Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı, Şerif Gören’in yönettiği “Yol” Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi kazandıktan sonra Fransa’da olağanüstü bir seyirci ilgisiyle karşılanmıştı…
Dünyanın her yanındaki sanatçıları, kültür insanlarını, yazarları, filmcileri, opera şarkıcılarını cömertçe destekleyen, onları himaye eden, ihtiyaç duyduklarında onlara sığınma imkanı veren, onlara kapıları her zaman açık olan Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand (1981-1995 arasında 13 yıl 11 ay 26 gün Fransa’yı yönetmişti) Türkiye’den de Yaşar Kemal ve Yılmaz Güney’e çok özel bir değer ve çok özel bir önem vermişti…
Los Angeles’ta yılın en iyi yabancı filmi dalında Altın Küre adaylığı elde etmeyi de başaran “Yol” 1 Eylül 1982 Fransa sinemalarında gösterime girerken, Türkiye sinemalarında (yaklaşık 17 yıl sonra) 12 Eylül 1980 askeri darbesinin baskı ortamının hafiflemeye başladığı 12 Şubat 1999’da gösterilmeye başlanabilecekti…
17 yılda Türkiye’de herkes korsan kopyalarını seyretmiş bulunduğundan “Yol”un Türkiye sinemalarındaki seyirci sayısı (459 bin 16 kişi) ne yazık ki Fransa sinemalarındaki seyirci sayısının (1 milyon 250 bin 767 kişi) gerisinde kalmıştı…
Şerif Gören yönetmen olarak en yüksek, en üstün ve en iyi performansını “Yol”un senaryosunu beyazperdeye aktarırken gösterdi. Ortaya gerçekten çok etkileyici bir film çıktı.
Türkiye’nin özellikle kadın yurttaşlarına cehennem hayatı yaşatan, dev bir açıkhava cezaevi ve toplama kampı olarak fotoğrafını çeken / resmeden “Yol”; Türkiye’nin aynı zamanda 28 Aralık 2011’de Uludere / Roboski de öldürülen sınır kaçakçıları gibi sınır kaçakçılığından başka hiçbir geçim / gelir kaynağı (çaresi; çıkış yolu) olmayan insanların ülkesi olduğunu dünyaya gösteriyordu.
Yarı belgesel havası taşıyan filmin senaryosunda yer alan (gerçekten yaşanmış bir olaya dayanan) ancak filmin kendisine çeşitli nedenlerle bir türlü aktarılamayan bir bölümde cezaevinden evine bayram izniyle giden mahkumlardan biri yoksulluğundan dolayı belediyelerin sokakta yaşayan hayvanları zehirlemek için orta yere bıraktığı zehirli kıymayı alarak ailesine bir ziyafet çekmek isteyecek ve çok kalabalık aile tam bir katliam kurbanı olacaktı.
Türkiye sinemalarında 17 yıl gecikmeyle 12 Şubat 1999’da gösterilmeye başlanan, Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı ve Şerif Gören’in yönettiği “Yol”un bir sahnesi için güzeller güzeli, zavallı, gariban bir atın canına kıyılmıştı.
Hatta başlangıçta bunu (atı öldürmeyi) Tarık Akan’ın yapması istendi. Vicdanlı bir insan olan Tarık Akan son anda ata gerçek kurşunları sıkmaktan vazgeçti. Onun yerine setteki başka bir insan (!) masum, çaresiz, biçare atı acımasızca öldürdü.
Yılmaz Güney’in yazdığı senaryonun sözünü ettiğim sahnesi şöyledir: Seyit karakteri (Tarık Akan) donmak üzeredir; donmamak için önce atının kafasına kurşun sıkar, sonra da ölen atın henüz sıcacık durumdaki karnını yararak ellerini ve ayaklarını onun içine sokar.
Tarık Akan Can Yayınları tarafından 2002 yılında basılan ve gelirleri yazarı tarafından Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’na bağışlanan “Anne Kafamda Bit Var” adlı anılarında bu olayı şöyle anlatır:
“Başçavuştan alacağımız silahla filmdeki atımı öldürecektim.(…) Çekim boyunca atla aramda inanılmaz bir bağ kurulmuştu…Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım çok farklı bir arkadaşlık yaşamıştık. Bana duyduğu sevgi ve bağlılığı atın gözlerinden okuyordum.Kar fırtınasında yanıma gelip kafasını paltomun içine sokuyor, gözlerini gözlerime dikiyordu…
Çekim sırasında üstünden düştüğümde burnuyla beni itiyor, kokluyor, sanki canımın yandığını anlamış gibi üzülüyordu, bir de beni avutmaya çalışıyordu.Onu hiç yularından tutup çekmem gerekmemişti.İş (çekim) bittiği zaman arkama takılıp bir köpek gibi beni izliyordu.Filme başlamadan önce “Yol”un yönetmeni Şerif Gören’e “Meraklanma, bu sahnede atı öldürebilirim.O Kadar cesareti bulabilirim, yapabilirim,” dediğimi anımsıyorum.
