Atatürk'ün sağlığının henüz bozulmadığı dönemde (1932-1933) Sovyetler Birliği'nde en az 7 milyon kişinin açlıktan öldüğünü biliyor muydunuz? İşte Atatürk'ün Türkiye'si aynı dönemde bir refah, huzur ve istikrar adasıydı...
Sovyetler Birliği'nde 1932-1933 döneminde en az 7 milyon kişinin açlıktan öldüğünden de söz eden belgesel ektedir:
https://www.youtube.com/watch?v=mcfn1eJPzEw&t=170s
1
CHP'nin genel başkanı bile ne yazık ki Atatürk'ü anlayamamıştı:
"Tarikatlar yasaklanamaz. cumhuriyetin ilk dönemlerinde tarihsel nedenlerle buna gerek duyulmuş olabilir; ama artık laik düzen yerine oturmuştur ve vatandaş tarafından benimsenmiştir. bu durumda tarikatları yasaklamayı ve sakıncalı görmeyi çok yadırgıyorum."
Bülent Ecevit, 1990
2
1958’de İstanbul’da et sıkıntısı baş gösterince Başbakan Adnan Menderes, tek parti dönemini adres göstererek Türkiye siyasi tarihinde köklü bir geleneği de başlatmış olur.
1958 bütçe konuşmasına Başbakan Menderes bugün çok aşina olduğumuz bir soruyla, “Onların zamanında bakalım et var mıydı, yok muydu?” diye başlar.
Tabii CHP sıralarından “Yok, daha neler!” nidaları eşliğinde.
“1950’ye nazaran acaba Türkiye kasaplık hayvanların mevcudu bakımından geri mi, yoksa daha ileri mi gitmiştir? Evvelâ, bunu gözden geçirelim:
1950’de kasaplık hayvan mevcudu 51 milyon, 1957’de 66 milyon. Demek ki, 15 milyonluk bir tezayüt (artma, çoğalma) var” diyen Menderes, “onların zamanının” ne kadar korkunç olduğunu kanıtlamak için o günün iktidar destekçisi Vatan, Yeni Sabah ve Hürriyet gazetelerinden haber spotları okur.
O sırada muhalefette olan CHP’nin protestoları arasında Menderes, “1949’da vaziyet işte bu idi. 1957’de daha iyi bir duruma girmiş bulunuyoruz. Takip edilen iktisadî politikanın efkârı umumiyeye doğru ve isabetli şekilde aksettirilmesi, demokratik rejimde büyük ehemmiyet arz eder” diye devam eder konuşmasına.
3
Celal Bayar’ın Yassıada’daki Savunma Konuşmasından Bir Bölüm:
“Atatürk’ün mesaisinde bizim de bir gölgesi olarak mesaimiz vardır. Yalnız bu kabûl edilsin, Atatürk’le ölünceye kadar beraber bulunuyorduk. Hatta son nefesinde “Evlâdım sana emanet,” demişti. Atatürk inkilaplarına karşı kötü muamele yaptığımız iddiası bize verilecek en büyük cezadır. Ben asılmaya razıyım; zaten yaşamımın sonundayım. Yalnız Atatürk inkilaplarına kötü muamele yaptığımız bize söylenmesin .Bizim ne gibi bir muamele yaptığımızı tarih kaydetmiştir. Bu imtiyaz asla elimizden alınamaz. Atatürk’le beraber memlekete hizmet ettiğimi ve onun bana olan itimadını herkes bilir.”
4
Atatürk: “Dünyada her şey için; medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalalettir.”
5
Atatürk: “Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.”
6
Metin Toker, “Demokrasimizin İsmet Paşalı yılları” adlı kitabında bir anekdota yer verir:
"Burada, bir iyi bilenden işittiğim hikâyeyi anlatmalıyım. İzmir suikastından sonra maliye vekili Cavid bey idama mahkum olmuş. Cavid bey, Selanikli ve dünyanın sarraflarıyla, mali çevreleriyle ilişkileri sıkı. Bunlar ve türkiye'deki yakınları bir kampanyaya girişmişler: Cavid bey idam edilemez, zira Cavid bey eğer idam edilirse bütün batı âlemi, farmasonlar, bankacılar Türkiye'nin aleyhinde cephe alırlar! Propaganda Mustafa Kemal'e yansıtılmış. Gazi bir düşünmüş ve şöyle demiş: 'Bir asın bakalım, ne olacak?…'"
7
Mustafa Kemal Atatürk’ün, Seyit Rıza’nın 15 kasım 1937 tarihindeki idamından bir gün sonra Singeç köprüsü’nün açılışında sarf ettiği söz:
"Asiler bir köprü yakarak isyan başlattılar. Ben de bir sigara yakarak bitiriyorum."
