diyerek kaldırdığından Cumhuriyet Halk Partililerin şikâyeti üzerine önce tutuklanmış, sonra da bu tutuklama uzayınca bunalıma girerek intihar etmişti. Geride iki çocuk bırakan Vedat Eczacıbaşı sadece 45 yaşındaydı.

Yassıada’da Hayatını Kaybeden / Öldürülen Beş Bakanlar Kurulu Üyesi

Bilindiği gibi, Yassıada’da Adnan Menderes (Başbakan), Fatin Rüştü Zorlu (Dışişleri Bakanı), Hasan Polatkan (Maliye Bakanı), Namık Gedik (İçişleri Bakanı) ve Lütfi Kırdar (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı) askeri darbecilerin kurbanı olmuştur.

Kim Komünist, Kim İrticacı?

Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti’yi Komünist olmakla, Demokrat Parti’de Cumhuriyet Halk Partisi’ni irticacı olmakla suçlamıştı… 1951 baharında yapılan Demokrat Parti Konya il kongresinde bazı delegeler fesin, çarşafın ve Arap alfabesinin geri getirilmesini istedi. Öneriler bu kongrede reddedildi… (Bu konuda bakınız: “Zaman İçinde Bediüzzaman” adlı kitap; Sayfa: 451 ve Sayfa: 513; Yazarları: Cemalettin Canlı ve Yusuf Kenan Beysülen; İletişim Yayınları; Birinci Baskı: 2010)

Menderes ve Kadınlar

1950’li yıllar boyunca Başbakanımız olan Adnan Menderes çapkındı, güzel kadınlara zaafı vardı… Ayşe Kulin “Hayat Dürbünümde Kırk Sene” adlı anılarının ilk cildinde Adnan Menderes’in bir sopranoyla, bir sosyete güzeliyle, bir yazarla yaşadığı aşk ilişkilerinin kulaktan kulağa dolaştığını yazıyor ve o günleri anlatmaya şöyle devam ediyordu: “Yazar sevgili, önemli bir görevde bulunan eşiyle Nişantaşı’nda oturduğu için Başbakan, İstanbul’u ziyaretlerinde bu semti şereflendirmeden gitmiyordu, semt sakinleri de geç saatlere kadar pencere önlerinde nöbete duruyorlardı. Öyle günlerde bizim apartmanın tüm katlarında dedikodu kazanı fokur fokur kaynıyordu.

”Cumhuriyet Gazetesi’nin Eski Sorumlu Yazıişleri Müdürü Erol Dallı, Emin Karaca’nın “Cumhuriyet (Gazetesi) Olayı” adlı kitabının (Altın Kitaplar Yayınevi) 239. sayfasında Adnan Menderes’i şöyle anlatmıştı:

“Teşvikiye Camii karşısındaki Belveder Palas Apartmanı’nın Kapıcısı İbrahim Polat’tı (Adnan Polat’ın Babası). Yanaştım, konuşturmaya çalıştım. Üç – beş kuruş da para verdim. Almazlandı baştan, ama sonra aldı. ”Sen bilmiyor musun, Beyefendi (Başbakan Adnan Menderes) her zaman gelir buraya,” dedi. ”Ferit Bey (Ferit Sözen, o zamanki Emniyet Müdür Muavini) oturuyor burada,” dedi. ”Ferit Bey dışarıda” dedim. ”Sen de amma safsın,” dedi. ”Beyefendi (Adnan Menderes) Suzan Hanım’la (Suzan Sözen) biraz sohbet ederler, sonra da giderler,” dedi.

İşadamı İbrahim Polat’da “Alnımın Teri” (Doğan Kitapçılık) adlı anılarında Başbakan Adnan Menderes’i uzun uzun anlatır.

Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Sevilay Yükselir Hanımefendi’nin 23 Ocak 2011 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayınlanan “Velev ki kapıcı oğlu! Eeeeee?” başlıklı yazısını da okuyabilir.

Halit Refiğ’in Adnan Menderes Filmi Tasarısı

1994 yılında film yıldızı – oyuncu Hülya Koçyigit, yönetmen Halit Refiğ’e, 22 Mayıs 1950’de Başbakan olan, 27 Mayıs 1960 askeri darbesi sonrasında Yassıada’da yargılanan ve 17 Eylül 1961’de idam edilen Başbakan Adnan Menderes’in (1899 doğumlu) eşi Berin Menderes’i (Nisan 1994’te vefat etmişti) beyazperdede canlandırmak istediğini söyleyerek kendisine bir senaryo sipariş etti.