Atı vuracağım sahne çekilirken hayvancığa uyuşturucu iğne yapıldı.At yere yığıldı.Yakın planların hepsi çekildi: Donmuş bir el, ısıtılmaya çalışılan bir el, ateş edemeyen bir el ve atın yakın planları aradan çıktı.Sıra öldürme planının çekimine gelmişti.Kamera uzağa gitti, genel bir plan çekilecekti.Silah elimdeydi ve içinde tek bir kurşun vardı.Başçavuş bir kurşundan fazla vermiyordu.Şerif Gören,”Kamera!” diyecekti ve ben kısa bir süre sonra atın kafasına bir kurşun sıkacaktım.Karların ortasında ben ve yerde yatan atım trajik bir şekilde yerlerimizi almıştık.Kamera uzakta hazırlanırken at gözlerini açıp bana yalvarır gibi baktı.Kafasını kaldırmak istedi.Sanki bana doğru gelmek istiyormuş gibime gelmişti.
Bu arada Yönetmen Şerif Gören “Kamera!” diye bağırdı…Bekledi.Burada tabancamı çekmeli ve kurşunu atın kafasına sıkmalıydım.Ama yapamıyordum işte.”Ateş etsene! Ateş et!” diye bağırdı Şerif Gören.”Yapamayacağım Şerif, stop!” diye seslendim.Atın başından ayrıldım.”Ben bu atı öldüremem,” dedim ve sözlerimi sürdürdüm:”Yakın plan başkasının elini çek.Kusura bakma, ben yapamayacağım,” dedim. Yılmaz Güney’in yeğeni araya girdi:
“Ben yaparım.Atı öldürürüm,” dedi.Paltomu kendisine verdim.Kamera hazırlandı.Yılmaz Güney’in yeğeninin el planı çekildi.Derken bir silah sesi…”At öldü, gel Tarık,” dediler. Koşarak gittim.Paltomu giydim, daha sonraki planlara geçmek üzere çalışmaya başladık.Kamera hazırlanıyorken at gene kafasını kaldırıp bana baktı.Ayağa kalkmaya yelteniyordu. Ölmemişti. Başçavuşa gittim: ”Mermi ver, at ölmemiş,” dedim. Başçavuş, kendini tiksinti verici bir şekilde naza çekiyordu.
Yalvarta yalvarta bir kurşun daha verdi. ”Başçavuşum, ver birkaç tane daha, bak at can çekişiyor,” dememe karşın onu bir tek kurşundan fazlasına razı edememiştim. Yılmaz Güney’in yeğeni o tek kurşunu da atın kafasına sıktı.Sonra ben tekrar sahne aldım.Tam çekime geçilecekken, at gene gözünü açtı, bakışlarıyla beni arıyordu.
Bayılacak gibi olmuştum, çıldıracaktım…Bir kez daha başçavuşun yanına gittim: “Mermi ver!” dedim. Başçavuş,”Mermi yok!” dedi.O anda yakasına yapıştım: “Senin de, merminin de,” dedim.Küfrettim.Yöre halkı başçavuştan yalvara yakara üç mermi daha almıştı.Yılmaz Güney’in yeğeni kurşunları boşalttı, at bu kez gerçekten öldü.Paltomu giydim, bir sonraki sahneye geçtik.
Senaryoya göre donmak üzereydim; atın karnını kesecektim, ellerimi, ayaklarımı atın karnına sokup donma tehlikesini bir süre geciktirecektim. Ne yazık ki bu sahneyi kötü bir zamanda, hava kararmak üzereyken çekmiştik.Ertesi güne bırakamıyorduk; çünkü gece boyunca kurtların atın ölüsünü parçalayacağını biliyorduk.
Sonuçta akşam üstü çekilen sahnede renkler çok koyu çıktığı için Yılmaz Güney “Yol”un kurgusunda bu bölümü çıkarmak zorunda kalacak, bu da onu hem üzecek, hem de sinirlendirecekti.”
Costa Gavras’ın “Missing-Kayıp” adlı filmiyle Şerif Gören’in yönettiği “Yol”a 1982’de Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye ödülünü paylaştıran seçici kurul belki de bugüne kadar oluşturulmuş en iyi aydınlar topluluğuydu…
Nobel edebiyat ödüllü romancı Gabriel José García Márquez de (1927-2014) 32 yıl önce Altın Palmiye’yi “Yol” ve “Missing-Kayıp” arasında paylaştıran seçici kurulun bir üyesiydi.