8
"En mesut Türkler, Atatürk yaşarken ölmüş olanlardır. Ömrümüzün ve Türk tarihinin en acı yasını tutmak talihsizliği bize düştü."
"Düşman ordularından kurtulmuştuk.Ah Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünemeyeceğim...
Falih Rıfkı Atay
9
"Çanakkale destanının 50. yılı" adlı kitaptan (Yazarı: N. Hakkı Uluğ) bir bölüm şöyle:
Büyük Atatürk savaştığı insanları affetmişti...İşte bu büyük insan ve kahraman bir gün Çanakkale'ye giden bakanlarından birine şöyle dedi:"Orada Mehmetçik anıtının başında şehitleri anacaksın. Siz olmasaydanız , siz göğüslerinizi çelik kalelere karşı siper etmeseydiniz , Boğaz elden gider,İstanbul elden giderdi diyeceksin! Çanakkale'de yalnız bizim şehitlerimiz yok. Bu toprakların üzerinde kanlarını döken insanları da o kahraman düşman savaşçılarını da saygıyla anacaksın...Bu memlekette kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız, huzur içinde uyuyunuz...Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız...Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar gözyaşlarınızı siliniz...Evlatlarınız bizim bağrımızdadır...Huzur içindedirler; onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır..."
Süleyman Demirel: "Atatürk müthiş bir adamdır... Anzaklar (Çanakkale cephesinde Türk ordusuyla savaşan Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerler) için "Mehmetçikle koyun koyuna yatıyorsunuz, göğsümüzde yatıyorsunuz" demiş. Müthiş bir şey söylemişti... (1995)
"Atatürk müthiş bir adam. 60 yıl önce anzaklar için "Mehmetçikle koyun koyuna yatıyorsunuz, göğsümüzde yatıyorsunuz" demiş. müthiş bir şey. Bugün ben bunu söyleyemem."
Süleyman Demirel, 1995
10
Atatürk: “Cumhuriyet, ahlâkî fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık, korku ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir.”
11
Atatürk: "Beni övme sözlerini bırakınız; gelecek için neler yapacağız, onları söyleyin!"
12
Atatürk: "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır."
13
"Ah selanik, seni bir daha türk olarak görecek miyim?' dedi. Baktım, ağlıyordu. O altın sarısı saçlarını okşadım. Teselli etmeye çalıştım. Ben, Mustafa Kemal’in, bütün müşterek hayatımız boyunca bu derece duygulandığını görmedim."
Ali Fuat Cebesoy, 1967
14
Atatürk: "Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık nedir, tanımadım."
15
Atatürk: "Benim kuvvetim, benim size olan sevgim ve sizin bana olan sevginizdir."
16
Atatürk: "Bağımsızlık benim karakterimdir."
17
Atatürk: "Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere, Türk milletine canımı vereceğim."
18
Atatürk: "Zafer, zafer benimdir diyebilenindir."
19
"Türkiye’nin içinde veya dışında Atatürk düşmanı varsa bunlar Türkiye’nin dostu olamaz… Komşularımızla iyi münasebetler içinde olmak menfaatimize deniliyorsa Atatürk’ü bir kenara iterek olacak bu menfaati başınıza çalın diyorum."
Süleyman Demirel, 1991
20
Atatürk:
"Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim gereğidir diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet, saltanat; kuvvetle, kudretle ve zorla alınır."
21
"'İşte büyük zafer böyle ortak bir eserdir. şerefler de ortaktır.' dedi… Bu arada bir duraklama yaptı. Sonra içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ilave etti: 'ama yenilseydik sorumluluk ortak olmayacak, yalnız bana ait olacaktı.'"
Sadi Irmak, 1978
22
Atatürk:
"Ölüm, beşeriyetin değişmez kaderidir. Marifet unutulmamaktır."
23
Atatürk:
Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz.
24
Nejat Eczacıbaşı, hayat hikayesini anlattığı ve tanık olduğu tarihi gelişmeleri değerlendirdiği "Kuşaktan Kuşağa" kitabında seramik tesisinin 1958 yılındaki açılışına ait bir anıya yer verir:
"Seramik tesisinde o dönemde ilkokullara dağıtmak üzere Atatürk'ün porselenden büstlerini yapıyorduk. Program tasarlandığı biçimde gerçekleşti ve Celal Bayar ile Adnan Menderes tam fırınların önüne geldikleri zaman, üstünde Atatürk büstlerini taşıyan araba tünelin kapısından görünmeye başladı. Fırından çıkan büstlerin sıcaklık ölçüsünü tahmin edemeyen Menderes elini büstün üstüne koyunca aşırı sıcaktan oldukça irkildi ve 'Hayatında da kendisine her dokunanı yakardı!' dedi."
25
Atatürk:
"Devrimler yalnızca başlar, bitişi diye bir şey yoktur."