Berin Menderes aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast yapılacağı iddiası üzerine yapılan tutuklama ve yargılamalardan sonra 26 Ağustos 1926’da idam edilen Doktor Nazım Beyin yeğeniydi… Berin Menderes ile Emel Zorlu’nun (Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun eşi ) anneleri kardeşti. Emel Zorlu’nun babası olan Tevfik Rüştü Aras ise 1923 – 1939 arasında Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün Dışişleri Bakanı’ydı.

1994 yılında Hülya Koçyiğit’in Berin Menderes’i canlandıracağı filmin yapımcılığını Hülya Koçyiğit’in kocası Selim Soydan üstlenecekti. Halit Refiğ’in aldığı bu sipariş üzerine yazdığı “Şeytan Aldatması” adlı senaryo 2009 yılında Alfa Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.

”Şeytan Aldatması”, Gülşah Film gereken parayı bir araya getiremeyince, ne yazık ki, filmleştirilemedi.

Hülya Koçyiğit’e Göre Adnan Menderes

Hülya Koçyiğit “Adnan Bey toprak ağası kökenliydi. Büyük şehirde eğitim görmüş ve topraklarını topraksız köylüleriyle paylaşmak istemiş bir insandı. Köylülerin fakirlikten kurtulmasını ve ülkenin kalkınmasını kendisine hedef seçmişti. Adnan Menderes, siyasete girmesi için Mustafa Kemal Atatürk’ten davet almıştı,” diyor.“

Başvekil” Adlı Sinema Filmi Projesi de Ne Yazık ki Gerçekleştirilemedi

Yassıada’da Adnan Menderes’in savunmasını yapan avukatlardan biri olan Talat Asal’ın yazdığı “Güneş Batmadı: Müvekkilim Adnan Menderes ve Yassıada” (Selis Kitaplar Yayınevi; 2003 Yayını) ve “Yassıada: Don Davası, Cımbız Davası, Köpek Davası” (Doğan Kitapçılık, 2009 Yayını) gibi anı, belge, tutanak kitaplarının “Başvekil” adıyla yönetmen Tunç Başaran tarafından 2005 yılında beyazperdeye aktarılması da yine finans sorunlarından dolayı gerçekleştirilememiştir.

Bu projede, Adnan Menderes’ten hamile kalan, Adnan Menderes’in sevgilisi opera sanatçısı Ayhan Aydan’ı Hülya Avşar’ın canlandırması plânlanıyordu.

Soprano Ayhan Aydan (1924 – 2009) Adnan Menderes’i Anlatıyor:

“Adnan Menderes’i 1951’de tanıdım. Kendisini çok sevdim. Bütün emelim O’ndan bir çocuk yapmaktı. Maalesef bunda muvaffak olamadım. Bebek ölü doğdu.”

“Ali Adnan – Başvekil” Belgeseli

Yönetmenliğini Yaşar Taşkın Koç’un üstlendiği ve TRT tarafından yayınlanan 9 bölümlük “Ali Adnan – Başvekil” adlı belgesel de Başbakan Ali Adnan Ertekin Menderes’in yaşamını ve 27 Mayıs 1960 darbesini tüm gerçekliğiyle ekrana getirmiştir. “Ali Adnan – Başvekil”in konsept danışmanı Adnan Menderes’in hayatını konu alan “Bir Yiğit Vardı” adlı kitabın (Yitik Hazine Yayınları) yazarı gazeteci Erdal Şen’dir.

Berin Menderes, Ailesinin Temel Direğiydi

Hülya Koçyiğit’in canlandırmak istediği Berin Menderes, devlet görevlerinden, ülke sorunlarından ve hayatındaki diğer kadınlardan dolayı çocuklarını ihmâl eden Adnan Menderes’in evdeki yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için fazlasıyla çaba harcamış bir anne ve eşti. Berin Hanım, Menderes ailesinin temel direğiydi; Adnan Menderes’in ev yaşamındaki açıklarını kapatan kişiydi. Adnan Menderes’in başka kadınlarla (Ayhan Aydan Hanımla, Emniyet Müdür Muavini Ferit Sözen’in karısı romancı Suzan Sözen Hanım’la ve diğer kadınlarla) yakın ilişkiler kurmasına tepkisini bile Berin Menderes dışarıya yansıtmamıştır.