Yunan asıllı Fransız vatandaşı yönetmen ve senaryo yazarı Costa Gavras yakın zamanda Public Broadcasting Service (PBS) televizyon kanalından Charlie Rose’la yaptığı söyleşisinde 2014 yılı 67. Cannes Film Festivali açılış filmi “Grace of Monaco” da Andre Pevern tarafından canlandırılan Fransa eski Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün (1890-1970) tokgözlülüğüne övgüler yağdırdı ve Charles de Gaulle’e hayranlığını dile getirdi. Gavras, de Gaulle’ün emekli tankçı general ve Cumhurbaşkanı olarak devletten çifte maaş alma hakkı olmasına rağmen tek maaş almayı tercih ettiğini söyleşisinde özellikle belirtti.
1921’den bu yana evli olduğu eşi Yvonne Vendroux de Gaulle’le (1900-79) birlikte Ekim 1968’de Türkiye’yi ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle için ABD 32. Başkanı Franklin Delano Roosevelt (1882-1945) “Bu adam olsa olsa diktatör olur,” öngörüsünde bulunmuş, “O’nun diktatör potansiyeli taşıdığını” belirtmiş, de Gaulle’ün geleceğin Fransa’sına lider olmaması için elinden gelen her şeyi yapmış, her türlü çelmeyi takmıştı…Roosevelt Amerikan ve İngiliz orduları tarafından Fransa’daki Alman işgali (1940-1944 arasında yaşanmıştı) sonlandırıldıktan sonra ülkenin general Henri Giraud’ ya (1879-1949) emanet edilmesini de tavsiye etmişti…
Charles de Gaulle, Roosevelt’i yanılttı; Fransa’da 22 Nisan 1961 Cumartesi günü General Raoul Salan’ın (1899-1984) yaptığı askeri darbe girişiminin püskürtülmesinde ve ülkede demokrasinin korunmasında birinci derecede rol oynadı. Charles de Gaulle vefat ettiğinde orta halli bir Fransız vatandaşından daha varlıklı değildi. Bu nedenle ailesi evlerini bile satmak zorunda kaldı…
Öte yandan, Fransa Cumhurbaşkanlığından emekli olduğunda François Mitterand’ın da (1916-1996) bankada 40 bin dolardan başka bir parası yoktu!
Costa Gavras, “The Wolf of Wall Street-Para Avcısı”yla (yönetmen: Martin Scorsese) akraba filmi “Le capital- Capital” de varolan kapitalist ekonomik düzenin zengini daha zengin etmek için kurulduğunu, zenginlere sürekli olarak daha çok para aktarabilmek için de sistematik olarak yoksulların soyulması gerektiğini anlattı…Filmin temalarından biri çok paranın baştan çıkarması, yozlaştırması ve çürümeye neden olmasıydı.
2008 dünya ekonomik bunalımına Costa Gavras’ın bakışı (yorumu) olan “Le capital- Capital”in baş rolünde bu filmdeki rolü için bir milyon Euro ücret alan Gad Elmaleh vardı…
Babası Charles Chaplin gibi mim sanatçısı olan Elmaleh, Ben Stiller’ın Fransa şubesi olarak da tanınıyor; bu arada Fas Yahudisi kökenli Elmaleh ile oyuncu & Monaco Prensesi Grace Kelly’nin torunu (Grace Kelly’nin kızı Caroline’in kızı) Charlotte’un (1986 doğumlu) 17 Aralık 2013’te Raphael adında bir çocukları dünyaya geldi.
Costa Gavras’ın ”Missing-Kayıp” adlı filmiyle Şerif Gören’in yönettiği “Yol”a 1982’de Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi paylaştıran seçici kurul belki de bugüne kadar oluşturulmuş en iyi aydınlar topluluğuydu…
Yılmaz Güney’in senaryo yazarı, yapımcılarından ve kurgucularından biri olduğu “Yol” yabancı film dalında Los Angeles’ta Altın Küre adaylığını da elde edecekti.
Costa Gavras, yıllar sonra “Yılmaz Güney, cesur bir filmciydi.Ölümü hepimiz için, ancak daha da çok Kürtler için, büyük bir kayıptır…Kürtlerin mücadelesi Yılmaz Güney’siz de devam edecek,” diyecekti.
Altın Palmiye’yi “Yol” ve “Kayıp” arasında paylaştıranlar arasında kimler vardı?