26
Atatürk:
"Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni takibe söz vermişsiniz. işte ben özellikle bu sözden çok duygulandım."
Mustafa Kemal Atatürk, 31 mart 1937
27
21 eylül 1937 tarihindeki 2. tarih kongresi esnasında İsmet Paşa, bir kağıda: "Bana dargın mısın?" yazıp, Atatürk’e uzattı. Atatürk’ten gelen cevap kağıdını ise ömrü boyunca sakladı:
"Hayır, her şeyi unuttum; bildiğin gibi, arkadaşım ve kardeşimsin."
28
Atatürk:
"Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uydurmasıyla maddi ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum."
29
"Hepsi inkılap uğruna ölmekten söz ederken, Mustafa kemal: 'mesele ölmekte değil, ölmeden ideallerimizi gerçekleştirmektedir.' diyordu."
Falih Rıfkı Atay, 1961
30
Lozan antlaşması, 24 temmuz 1923 tarihinde imzalandı. Görüşmeler sırasında İngiliz Lord Curzon’un söylediği sözleri, lozan kahramanı İsmet İnönü hayatı boyunca unutmadı:
"Harap bir memleketi imar etmek için, önümüzde diz çökeceksiniz."
31
Atatürk: Diktatör, insanların iradesini baskı altına alan ve onları itaate mecbur bırakan kimsedir. Ben kalpleri kırmak değil, kazanmak isterim."
32
Atatürk: "Ben, 1919 senesi mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde, maddi hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.
33
Atatürk:"Ben hayatımın hiçbir anında karamsarlık nedir, tanımadım."
34
Atatürk:
"Evet, mutluyum; çünkü başardım."
35
Türkiye'nin, nazi rejimi tarafından baskı gören bilim insanlarıyla temas kurduğunu öğrenen Hitler’in, "bu komünist profesörleri ülkenize sokmayınız" mesajını göndermesine Atatürk’ün yanıtı:
"Bir onbaşı beni cinayetlerine alet edemez."
Atatürk, cevabın sonrasında dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras ve milli eğitim bakanı Reşit Galip’e sürecin hızlandırılması talimatını verir.
36
“Bunlar ankara barlarında çıplak kadın seyrederler, Konya meydanlarında dindarlık taslarlar. Böyle siyasetçilerin elinde millet kaderinin kazaya uğramaması başlıca emelimizdir.”
İsmet İnönü, 13 ocak 1960
37
"Atatürk, seni sevmek milli bir ibadettir."
Celâl Bayar
38
Atatürk:
"Ey kahraman türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın."
39
"Dünyanın en rint, en kalender ve en müsamahalı bir insanı olan Mustafa Kemal, bir yabancının, hassaten bir avrupalı yabancının bulunduğu yerde, dünyanın en kaygılı, en tedirgin ve en alıngan adamlarından biri hâline girerdi."
Yakup Kadri, 1946
40
1930'larda Atatürk'ün Türkiyesi Avrupa'da barış, huzur, istikrar, refah adası olmuştu...Atatürk Türkiyesi 1929 dünya ekonomik felaketine rağmen hızla kalkınmaktaydı...
Atatürk yeni bir dünya savaşının yaklaşmakta olduğunu ilk keşfeden dünya liderlerinden biri oldu...
Atatürk, İngiliz siyasetçi Churchill gibi Fransız Albay Charles deGaulle'de Almanyanın ikinci dünya savaşını çıkarmaya hazırlandığını 1933'ten itibaren keşfetmişti...
Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı çıkacak ve savaşın mutlak galibi, tek kazananı Rusya olacak" kehanetini söylediği yıl için iki farklı tarih vermiş Mango 1932, Kinross 1934 diyor...
Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a söylediği "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı patlayacak " kehanetinden kitaplarında bahsetmişti.
Kinross Atatürk bu sözleri 1934'te söyledi, Mango 1932'de söyledi diyordu.
Mango haklıymış Atatürk bunu 27 ya da 28 Eylül 1932'de (Salı ya da Çarşamba günü) söylemiş.
1918'de Almanya savaşta yenilmişti ve yenenlerin ağır şartlarını Almanya ancak 1938'de ortadan kaldırabildi.
Hitler "Atatürk Osmanlıyı yenenlerin şartlarını 5 yılda ortadan kaldırabildi biz 20-22 yılda kaldırabildik," diyerek çok kızıyordu...
Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İsmet İnönü ile birlikte 12 Ekim 1937 Salı günü Aydın'dan Ankara'ya trenle giderken İkinci Dünya Savaşı'nın çok yakında patlak vereceğine ilişkin sinyalleri, işaretleri, İngiltere, Fransa, Rusya (Sovyetler Birliği), ABD, Almanya, İtalya, Japonya,İspanya arasındaki gerginlikleri, sürtüşmeleri, tehditleri, pazarlıkları, yakınlaşmaları, flörtleri, ittifakları ve bu ülkelerin Türkiye'den "krom ve diğer" taleplerini konuştular ve o gün Türkiye'nin savaşın dışında kalması için gereken önlemler belirlendi...
