Son zamanlarda öyle olduk ki, her şeyden ayrışıyoruz. Bu yazının başlığını görenler bile hiç düşünmeden, AKP ve MHP ittifakının "neyi ve kimi aradığını" sorduğumu düşüneceklerdir.
Hiç de öyle bir derdim yok. Ben sizin ne aradığınızı soruyorum.
Biliyorsunuzdur "cumhur" sözcüğü Arapça kökenlidir. Arap hayranı falan olduğumu da düşüneniniz yoktur sanırım.
Cumhur ittifakının, aday aradığını da sanmıyorum. Kendilerinin bir "üst akılları" var ve ona göre strateji ve planlama yapıp gidiyorlar.
Asıl sonun, bu ekip, grup her ise, bunların dışındakilerinin derdi ve arayışları ne?
Tamam arayışları belli, ilk genel seçimde "kendilerinden yana" bir Cumhurbaşkanı, ki aslında o BAŞKAN oldu da haberleri yok, onu seçmeyi düşünüyor, düşlüyor ve kafalarında planlıyorlar.
Hadi bir heyecan, bir sinerji oldu ve seçecekler diyelim.
Ben yaşanmış ya da yaşanmışımsı öyküleri pek severim. Yeterince ders vardır. Örneğin, Nasrettin Hocanın, eşekten düşünce, etrafına söylediğinden. Bilirsiniz, Hoca eşekten düşünce etrafındaki herkes hocaya, şunu şöyle, bunu böyle yap diye akıl verirler.
Konuşulanların hepsinin bol ve "havanda su dövmek" olduğunu gören ve anlayan Hoca bağırır, "tamam anladım söylediklerinizi de, bana aranızda eşekten düşen var mı, onu gösterin" der.
"Eşekten düşmek" önemlidir. Hatta Anadolu'da attan değil de, eşekten düşmeyi pek yeğlemezler. Derler ki, "Attan düşen yorgan döşek, eşekten düşen kazma kürek".
Tamam at, eşekten daha yüksektir ama, eşek sırtından düşene bir tekme de kendisi atar. "Eşekten düşmenin" acı tarafı bu tekmedir.
Eh artık söz kıvamına geldi, derdin ne diyenlere, derdim şu. Her gün her yerde, olur olmaz önümüzde ki seçimler konuşuluyor ve kimin Cumhurbaşkanı olacağı fallarına bakılıyor.
Şimdi oturup düşünmemiz gereken, kimin Cumhurbaşkanı olması değildir. Nasıl bir Cumhurbaşkanı seçmeliyizdir.
Yine Anadolu'da meşhur bir "üç koyunu gütme" olayı vardır. Sürüyü gütmek kolaydır da, üç koyunu güdemezsin. Sürüde güdülmeye alışmış üç koyun, başa başa kalınca her birisi bir yana gider de ondan daha zordur, üç koyunun güdülmesi.
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi de bu durumu yaşıyoruz. Herkes kendine göre bir tarif yapıyor. Bu sözde ima edilen şeyi seviyorum da kullanılan imge beni rahatsız ediyor. Nedir bu. "Körün fil tarifi".
Bilirsiniz görme özürlü kişi, objeleri elleri ile tutarak, dokunarak tanır, tanımlar. O yüzden de, tanıyabildiği, anlayabildiği ve de algılayabildiği kadar olayı ve durumu tanımlar. Kulak ise kulak, kuyruk ise kuyruk. Bu da fil olmuyor böyle.
İşte tam da bu durum yaşanıyor. Millet ittifakı içinde yer alan siyasiler bu konuda kötü bir şey yapmıyorlar, iyi bir şey olsun diye uğraştıklarından bir kuşkum yok ama, olay gelip dayanıyor, "körün fil tarifine".
Bir kere, seçilecek olan kişi devletin başına geçecek ve bu yurtta yaşayan hatta bu yurttaş göçmüş olsa bile kendini bu yurdun yurttaşı sayan herksin başkanı olacak.
Sonra, bir zamanlar "aksaçlılar", yok "aksakallılar", yok "derin" yok "koca" gibi devletin içinde deneyim sahibi olmuş kişilerin istişare ettikleri sivil topluluklar vardı. Yıllardır adam gibi çalışan bu güzel insanların arasına hainler, alçaklar ve namussuzlar sızarak, sızdırılarak bu güzel insan toplulukları haklı olarak "tu kaka" durumuna düşürüldü. Aşağılandı, aralarından zaafı olanlara da yanlışlar yaptırıldı ve artık yoklar. Olanlar da köşelerinde olanları acı acı izliyorlardır.
O yüzden herkes başını iki elinin arasına alıp düşünmelidir. Bu ülke nereye gidiyor. Sonuçta bu ülke hepimizin. Yağmur hepimizi ıslatıyor, şemsiyesi olanları az, olmayanları, açıkta kalanları ise çok olsa da.
Peki bu devleti tanıyan, yurttaşların güvendiği ya da güveneceği hiç mi insanlar yok bu ülkede.
Örnek diye öylesine sayayım. Bu ülkede VALİLİK, çok önemli bir kurum; yöneticileri de oldukça deneyimli ve yeteneklidir. Bu ülkenin en büyük illerinde Valilik yapmış ve köşelerine çekilmiş kimler var ki?
Sonra Devlet. Evet, bu devletin en mahrem yerlerinin anahtarları her zaman birilerine teslim edilir. Onlar, devlet için de, toplum için de "yediemin" sayılan, kabul edilen kişilerdir. Hiç kimsenin aklına kötü bir şey gelmez ve güven tamdır.
Peki bu yurtta bu gibi devletin en üst düzey kademelerinde Müsteşarlık, Genel Müdürlük, hatta bizzat Cumhurbaşkanlığı gibi kurumlarda Genel Sekreterlik yapmış kişiler şimdi nerelerdedir?
Bu ülkede yıllarca arı ve namusu ile Bakanlık yapmış, köşesine çekilmiş, üzgün üzgün olanları izleyen çok kişi yok mudur?
Neden bunlar görmezlikten geliniyor, bir türlü anlamıyorum.
İlla hepimizin için, gözönünde, popüler birisi mi olmak zorunda ve onu mu seçmek zorundayız. Her görev kutsaldır ve önemlidir.
Bir anımsatma ile çenemi kapatayım. Anımsayın, 1989 yılıdır. Ankara'ya bir belediye başkanı seçilecektir. "Sosyal demokrat" kesim, geçmişi merkez sağdan bir kişiyi belediye başkanı seçtirir!..
Her şey yolundadır. Önceki başkanların metro, tahsisli yol vs gibi projeleri unutulur ve her şey onun adına ve başarı hanesine yüklenir.
Siyaset tıkanmıştır; sol, sosyal demokrat bir partinin genel başkanlığına parlak "sol", "sosyal demokrat" lider aranmaktadır.
Ve hemen bulunur. Arayan yer Ankara ise, bulan da Ankara olur ve Ankara Belediye Başkanını 1993 yılında Sosyal Demokrat bir partinin başına Genel Başkan seçerler. Hükümetlerde de önemli görevler alınır.
"Kurt dumanlı havayı sever" derler. Peki boşalan koltuklar ne olur? Bu koltuklara, hiç de beklenmeyen kişiler gelir; Ankara Melih Gökçek'e, İstanbul'da Recep Tayyip Erdoğan'a gitmemek üzere teslim edilir
Ben biraz taşralı sayılırım. Bizim taşrada, "Lafın tamamı aptala söylenir" derler. Arif olan anlar.
Hepiniz çok seviyorum Esen kalın.