Berin Menderes 27 Mayıs 1960 darbesiyle sonuçlanan gergin günlerin en başında eşi Adnan Menderes’in emekli olmasını, siyaseti bırakmasını ister, ancak amacına, ne yazık ki, ulaşamaz.

Fatin Rüştü Zorlu’nun Sevgilisi Vesamet Hanım

Demokrat Parti İktidarı’nın Dışişleri Bakanı olan ve 16 Eylül 1961’de Maliye Bakanı Hasan Polatkan (1915 doğumlu) ile birlikte idam edilen Fatin Rüştü Zorlu’nun (1910 doğumlu) da 1950’lerde çevresindeki evli – çocuklu kadınların tacizine uğradığı, bu kadınların gönderdikleri aşk mektuplarına rujlu dudaklarını bastığı ve Zorlu’nun kimi tacizci kadınlarla ilişkiye girdiği de bilinmektedir. Hatta Fatin Rüştü Zorlu resmi Amerika gezisine eşi Emel Zorlu’yu değil sevgilisi Vesamet Hanım’ı götürmüştür.

27 Mayıs Darbesine Giden Yol

Demokrat Parti İktidarı’nı yıkan olaylar şöyle gelişmişti:

* Hükümet, 6 / 7 Eylül 1955’te gayrimüslimleri hedef alan yağma, tecavüz ve saldırı olaylarını önleyemedi.

* Demokrat Parti yöneticilerinin çoğu tam bir iktidar sarhoşluğuna kapılmış ve ne oldum delisi olmuştu. 6 / 7 Eylül Faciası’ndan sonra, 22 Kasım 1955’te Adnan Menderes’in Demokrat Parti milletvekillerine yönelik olarak sarf ettiği “Siz isterseniz, hilâfeti bile geri getirirsiniz” sözü bu sarhoşluğun en güzel, en çarpıcı ifadesidir. Demokrat Parti Hükümeti, hapishaneleri gazeteciler ve muhaliflerle doldurmuştur. Cezaevine atılanlar arasında İsmet İnönü’nün damadı ve Akis Dergisi yazarı Metin Toker’de bulunuyordu. Bu dönemde basına tam bir sansür uygulandı.

* 1960’lara gelinirken halk arasında kutuplaşma oluştu. Ülke adeta ikiye bölündü. Demokrat Partililerin ve Cumhuriyet Halk Partililerin birbirini düşman gibi görmesinin önü alınamadı. Her türlü muhalefete karşı katı ve sert tavır alınmasını isteyen Celal Bayar, Şubat 1959’da CHP lideri İsmet İnönü’yle diyalog kurmak isteyen Adnan Menderes’e başbakanlıktan uzaklaşmasını, köşesine çekilmesini, birkaç ay yurt dışında dinlenmesini teklif etti…

Adnan Menderes ise Kıbrıs’ı kaybetmemek için milletçe tek vücut olunması gerektiğini düşünmekteydi. Oysa yurt dışına karşı verdiğimiz görüntü ortadan ikiye bölünmüş bir millet görüntüsüydü. Bu sıralarda Adnan Menderes – İsmet İnönü yakınlaşmasına Celal Bayar engel oldu. Menderes – İnönü yakınlaşmasına destek olan Demokrat Partililer arasında Mükerrem Sarol’da bulunmaktaydı.

* Yine 1960’a gelinirken Vehbi Koç gibi işadamları, sermaye temsilcileri Cumhuriyet Halk Partisi üyeliğini terk ederek Demokrat Parti’ye katılmaya zorlandı.

22 Ekim 1957’de Başbakan Adnan Menderes’in konuşması aynen şöyledir:

“Arkadaşlar, diyorlar ki, bütün seçkin zümre, bütün zenginler, CHP’dendir. Evet, bütün zenginler onlardandır. Vehbi Koç da onlardandır ve daha birçok zengin onlardandır. Bir de bizim halimize, bizim mebuslarımıza bakınız. Biz fakiriz, mebuslarımızı yolda görenler dilenci zannedip sadaka vermeye kalkabilirler. CHP devrinde ve onlar sayesinde zengin olanlar el’an bu partiden ayrılmıyor ve bizim saflarımıza geçemiyorlar. Sevdiğim ve dostum olan Vehbi Koç da onlardandır.”

Vehbi Koç, Adnan Menderes’in bu konuşmasını ve Demokrat Parti yöneticilerinin kendisine yaptığı baskıları “Hayat Hikayem” adlı kitabında uzun uzun anlatır.