Milyonlarca kişinin Rusya,İtalya ve Almanya saldırılarını önlemek için askere alınması da o gün konuşulanlar arasındaydı...Bunlar konuşulurken Türkiye Cumhuriyeti en yakın ilişkilerini Sovyetler Birliği ve Almanya ile yürütmekteydi...
Atatürk ve İnönü İtalya ve Bulgaristan'ın Türkiye'den toprak taleplerine "Ordularınızı yollayın savaşalım" cevabını vermişlerdi...
Atatürk'ü ülkelerine davet eden Stalin ve Mussolini'yi İnönü ziyaret etmiş; İngiltere Kralıysa 1936'da Atatürk ve İnönü'yü ziyaret etmişti...12 Ekim 1937 Salı günü Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın Atatürk ve İnönü için derlediği dünya raporları da değerlendirildi...
Tokyo büyükelçisi Hüsrev Gerede'nin sağladığı istihbarat da çok değerliydi...
1923'te Lozan Antlaşması'nı imzalayan Türk heyetinde hukuk danışmanı, 1930-1932 arasında Türkiye'nin Paris büyükelçisi olarak görev yapan, 1934'ten itibaren ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt'in en yakın arkadaşlarından biri haline gelen Türkiye'nin Washington büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün'ün ve 1932'de Türkiye'nin Paris büyükelçiliği görevine getirilen Suat Davaz'ın Ankara'ya yolladığı gizli bilgiler de Atatürk ve İnönü tarafından o gün çok yararlı bulundu ve bu bilgiler üzerinde epey konuşuldu, epey değerlendirmeler de bulunuldu...
25 Eylül 1932 Pazar: ABD Genelkurmay Başkanı General Douglas MacArthur (1880-1964) İstanbul'a geldi ve aynı günün akşamında Ankara'ya hareket etti.
MacArthur Ankara'daki ziyaretlerini tamamladıktan sonra 27 Eylül Salı günü İstanbul'a döndü ve aynı gün Dolmabahçe Sarayı'nda Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk tarafından kabul edildi..
MacArthur 28 Eylül Çarşamba akşamı İstanbul'dan trenle Paris'e hareket etti... Atatürk Almanca ve Fransızca da bildiğinden Adolf Hitler'in "Kavgam" adlı kitabını (1925-1926) okumuş ve Adolf Hitler'in ırkçı, faşist, nefret, kin, öfke ve tehdit dolu anlatımından çok ürkmüştü...
Atatürk, "Kavgam" adlı kitabı okuduktan sonra Adolf Hitler'in dünyanın başına büyük belalar açacağını söylemişti...
Atatürk ve MacArhur görüşmesine Atatürk'ün "Kavgam" adlı (1925-1926) kitaptan edindiği izlenimler ve bu kitaptan yola çıkarak vardığı tahminler-kehanetler damgasını vurdu...
Ağustos 1951'de The Caucasus-Kafkaslar adındaki ABD dergisi-magazini Atatürk MacArthur görüşmesinin zabıtlarını-tutanaklarını yayınladı...
Atatürk MacArthur'la görüşmesinde Almanya'nın Avrupa'nın tümünü işgal edebilecek bir ordu oluşturabilme potansiyeline dikkat çekti...
Sözlerini şöyle sürdürdü "İngiltere savaşma hevesini kaybetmiş Fransa'ya artık güvenemez; bu çıkacak yeni Avrupa savaşının galibi olacak Sovyetler Birliği bütün komşuları ve gezegendeki diğer ülkeler için tehdit kaynağı olacak"
Atatürk MacArthur'a "İçinde bulunduğumuz dönem-devir-yıllar bir ateşkes-mütareke-geçiçi barış dönemidir. Versailles barış anlaşması savaşı kazanan devletlerin dayatmaları sonucunda Almanya gibi mağdur ülkeler yaratmıştır.Bu nedenle Versailles anlaşması kalıcı-sürekli bir barış sağlayamayacaktır...Çalışkan, disiplinli ve olağanüstü dinamizme sahip 70 milyon Alman mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için harekete geçtiği anda bunu yapabilecek güce sahiptirler...Savaş 1940'ta başlayabilir.Fransa artık güçlü ordular kurma yeteneğini kaybetmiştir.İngilizler Fransız ordusuna artık güvenemez...Mussolini aşırı derecede hırslı ve açgözlüdür..Almanlar İngiltere ve Sovyetler Birliği hariç Avrupayı işgal edebilecek potansiyele sahipler...Yeni büyük savaşa Amerika dahil olduğunda savaşı Almanya kaybedecek ve büyük savaştan asıl kazançlı çıkan Sovyetler Birliği olacak...Çünkü Ruslar rakiplerinin en küçük yanlışlarından yararlanmasını bilen bir millet...Dünya yanarsa hiçbir millet kendini bu yangın bana sıçramaz diyebilme lüksüne sahip değil" dedi...
