BU KADAR BENZERLİK OLUR MU? –II
Gürkut Acar
Adamın biri 1949 yılında, ben doğduktan bir yıl sonra bir kitap yazmış.
Kitabın ikinci baskısı 1977 yılında: Türkiye’deki birinci baskısı ise 1984 yılında Can Sanat Yayınları tarafından yapılmış. O tarihten bu yana kaç baskı yapmış biliyor musunuz?
Tam 67 kez basılıp yayınlanmış. 67. baskısı ise Eylül 2019 tarihinde 50.000 adet yapılmış. Böylesine okurun az bulunduğu Türkiye’de 50 bin ve üzeri sattığını açıklayan gazetelerin sayısı bile 5-6 civarında iken bir romanın 50 bin adet kitabı bir defada basmış olması neyin göstergesidir?(Kaldı ki gerçekte bu gazetelerin bazılarının bırakın 50 bin satmayı, 5 bin adet sattıkları bile şüpheliyken…)
Kitabın yazarı George Orwell; romanın adı “Bin Dokuz Yüz Sensen Dört”…
71 yıl önce yazılmış bir kitabın nasıl bir önemi olabilir?
Neden bunca yıl sonra olağanüstü ilgi görüyor?
Çünkü bilimkurgu niteliğindeki bu kitap sanki bugünkü Türkiye’yi anlatıyor.
“Ne var ki, Julia, Parti öğretilerini yalnızca kendi yaşamına iliştiği ölçüde sorguluyordu. Doğru ile yalan arasındaki farkı önemsemediği için, resmi ağızlardan yayılan hikâyeleri çoğu zaman kolayca kabulleniyordu. Örnekse, okulda öğretildiği gibi, uçağı Parti’nin icat etmiş olduğuna inanıyordu. (Winston, kendisinin okula gittiği ellili yılların sonlarında, Parti’nin yalnızca helikopteri icat ettiğini ileri sürdüğünü anımsıyordu; on yıldan fazla bir zaman sonra, Julia’nın okula gittiği günlerde ise uçağın da Parti’nin buluşu olduğu öne sürülmeye başlamıştı; anlaşılan, Parti bir kuşak sonra buharlı makinenin icadına da sahip çıkacaktı.)
Winston, uçakların kendisi daha doğmadan, Devrim’den çok önceleri de var olduğunu söylediğinde, Julia umursamamıştı bile. Uçağın kimin icadı olduğunun ne önemi vardı ki?”...
AKP iktidarından önce evlerde buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın ve Hastanelerde Cankurtaran (Ambulans) olmadığına ilişkin en yüksek makamdan yapılan açıklamalar Büyük Birader iktidarının Türkiye’de de kurulduğunu gösteriyor.
Özellikle geçmişle olan bağların silinmesi için on sekiz yıldır yapılanlar tam da George Orwell’ in kitabındakilerle örtüşüyor: “Geçmişin resmen silinip yok edildiğini kavramıyor musun? Geçmiş yalnızca şu cam parçası gibi, Devrim’le, Devrim’den önceki yıllarla ilgili hemen hiçbir şey bilmiyoruz. Bütün kayıtlar ya yok edilmiş ya da çarpıtılmış, bütün kitaplar yeniden yazılmış, bütün resimler yeniden yapılmış, bütün heykeller, sokaklar ve yapılar yeniden adlandırılmış, bütün tarihler değiştirilmiş. Üstelik bu işlem her gün, her dakika uygulanmaya devam ediyor. Tarih durdu. Parti’nin her zaman haklı olduğu sonsuz bir şimdiden başka bir şey yok. Geçmişin çarpıtıldığını biliyorum, ama bu çarpıtmaları ben yaptığım halde bunu asla kanıtlayamayacağım. İş bittikten sonra geride tek bir kanıt kalmıyor. Tek kanıt kafamın içinde ve benim anılarımı paylaşacak bir kişi daha var mı, bilemiyorum…”(s.171)
Kurtuluş Savaşı, Çanakkale Savaşı olmamış gibi, bunlardan Mustafa Kemal adının, Valiliklerden TC ibarelerinin, Türkiye’deki tüm statlardan “Atatürk Stadyumu” isimlerinin ve daha bir sürü şeyin kaldırılması; geçmişi silme planının uygulamasından başka bir anlam taşımıyor. Bu nedenle daha beş yaşında bile olmayan küçükleri sübyan mektebi diye hiçbir pedagoji bilgisi olmayan hocalara teslim ederek, tarikat okullarına göndermeye başladılar.
Türkiye’de de heykeller yıkılıyor, sanat eserleri, sanatçılar, aydınlar aşağılanıyor, gazeteciler tutuklanıyor. Daha dün PKK ile işbirliği yapıp, hapisteki liderinin gönderdiği bildirileri Diyarbakır Meydanında halka okutan AKP iktidarı; Türkiye Nüfusunun yarıdan fazlasının yaşadığı kentlerin seçimle işbaşına gelmiş Belediye Başkanlarını PKK’lı, Fetullah Gülen Terör Örgütü yanlısı olmakla suçluyor.
Doğruları yazmak suç haline gelmiştir. Hapse atılmış tüm gazeteciler yalan haberden dolayı değil, doğru haber yaparak iktidarı güç duruma düşürmekten, halkı uyandırmaktan dolayı tutuklular.
Şöyle diyor George Orwell: “Felsefeleri, yalnızca yaşananların geçerliliğini değil, gözler önündeki gerçekliğin varlığını da üstü kapalı olarak yadsıyordu. Sapkınlıkların sapkınlığı sağduyuydu. Ve işin asıl korkunç yanı, farklı düşündüğünüz için sizi öldürecek olmaları değil, haklı olabilecekleriydi. İki kere ikinin dört ettiğini nereden biliyorduk ki? Yerçekimi diye bir şey olduğunu nereden biliyorduk ki? Geçmişin değiştirilemez olduğunu nereden biliyorduk ki? Madem geçmiş de, dış dünya da yalnızca zihinlerdeydi, madem zihin de denetlenebiliyordu, söylenecek ne kalıyordu ki geriye?
…Özgürlük, iki kere iki dört eder diyebilmektir. Buna izin verilirse, arkası gelir. (S.92)
Yorumlar