*İtalya’da büyük saygınlığı olan ve William Shakespeare sahnelemeleriyle ünlü tiyatro yönetmeni Giorgio Strehler (1921-1997)
*“Noirs et blancs en couleur- Black and White in Color-Siyahlar Beyazlar ve Renkliler” (1976) adlı filmiyle yabancı film OSCAR’ını, “La guerre du feu- Quest for Fire-Ateş Savaşı” (1981) ve “L’ours-The Bear-Ayı” (1988) adlı filmleriyle yılın en iyi yönetmeni dalında Cesar’ı kazanan, yine Cesar ödüllerinde ”Der Name der Rose-Gülün Adı” (1986) adlı filmi yılın en iyi yabancı filmi, “Ateş Savaşı” adlı filmiyse yılın en iyi filmi seçilen Jean-Jacques Annaud (1943)
*”Ladri di biciclette- Bicycle Thieves-Bisiklet Hırsızları” (1948) ,“Senso-Günahkar Gönüller” (1954), ”Rocco e i suoi fratelli- Rocco and His Brothers-Rocco ve Kardeşleri” (1960) ve “Il gattopardo- The Leopard-Leopar” (1963) gibi ölümsüz filmlerin senaryo yazarı Suso Cecchi D'Amico (1914-2010)
*Charles Chaplin’in kızı, “Doctor Zhivago-Doktor Jivago” (1965) ve “Chaplin” (1992) filmlerinin oyuncusu Geraldine Chaplin (1944)
*Nobel edebiyat ödüllü romancı Gabriel José García Márquez (1927-2014)
*Dört kez yönetmen, bir kez de senaryo yazarı dalında toplam beş kez kez OSCAR adaylığı elde eden Sidney Lumet (1924-2011)
*Üç filmi Cannes Altın Palmiye’sine, bir filmi Berlin Altın Ayı’sına, bir filmi de Venedik Altın Aslan’ına adaylık elde eden yönetmen Mrinal Sen (1923)
Costa Gavras’ın babası İzmir’e çıkan Yunan İşgal ordusunda 3 yıl boyunca görev aldı. Babasının pek çok silah arkadaşı Türk-Yunan savaşlarında hayatını kaybetti.
Costa Gavras 12 Şubat 1933’te Yunanistan’da dünyaya geldi.18 yaşındayken Amerika Birleşik Devletleri’nden vize alamayınca Paris’e gitti ve 1956’da Fransız vatandaşlığına geçti.
Yönettiği “Z-Ölümsüz” (1969) adlı film yılın en iyi filmi, yönetmeni, uyarlama senaryosu, kurgusu ve yabancı filmi dalında (toplam beş dalda) OSCAR ödülüne aday gösterildi; bu ödülü kurgu ve yabancı film dallarında kazandı. Mikis Theodorakis’in “Z-Ölümsüz” bestelediği fon müziğinin OSCAR ödülüne aday gösterilmemesiyse hala eleştiriliyor.”Z-Ölümsüz”, Cannes Film Festivali’nde seçici kurul özel ödülüne de layık bulundu.
Costa Gavras’ın ”Missing-Kayıp”(1982) adlı filmi Şerif Gören’in yönettiği “Yol”la Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’yi paylaştı.
”Kayıp” yılın en iyi filmi, erkek oyuncusu (Jack Lemmon), kadın oyuncusu (Sissy Spacek) ve uyarlama senaryosu dallarında OSCAR ödülüne aday gösterildi; bu ödülü uyarlama senaryo dalında kazandı.”Kayıp”ın senaryosuyla Costa Gavras ilk ve tek OSCAR ödülünü kazandı.”Missing-Kayıp”, İngiliz Film Akademisi’nce verilen BAFTA Ödülleri’nde de uyarlama senaryo ödülünü elde etti.
Costa Gavras’ın “Music Box-Müzik Kutusu”(1989) adlı filmi Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı’ya layık bulundu ve baş roldeki Jessica Lange’e kadın oyuncu dalında OSCAR adaylığı getirdi.
Costa Gavras’ın “Section Speciale-Özel Bölüm” adlı filmi (1975) Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye için yarıştı ve burada yönetmen ödülünü kazandı.
Costa Gavras’ın Papa’nın ve Katolik kilisesinin (Vatikan’ın) üç kıtayı ateşe veren Nazi Almanya’sıyla sıkı ilişkilerini konu alan “Amen-Amin” adlı filmi (2002) Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı için yarıştı.
Costa Gavras’ın “La petite apocalypse”(1993) adlı filmi yine Berlin Film Festivali’nde büyük ödül Altın Ayı adaylığını elde etti.
Costa Gavras’ın çok beğendiği filmlerden bazıları:
*Greed-Tutku /Erich von Stroheim /1924
*Modern Times-Modern Zamanlar /Charles Chaplin /1936
*The Grapes of Wrath-Gazap Üzümleri /John Ford /1940
*Seven Samurai-Yedi Samuray /Akira Kurosawa /1954