* Adnan Menderes hükümeti Türkiye’de tarım toplumundan sanayi toplumuna geçilmesini plânlamıştı. Hükümet bunun için kullanılacak dış borcu Amerika Birleşik Devletleri’nden alamayınca aynı durumu yaşayan (ABD’den borç para alamayan ve bu parayı Sovyet Rusya’dan bulan) Mısır’ı kendine örnek alarak Sovyetler Birliği’nden isteme kararı aldı ve Temmuz 1960’daki Moskova seyahati için bavullar hazırlanmaya başladı… 27 Mayıs 1960 darbesi Türkiye – Sovyetler Ekonomik İşbirliği’ni ileri bir tarihe attı… Aynı yoldan giden Başbakan Süleyman Demirel, Sovyetler Birliği’yle işbirliği yaparak Aliağa Rafinerisi’ni, İskenderun Demir Çelik Fabrikaları’nı ve Seydişehir Alüminyum Tesisleri’ni Türk halkına kazandırmıştır.

* 1950’lerde tarımdaki makineleşme bu sektörde işsizliği arttırdı, bu durumda köyden kente göçü hızlandırdı.

* 1950’lerin sonlarında subaylar kendilerine ödenen maaşların çok yetersiz olduğu düşüncesindeydi. Onların gelir durumlarını iyileştirmek için hükümetin hiçbir çaba harcamadığına inanıyorlardı. Hatta bazı gelinlik kız babaları "Subay damat alırsak bu kızımıza gazoz bile içiremez" diyorlardı...

* Subaylar, kendi bünyelerinden çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrosunda yer alan İsmet İnönü’ye sevgi, saygı ve bağlılıklarını sürdürüyordu.

* Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Celal Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı’ndan çekilmesini, yerine Adnan Menderes’in gelmesini arzuladıklarını ve “Halk kitlelerinin Adnan Menderes’i sevdiğini” gözlemlediklerini dile getiren bir mektubu 27 Mayıs 1960 öncesinde Demokrat Parti’ye iletti. Adnan Menderes bu mektubu Yassıada yargılamalarında ortaya çıkarsaydı idam edilmekten büyük olasılıkla kurtulabilirdi.

Celal Bayar bu konuda şunları söylemiştir: “Ethem Menderes (Milli Savunma Bakanı) 04 Mayıs tarihinde Cemal Gürsel’den aldığı mektubu bir aşk mektubu gibi saklamıştır.”

* Said Nursi’yle Demokrat Parti yöneticilerinin Türkçe ezanın kaldırılmasıyla başlayan yakınlığı laikliğin tehdit altında olduğunu düşünen subayları Demokrat Parti karşıtı yapmıştır. 1876 doğumlu Said Nursi 23 Mart 1960’da Şanlıurfa’da vefat edecekti. Said Nursi’nin kabristanı, Türk Silâhlı Kuvvetleri tarafından, vefatından 111 gün sonra, gece yarısı açılarak naaşı bugün bile bilinmeyen bir yere nakledildi.

Süleyman Demirel’in bu konuda 07 Ocak 2011 tarihli Sabah Gazetesi’nde yayınlanan ve gazeteci Yavuz Donat’a yapılan açıklamaları Said Nursi’nin naaşının Marmara ya da Akdeniz’e atılmadığını ortaya çıkarmaktadır.

* Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasına, bir Yunan adası olmasına, ya da Yunanistan uydusu bir devlet haline dönüşmesine şiddetle karşı çıkan ve bunu engelleyen Demokrat Parti hükümeti Amerika Birleşik Devletleri ile Avrupa ülkelerine yerleşmiş (Kıbrıs ve Yunanistan dışında yaşayan) ve yaşadığı ülkelerin hükümetleri üzerinde çok etkili olabilen Rum – Yunan topluluklarını da karşısına almıştı.

* 27 Mayıs 1960 öncesindeki son genel seçim 1957’de yapılmıştı. Menderes hükümeti ülke genelindeki gerginliği bir erken seçim kararıyla büyük ölçüde giderebilme şansına sahipti. Ancak milleti rahatlatabilecek bu yöntemi kullanmadılar.Demokrat Parti’nin ve CHP’nin 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde aldığı oy sayıları aşağıdadır:

DP – 4 milyon 241 bin kişi; 5 milyon 151 bin kişi; 4 milyon 372 bin oy.

CHP – 3 milyon 176 bin oy; 3 milyon 162 bin oy; 3 milyon 753 bin oy.