41
ATATÜRK NAPOLEON, BÜYÜK İSKENDER, BİSMARCK VE HİTLER HAKKINDA NELER SÖYLEMİŞTİ?
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK:
NAPOLEON BONAPARTE ARKASINA BİR SÜRÜ ÇEŞİTLİ MİLLİYETTEKİ İNSANI TOPLAYARAK MACERA ARAMAYA ÇIKTI VE BUNUN İÇİNDİR Kİ YARI YOLDA KALDI...BEN, BİR ANADAN BİR BABADAN GELEN KARDEŞLERİMLE KENDİ VATANINI KURTARMA DAVASI YOLUNDAYIM...NAPOLEON TAÇ VE ŞEREF PEŞİNDE KOŞAN BİR MACERACIDIR."
Mustafa Kemal Atatürk yaşamı boyunca binlerce kitap okumuştu...Roma İmparatorluğu ve Avrupa tarihi başlıca ilgi alanıydı... Mustafa Kemal Atatürk, tanıştığı gençleri özellikle tarih konusunda sözlü sınava tabi tutardı...Gençlere saatlerce çok çeşitli ve çok ayrıntılı sorular yöneltir, onların tarih bilgilerinin derinliğini öğrenmeye çalışırdı...
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK DİL DEVRİMİ HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİ ÖĞRENMEK İÇİN HASAN ALİ YÜCEL'İ AKŞAM YEMEĞİNE DAVET ETMİŞTİ.ATATÜRK HASAN ALİ YÜCEL'E SORDU "SIFIR NEYE DERLER?" HASAN ALİ YÜCEL "BUNU TARİF ETMEK EN KOLAYI, PAŞAM.SIFIR SİZİN KARŞINIZDAKİ BANA DERLER!" DEDİ... BUNUN ÜZERİNE ATATÜRK HASAN ALİ YÜCEL'E ŞU KARŞILIĞI VERDİ: "İYİ AMA SIFIRIN DA BİR ÖNEMİ VARDIR"
ATATÜRK'ÜN BU SÖZÜNE AKILLI BİR İNSAN OLAN CAN YÜCEL'İN BABASI HASAN ALİ YÜCEL ŞU KARŞILIĞI VERDİ: "SİZİN KARŞINIZDA OLDUĞUMA GÖRE BEN DE ÖYLE OLMALIYIM, PAŞAM." BU AKŞAM YEMEĞİNDEN VE ATATÜRK'ÜN VEFATINDAN SONRA HASAN ALİ YÜCEL CUMHURBAŞKANI İSMET İNÖNÜ TARAFINDAN MİLLİ EĞİTİM BAKANI OLARAK TAYİN EDİLDİ...
Mustafa Kemal Atatürk, şan, şöhret, fetih, istila peşinde koşarak milyonlarca insanın katledilmesinden sorumlu Napoleon Bonaparte'ı ve yaşadığı dönemi Napoleon uzmanları kadar yakından incelemişti... Mustafa Kemal Atatürk'ün Fransız İhtilali dönemine de özel bir ilgisi vardı... Mustafa Kemal Atatürk, Büyük İskender ile Napoleon'un istilaya, fethe, elde tutamayacakları kadar büyük toprakları işgale doymamasını ve azgın hırslarını kendisine hiçbir zaman örnek olarak almadı...
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: BÜYÜK İSKENDER DÜNYAYI FETHETMİŞTİ; BEN BÖYLE BİR ŞEYE, BÖYLE BİR MACERAYA, HEVES ETMEDİM VE KALKIŞMADIM.BÜYÜK İSKENDER DÜNYAYI İSTİLA EDEYİM DERKEN KENDİ VATANINI UNUTMUŞTU; BEN KENDİ VATANIMI HİÇBİR ZAMAN UNUTMADIM VE UNUTMAYACAĞIM!"
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK: OTTO VON BISMARCK BİR SÜRÜ KÜÇÜK ALMAN DEVLETİNİ PRUSYA ORDUSUNUN KUDRETİNİ KULLANARAK TEK BİR ALMANYA DEVLETİ ÇATISINDA BİRLEŞTİRDİ.ANCAK BISMARCK YÜKSEK YETENEKLERİNİ KAISERLERİN (ALMAN İMPARATORLARININ) EMRİNE VERMİŞTİR-SUNMUŞTUR."
Mustafa Kemal Atatürk, Hitler'in dünya için bir bela olacağını Adolf Hitler'in yazdığı kitabı okuyunca anladı... Mustafa Kemal Atatürk, Hitler Almanyasının Türkiye'yle iyi geçinmek için gösterdiği büyük çabaları dikkate aldı ve geri çevirmedi...Adolf Hitler'in ya da Almanya'nın savaş için gereksindiği kromun bir bölümünü İSMET İNÖNÜ ve VEHBİ KOÇ sağlayacaktı...
Amerika Birleşik Devletleri'nden büyük miktarlarda borç almak zorunda kalan Almanyanın bu dönemde Türkiye'ye yüklü miktarda kredi verdiği de bir başka gerçektir...
Almanya yine aynı dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin demiryollarının geliştirilmesinde baş rollerden birini üstlenmişti...
Mustafa Kemal Atatürk, İtalyan Benito Mussolini'nin Türkiye'den toprak taleplerine, tehditlerine korkusuzca cevap verdi... "Buyursun, istilaya gelsin, kendisini burada bekliyoruz" dedi...
Mustafa Kemal Atatürk, Lenin, Çiçerin ve Stalin gibi Sovyetler Birliği liderleriyle 1920'nin ilk günlerinden başlayarak iyi geçinmek için çok çaba harcadı... 1920'lerde M. Celaleddin Orhan gibi Türk asker ve subaylarınca Sovyetler Birliği'nden Karadeniz yoluyla getirilen silah ve cephane Yunan ordusunun Anadoludan kovulmasında çok yararlı olmuştu...
Sovyetler Birliğinin 1920'lerdeki Türkiye Cumhuriyeti'ne cömert desteği Anadolunun işgalden kurtarılmasını hızlandıracaktı... Savaş uçakları için gereken erkek ve kadın Türk pilot adaylarının eğitimi için Sovyetler Birliği'nden destek sağlanmıştı...
Rus öğretmenler Türk pilot adaylarına pilotluk eğitimi vermişti...Sabiha Gökçen de Rusya'da pilotluk eğitimi alanlardan biridir...
1919 ve 1920'lerde Hindistan halkının aralarında altın toplayarak Ankara hükümetine yollaması da Anadoludaki işgalin sona erdirilmesinde ve İş Bankası'nın kurulmasında rol oynamıştı...
Mustafa Kemal Atatürk, İran'la, Yunanistan dahil Balkan devletleriyle iyi komşuluk ilişkileri geliştirmeye özen gösterdi... Mustafa Kemal Atatürk, yabancı devletlerle iyi ilişkiler kurmasının karşılığını da her zaman aldı... Hatay'ı elde ederek ve Türkiye'yi Montrö antlaşmasıyla İstanbul ile Çanakkale Boğazlarında tekrar egemenlik hakkına kavuşturarak...
HİTLER FANATİK NAPOLEON HAYRANIYDI
Adolf Hitler Napoleon'un sadece Rusya seferinde 600.000'e yakın Fransız askerinin öldüğünü kitaplardan okuyup öğrendiği halde "Napoleon'un fetihlerinin ötesine sadece ben geçerim, Napoleon'un başaramadıklarını sadece ben başarırım" saplantısına / fikrine kapıldı...
1940'da Alman ordusu O'nun emirlerini yerine getirerek 1871'den sonra ikinci kez Fransız ordusunu teslim aldı...Bu özgüvenle Hitler fanatik hayranı olduğu Napoleon'un mezarını ziyaret etmek için Paris'e koştu...Hitler Paris ziyaretinden bir yıl sonra 3 milyon askerle Rusya'ya saldırdı.Alman orduları en ön cephede savaşan Stalin'in oğlunu bile esir alacaktı.
ADOLF HİTLER: "NAPOLEON RUSYA'YI İŞGAL EDEYİM DERKEN MOSKOVA'YA ÇOK YAKLAŞMASINA RAĞMEN RUSYA'YI İSTİLA ETMEYİ BAŞARAMADI.BENİM KOMUTAM ALTINDAKİ WEHRMACHT (ALMAN ORDUSU) RUSYA'NIN TAMAMINI ELE GEÇİRMEYİ BAŞARACAKTIR."
Hitler çok yoksulken zengin Yahudi ailelerine nefret ve kin besledi...Yaptığı resimleri satamadı aç kaldı...Avrupanın en kudretli lideri olduğunda yaptığı ilk işlerden biri ailesinin soyağacıyla / geçmişiyle ilgili tüm kayıtları belgeleri imha ettirmek oldu...Yaptığı resimleri satabilseydi belki de dünyanın en ünlü savaş lordu ve savaş suçlusu olmayacaktı...Haziran 1934'ten sonra aynı anda hem Başbakan hem Cumhurbaşkanıydı...
