Emekli, kahvaltı sırasında her sabah yaptığı gibi TV'de İsmail'i izliyordu. İsmail rahmetli ablasının her sabah merakla izlediği biriydi. O zamanlar takılırdı ablasına 'Senin İsmail, lafı iki de bir anneciğine getiriyor. Babasından hiç söz etmiyor' diye.
O günlerden bu yana emekli de İsmail'i izlemeyi adet edinmişti. Bu kez de merak ediyordu İsmail'in emeklilerle, dar gelirlerle ilgili söyleyeceklerini. Ancak İsmail kahve içmek için izin istemiş, reklamlara girilmişti. Reklamlarda "Babalar Günü"ne dikkatler çekiliyor, babaların önemi hatırlatılıyor ve üstü kapalı babalara hediye alınması mesajı veriliyordu.
Emekli reklamları izlerken hayallere daldı. Küçük yaşlarda kaybettiği babasını düşündü. Yad ellerdeki çocuklarını düşündü. Babasına ait pek anısı yoktu. Uzun kış geceleri Ankara'daki sıcak yuvalarında babasının masallar, öyküler anlattığını anımsıyordu.
Üç kardeşiyle birlikte tadına doyamadıkları masallar, öyküler. Babasının turkuaz renkli arabasıyla onları Atatürk Orman Çiftliği'ne, Kalaba'ya, Kayaş'a pikniğe veya Küçükesat'ta bağ evinde yaşayan dayılarına, Hisar'da yaşayan teyzelerine götürdüğü mutlu günleri hatırlıyordu. O mutlu günlerden geriye kimseler kalmamıştı, arada bir telefonla görüşebildiği yıllardır yüzlerini göremediği yad ellerindeki kuzenlerden gayri.
Babası vefat ettikten sonra annesi dört çocukla baş başa kalmıştı. Zor zamanlardı o zamanlar. İlkokulu bitirmesinden ardından İstanbul'daki Darüşşafaka Lisesi’nin sınavına girmişti. Sınavı kazanması hayatının dönüm noktasıydı. Yad ellere gitmişti küçük yaşta okumak için. Ancak, şefkat ocağı Darüşşafaka onun için ikinci bir baba gibiydi.
Öğrenim gördüğü uzun yıllar boyunca Darüşşafaka Lisesi'nin emanet aldığı çocuklara baba koruyuculuğu ile şefkatle sarıldığını, onları en iyi şekilde yetiştirmek amacıyla hiçbir fedakarlıktan kaçınmadığını gördü. Darüşşafaka aynı bir baba gibi, sevgi ve şefkatin yanı sıra öğrencilere disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı da veriyordu.
Aşılanan bu duyguların, zeki, yetenekli, başarılı bu çocukları geleceğe taşıdığını, hayattaki başarılarının merdiven taşları olduğunu zamanla öğrenmişti emekli. Darüşşafaka'nın babaların, babası olduğunu zamanla öğrenmişti emekli, diğer tüm Daçkalılar gibi.
Darüşşafaka'dan aldığı güç ile idealindeki Fakülte olan Ankara'daki Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girmeyi başarmıştı. 'Başka bir aşk istemez aşkınla yanar kalbimiz/Ey vatan gözyaşların dinsin yetiştik çünkü biz' denilen bir Fakülteydi Mülkiye. Gurur duyardı her daim Mülkiyeli olmaktan. Siyasalın ardından yine idealindeki bir kamu kurumunda meslek hayatına atılmıştı. Orası da gurur duyulan, büyük özveriyle hizmet edilen, özenilen bir kurumdu. Darüşşafaka'dan kazandığı disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı tüm meslek yaşamına yön vermişti. Keza Mülkiye'de aşılanan vatan sevgisi ve her kim olursa olsun insana duyulan saygı meslek yaşamında yol gösterici olmuştu. Kırk yılını adadığı kamudaki görevi sırasında edindiği deneyimler de yaşamında kalıcı izler bırakmıştı.
Kamuda görevli olduğu yıllarda yad ellerde evlenmiş, yad ellerde biri kız, diğeri erkek iki çocuğu olmuştu. Çocuklarını da edindiği bu birikimlerle aynı disiplin ruhu, sorumluluk duygusu ve görev aşkı ile yetişmeleri için eşiyle birlikte büyük özen göstermiş, onları en iyi okullara göndermişlerdi. Çocukları da devam ettikleri tüm öğrenim kurumlarından başarıyla mezun olarak, hayata atılmışlar, kendi düzenlerini kurmuşlardı.
Ancak kanatları güçlenen kuşlar misali çocukları kanatlanıp uzaklara gitmişlerdi. Yad ellerde doğan çocukları yaşamlarını yad ellerde sürdürüyorlardı. Özlem diz boyu idi. Hasret diz boyu idi. Kendi sağlık sorunları ve diğer sorunları ile değil, hala onların her türlü sorunları ile yakından ilgileniyorlardı. Çocukları ve torunları önceliklileriydi. Kulakları telefondaydı. Elinden düşürmüyordu cep telefonunu emekli. Ararlar da bulamazlar diye.
Emekli sık sık çocukları küçükken bir havuzda birlikte çektirdikleri bir fotoğrafa özlemle bakardı. Her ikisini havuzda kollarının arasına almış. Üçü de mutlu, neşeli. Bir daha tekrar çekilmesi mümkün olmayan bir fotoğraf. Emekli ara sıra da yad ellerdeki oğlunun sosyal medyadaki sayfasına göz atıyordu. Oğul da özlem içinde, hasret içindeydi. Uzaklardaki zeytin gözlü sevgili kızının fotoğraflarıyla, videolarıyla doluydu sayfası. Sevgi dolu, özlem dolu ifadelerle. Tekrar bir araya gelinecek günleri iple çekiyordu herkes.
Emekli hayal aleminden sıyrılıp, tekrar TV 'da İsmail'i izlemeye başlıyor. İsmail, Cumhurbaşkanı'nın muhalefet lideri ile görüşmesini değerlendiriyordu birileriyle. 'Cumhurbaşkanı bizim kültürümüzde Devletin babası gibidir' diyor emekli eşine. 'Herkesi kucaklaması, herkesi kollaması, koruması gerekir. Baba dediğin evlatları arasında ayrı gayri yapmaz. Her birine eşit mesafede davranır. Adildir. Aile içinde kavga gürültüyü izin vermez. Uzlaştırma yolları araştırır. Aile içi barışı, huzuru korur. Aile bireylerinin esenliği, refahı, mutluluğu için çalışır, çabalar. Ailenin bütünlüğünü, birliğini bozmak isteyenlere, dalkavuklara, bir takım hesaplarla uzaktan göz kırpanlara vs. izin vermez. Zor iştir baba olmak. Zor iştir Cumhurbaşkanı olmak. Her yiğidin harcı değildir' diye söylenmeye devam ediyor, kahvaltı tabağının yanındaki renk renk ilaçlarını alırken. Darüşşafaka'dan, Mülkiye'den yetişmiş, ömrünü kamuya adamış pek çok kişi gibi emeklinin yaşam felsefesi buydu. Bu düşüncelerini paylaşacak kendisini sessizce, sabırla dinleyen kimseler kalmamıştı çevresinde...
BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN...