Bu aralar sık sık düşünmeye başladım, acaba evrimleşmeyip de, bu kadar bilgiyi kullanıp, bilim ve teknolojiyi de bu kadar geliştirmese miydik, diye düşünmekten de kendimi alamıyorum.

    Çok, ama çok eskileri ne güzelmiş. Güneş hep aynı temposunda doğup, batıyor olsa da, zaman pek yavaş geçiyor, ilerliyormuş.

    Tarihi çağları şöyle bir gözümün önünden geçirdim, her şey o kadar açık ve ortada ki!..

    İlk Çağ (Antik Çağ) M.Ö. 3200-M.S. 375, neredeyse 3.500 yıl.

    Orta Çağ'a gelince M.S. 375-1453 arası ve bin yıldan azıcık fazla. Orada yaşananları anımsamaya için el vermez.

   Yıllardan 1453, İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet'in fethi ile Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu çöküp, yok oluyor ve bir dönem bitiyor ve YENİ ÇAĞ başlıyor.

   Avrupa'da ve dünyanın birçok yerinde ekonomik ve ticari gücü eline alan yeni toplumsal sınıf Burjuvazi, Feodal düzenin Kral ve beylerine karşı, halkı (toprak sahibi olmayan üretici köylüleri) arkalarına alarak, 1789 Fransa'sında, FRANSIZ BURJUVA DEVRİMİNİ yaparlar..

     Fatihin İstanbulu alması, Dünya İmparatorluğu olan Bizans İmparatorluğu’nun son bulması ile başlayan çağ, 1789 Fransız Burjuva Devrimi ile son bulur. Bu kez zaman aralığı 4 yüz yıldan azdır.

     Zaman çok hızlı geçmeye başlıyor artık. Buyurun "Yakın Çağ"a.

    Yakın Çağın tarih dipnot da 1789, Fransız Devrimi ile başlıyor.

    Bilim, teknik ve üretimden kaynaklanan yeni gelişmeler; bunun sonucu ticaret ve rekabet şartları Dünyayı, Birinci ve İkinci Dünya (Paylaşım) Savaşlarına kadar getirmiştir.

     Hele 1917 Rus/Şubat/Ekim/Bolşevik Devrimi denilen süreç ile iktidara gelen Vladimir Lenin önderliğindeki Bolşevikler tarafından 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin kurulması, işi iyice çığırından çıkarır ve Sosyalist Blok ile Kapitalist Blok arasında, Soğuk Savaş dönemi başlar.

    Artık, Dünya'nın sanıldığı kadar büyük olmadığı anlaşılır.  Amerika Birleşik Devletleri Astronotları Neil Armstrong ve Buzz Aldrin,  20 Temmuz 1969 günü saat 20:18'de,  APOLLO 11 uzay aracı ile Ay yüzeyine iniş yaparlar.

    Zaman ve para, tüm dünya için önemli olmuştur. Bunun için de, bilim ve teknolojinin her türlü olanakları kullanılarak kişiler, şirketler ve devletler arasında kıyasıya bir rekabet ve savaş başlamıştır.

    Özellikle 1950'lerden sonra, bilimin her türlü olanakları, üretim ve ticaret alanlarında kullanılmaya başlar; bu kez de çağlar, "BİLGİ ÇAĞI", "TEKNOLOJİ ÇAĞI", BİLİŞİM ÇAĞI" gibi isimler ile anılmaya başlanır.

    Yakın Çağın ömrü ise, ancak yüzyıldan biraz fazla olabilmiştir.

     Hele 1999'da, 20'inci yüzyıl bitip, 2000'de 21'inci Yüzyıla girince, bu kez de bütün dünya vatandaşları olarak hepimiz için "MİLENYUM ÇAĞI", ikinci binyıl çağı başlamıştır.

   Çağ, bu kez de,  "DİJİTAL ÇAĞ" olarak anılmaya başlanır.

    Zaman nasıl geçiyor bilemem ama çağımızın çok hızlı değişip dönüştüğü kesin.  Değişimleri anlamak için, elimizden düşürmediğimiz telefonlara ve teknolojilerine bir göz atmanız yeter.

    Şimdi gel de, yaşlı yerli(Kızılderili) İNKA Medeniyeti Rehberinin, bir grup İspanyol Korsana söylediklerini anımsamadan geç.

    Meksika'daki İnka Medeniyetini araştıran İspanyol akademisyen, kral ve soylu mezarlarının içinde bulunan onlarca altın çatak, tabak gibi eşyadan bir kaçını yanına, anı olsun diye alır.

    Zamanla ekonomik sıkıntıya düşen akademisyenin aklına, getirdiği bu eşyalardan bir ikisini satmak gelir ve kuyumcu/ antikacıya satar.

     Bunu görenler, akademisyenden Alp Dağlarının tepesindeki bu harabelere kendilerini götürmesini ve rehberlik yapmasını isterler.

    Bir gemi ile yola çıkan korsanlar, aylar sonra limana varırlar ve akademisyen aracılığı ile rehberi, bir liman meyhanesinde bulurlar.

    Sabah erkenden yola koyulan grup, kalıntıların olduğu yere bir an önce varmak için hızla tırmanmaya başlarlar.

    Tırmanmanın yaratacağı sorunları bilen yerli rehber, belli aralıklarda dinlenme molaları verir.

     Sabırsız korsanlar, sık sık verilen molalardan rahatsız olurlar.

     Neden sık sık mola veriyoruz, biz yorulmadık ki derler.

     Yaşlı rehberin yanıtı; “Çok hızlı tırmanıyoruz, bu yüzden ruhlarımız çok uzak gerilerde kaldılar,  biraz oturup ruhlarımızın bize yetişmesini beklemeliyiz", der!..

     Dünyada da, Ülkemizde de her şey o kadar hızlı gelişiyor ki. Bir yanda savaşlar, talanlar, yalanlar, soygunlar, vurgunlar yetmedi çökmeler;

    Diğer yanda da açlık, yoksulluk, sürgünler, mülteciler, sığınmacılar  ve bunlardan nemalanan arsız ve yüzsüzler, hatta vicdansızlar.

    Adı konulmamış bir üçüncü Dünya/Paylaşım Savaşı yaşanıyor.

    Dünya, doğası, insanı ve insanlığı ile birilerince yok ediliyor.

    Biz İnsanlar, birlerinin değirmenine su taşıyacağımıza, OTURUP BİRAZICIK DÜŞÜNSEK Mİ?

    Ne dersiniz?