1933'ten sonra ağzından çıkan her kelime (gece ya da gündüz tüm özel yorumları, sohbetleri noktasına virgülüne kadar) kayda geçirilmiştir...Hitler'in Atatürk'le ilgili çok sayıda sohbet ve yorumu bulunmaktadır...27 milyon Rusya vatandaşı, 9 milyon Alman, 7 milyon Yahudi, 6 milyon Polonyalı O'nun sınırsız kininin başlıca hedefi oldu ve öldürüldü...Çok iyi yetişmiş pek çok Alman seçkini ve aydını kendisine açık çek verdiği için ne yazık ki üç kıtayı kan gölüne çevirdi...
Müttefiği olan İtalyan ordusunun savaşmayı bilmediğini söylerdi. İtalyan ordusunun savaş meydanında hemen teslim olmasına çok kızardı."Yunan ordusuna bile İtalyanlar yenildi ; Mussolini değil Roma İmparatorluğunu ben dirilteceğim" demiştir.Adolf Hitler, Attila, Cengiz Han, Topal Timur, Büyük İskender, Napoleon, Belçika Kralı 2. Leopold, Tiberius gibi tiranlardan & barbarlardan daha çok kan dökmeye çalıştı; kısaca onları vahşette aşmaya çalıştı... Hitler Almanyasıyla, Stalin'in Sovyetler Birliğiyle Atatürk Türkiye'sinin son derece dostane ve sıcak ilişkileri vardı...
Hatta Almanya 1920'lerde ve 1930'larda Amerika Birleşik Devletleri'nden yüklü miktarda borç almış ve bu borç paranın bir bölümünü hızla gelişebilmesi için Türkiye'ye kredi olarak vermişti...
Almanya Atatürk döneminde ya da savaş öncesi ikinci dünya savaşı öncesi Türkiye Cumhuriyeti'nin demiryollarının geliştirilmesinde baş rollerden birini üstlenmişti...
Mustafa Kemal Atatürk Almanca ve Fransızca da bildiğinden Adolf Hitler'in "Kavgam" adlı kitabını okumuş ve Adolf Hitler'in ırkçı, faşist, nefret, kin, öfke ve tehdit dolu anlatımından çok ürkmüştü...
Atatürk, "Kavgam" adlı kitabı okuduktan sonra Adolf Hitler'in dünyanın başına büyük belalar açacağını söylemişti...
Almanların Türkiyeyi işgal planında Pera Palas Oteli Wehrmacht'ın Karargahı olarak görünmektedir...
İsmet İnönü Nazi işgalini ve Rus işgalini durdurabilmek için 18 milyonluk nüfusun bir milyondan fazlasını askere almıştı...
Erik Larson’ın yazdığı ve Türkiye’de HemenKitap Yayınevi tarafından okurlara sunulan “In the Garden of Beasts: Love, Terror, and an American Family in Hitler's Berlin- Canavarların Bahçesinde” (2011) adlı yarı belgesel yarı roman olan kitapta ise 1930'larda Almanyanın gırtlağına kadar ABD'ne borçlu olduğu uzun uzun anlatılır...
Bu kitap gerçekten yaşamış karakterlere sahiptir; 30 Ağustos 1933-29 Aralık 1937 tarihleri arasındaki ABD’nin Berlin Büyükelçisi William Edward Dood (1869-1940) ile kızı Martha baş karakterler…Hitler, Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Göring, Başbakan Yardımcısı Franz von Papen kitabın diğer karakterleri… Roman tümüyle Ian Kershaw gibi Hitler dönemi tarihçilerinin / uzmanlarının o dönemle ilgili yazdıklarına dayanıyor…
”Canavarların Bahçesinde” Adolf Hitler’in hem Cumhurbaşkanlığı ve hem Başbakanlık yetkilerini üzerinde topladığı, yanı sıra Alman Ordusu’nun tüm kontrolünü eline aldığı, en ufak bir muhalefet girişimini yargısız infazla ortadan kaldırdığı, çalkantılı ve kanlı günleri konu alıyor…Roman tarihçilerin ve olayları yaşayanların günlüklerini ile anılarını takip ederek, milyonlarca silahlı adamıyla (“eşkıyasıyla”, “zorbasıyla”) Hitler’i iktidara taşıyan Ernst Röhm’ün 1 Temmuz 1934’te öldürülmesiyle başlayan ve 2 Ağustos 1934’te Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg’un ölümüyle Hitler’in “Tek Adam”, “Diktatör”, “Führer” olmasına odaklanıyor…
Nazilerin iktidarı tamamen ele geçirmesini konu alan en iyi romanlardan biri olan “Canavarların Bahçesinde” o dönemin liderleri Hitler ve Herman Göring’in sınır tanımayan kibrini, hırsını ve abartıya, gösterişe, lüks yaşama düşkünlüğünü kusursuz bir şekilde canlandırıyor…