Demokrat Parti’nin 1954 ile 1957 arasında yaklaşık 800 bin oy kaybettiği ve aynı dönemde CHP’nin yaklaşık 600 bin oy kazandığı görülmektedir.

* Başbakan Menderes ve Türk heyetini Londra’ya götüren uçağın Şubat 1959’da Londra yakınlarında düştüğü kazada aralarında Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şerif Arzık’ın da (Nimet Arzık’ın eşi) bulunduğu 14 kişi vefat etti. Yaralanan Adnan Menderes’i Türkiye’ye dönüşünde karşılayanlar arasında İsmet İnönü’de vardı. Demokrat Partililer ise kendilerine dostluk elini uzatan İnönü ve yanındakilere 1 Mayıs 1959’da Uşak’ta yaklaşık bin kişiyle saldırdı. İsmet İnönü atılan taşla yaralandı. İsmet İnönü’ye 04 Mayıs 1959’da bu kez İstanbul’da saldırıldı.

* 27 Mayıs 1960’a yaklaşan günlerde Anayasa Hukuku Profesörü Ali Fuat Başgil muhalif üniversite öğrencilerine şiddet kullanılarak müdahale edilmesine karşı çıktı ve hükümeti istifaya davet etti. Başgil, ülkedeki gerginliğin giderilmesi için de 1957 seçimlerinde toplam olarak 8 milyondan fazla oy alan iki büyük partiyi birlikte hükümet kurmaya çağırdı.

* Yine 27 Mayıs 1960 öncesinde, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın İçişleri Bakanı Namık Gedik’e “Eğer muhalif öğrenciler hükümet karşıtı gösterilerine devam eder ve dağılma uyarılarına hiçbir şekilde uymazsa üzerlerine ateş edin!” dediği iddia edilmiştir.

* 18 Nisan 1960’ta İsmet İnönü, Demokrat Parti hükümetine seslenir: “Hükümet insan haklarını çiğner ve baskı rejimi kurarsa ihtilâl olur. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam.”

27 Mayıs 1960 ve Sonrası:

* 27 Mayıs 1960’ta en son 1957 genel seçiminde halk oyuyla iktidara gelenler silâh zoruyla iktidardan düşürülmüştür. Adnan Menderes yasadışı Yassıada mahkemesini ve yargılamasını en baştan reddetmesi gerekirken, “Bu mahkemeyi tanımıyorum,” demesi gerekirken buna yanaşmadı. Bu nedenle de Celal Bayar’la araları açıldı.

* 27 Mayıs Darbesi emir komuta zincirinde yapılmamış bir askeri darbedir. Yani teğmenlerin albayların, koskoca generalleri sürüklediği, yönlendirdiği, onlara emir yağdırdığı bir harekettir. Darbe bildirisini radyoda okuyan da Albay Alparslan Türkeş’tir.* Demokrat Partililer arasındaki yazışmaların 50 kelimeyle sınırlanması, Adnan Menderes’i görmek amacıyla Yassıada’ya gitmek için askeri gemiye binen Berin Menderes ve Aydın Menderes’in gemiden indirilmesi gibi sayısız uygulama tutuklulara ve onların yakınlarına lâyık bulunmuştur.

* Yassıada duruşmaları sırasında Celal Bayar haricindeki Demokrat Partililer sarsılmış, yıkılmış, çökmüş, çaresiz, bıkkın ve bezgin bir görüntü sergilerler. Sert mizaçlı Bayar güçlü, aldırmaz görüntüsünü neredeyse hiç kaybetmez.

* Askeri Yönetim, Demokrat Partililerin mirasla elde edilmiş varlıklarına bile el koyar. Demokrat Parti yöneticilerin ailelerinin ellerinde neredeyse tek kuruş bile bırakılmaz.

* İşadamı Vehbi Koç, bu zor zamanlarında Menderes ailesine İstanbul’da konaklamaları için kendisine ait olan Elmadağ’daki Divan Oteli’nden ücretsiz oda sağlamıştır.

* Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu Yassıada’da askerlerce dövülenlerden biridir. Adada vefat edenler arasında Namık Gedik ve Lütfü Kırdar’da bulunmaktadır.

* Demokrat Parti Yargılamaları’ndan idam çıkmasını destekleyenler arasında Cevdet Sunay (Genel Kurmay Başkanı), Cemal Tural (Kara Kuvvetleri Komutanı) ve Talat Aydemir’in (Harp Okulu Komutanı Albay) olduğu tarihçilerce ve olayların tüm tanıklarınca belirtilmektedir.