1 Haziran-17 Kasım 1932’de Almanya Başbakanlığı, 30 Kasım 1933 ile 7 Ağustos 1934 arasında Başbakan Adolf Hitler’in yardımcılığı görevini üstlenen, 1939-1944 arasında Türkiye’deki Alman Büyükelçisi olan Franz von Papen (1879-1969) 1951’de İstanbul’daki Santa Maria Draperis kilisesini ziyaret ederken “Ruslar Akdeniz’e inemedilerse ve Türkiye’yi işgal edemediyseler bunu bana borçlusunuz, ” demişti…
Katolik olan Franz von Papen, Türkiye’de Büyükelçilik yaparken, kimi kaynaklarda 1934-1944 arasında, kimi kaynaklarda 1935-1945 arasında Türkiye’de (Harbiye’deki Kutsal Ruh Kilisesi’nde) Vatikan’ın temsilcisi olan ve 28 Ekim 1958 ile 3 Haziran 1963 arasında Papalık görevini üstlenen Angelo Giuseppe Roncalli’yle de sarsılmaz bir dostluk kurmuştu…
Franz von Papen’e 24 Şubat 1942 Salı günü Ankara’da Sovyetler Birliği ajanları bombalı suikast düzenlemiş ve von Papen hafif yarayla suikasti atlatmıştı…
42
İNGİLTERE KRALI 8. EDWARD MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü 1936'DA İSTANBUL'DA ZİYARET ETTİ...4 EYLÜL 1936'DA İSTANBUL'A GELEN KRAL 8. EDWARD 7 EYLÜL 1936'DA İSTANBUL'DAN AYRILDI...
İŞTE BU ZİYARETİN TANIKLIK TUTANAKLARI; TAM METİN...
Kral VIII. Edward ise Dalmaçya kıyılarını gezdikten sonra Yunanistan’a uğramış ve 30 Ağustos akşamı Atina’dan ayrılmıştı. Yunanistan’dan sonra Türk karasularına ilerleyen kraliyet yatı nihayet 3 Eylül sabahı, Çanakkale açıklarına ulaştı.
Kral, Gelibolu Muharebelerinin yaşandığı savaş alanını da gezmek istiyordu. Kendisine bölge hakkında malumat vermesi için Orgeneral Fahrettin Altay görevlendirildi.
Fahrettin Altay önderliğindeki Türk yetkililer, kral ve maiyetini büyük bir saygıyla karşıladılar ve kendisine bölgeyi tanıttılar. Dostane geçen seyahatin sonunda kral, Türk subayları ve bölge halkıyla fotoğraflar çektirerek Çanakkale’den ayrıldı ve 4 Eylül sabahı İstanbul’a ulaştı.
Günlerdir kralın ziyaretini haber yapan gazeteler ve yapılan resmi hazırlıklar sebebiyle İstanbul halkı oldukça heyecanlanmıştı.
4 Eylül sabahı sahil boyunca toplanmış kalabalıklar merakla kralı beklemekteydi. Böyle bir ortamda şehre ayak basan kralı karşılamak için Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Başbakan İsmet İnönü, Dış İşleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya, Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp ve Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, Tophane rıhtımında bekliyorlardı.
Kral’ı dostane bir şekilde karşılayan Mustafa Kemal Atatürk, daha sonra kral ile birlikte otomobile binerek önce İngiliz elçiliğine sonra da Dolmabahçe sarayına geçti ve kendisiyle orada yaklaşık bir saat görüştü.
Bu görüşmelerden sonra akşam saatlerinde İstanbul genelinde kralın şerefine hazırlanan aydınlatmalar eşliğinde fener alayları düzenlendi. Şehrin yüksek kuleleri kralın isminin baş harfi olan “E” harfi ile aydınlatıldı, Sarayburnu’nda ise 17 metre yüksekliğinde ve 20 metre uzunluğunda neon tesisatıyla ışıklandırılmış “welcome” (hoş geldiniz) yazısı açıldı.
Buna karşılık VIII. Edward akşam saatlerinde kraliyet yatında bir kokteyl partisi düzenleyerek bu partiye Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Tevfik Rüştü Aras, Numan Menemencioğlu ve Fethi Okyar’ı davet etti. Samimi bir havada geçen yat partisinde, konuklar boğazdan kralın adına yapılan fener alaylarını ve şehirdeki aydınlatmaları izlediler.
Kral Edward, kendi adına yapılan bu etkinliklerden oldukça memnun oldu ve çevresindekilere “Ben hayatımda bu kadar güzel bir geceyi pek az hatırlıyorum.” dedi. Ertesi gün Ayasofya Camii, Sultan Ahmet Camii, Yerebatan Sarnıcı ve Kapalı Çarşı’yı gezen Edward, Türk kahvesi içerek halkla sohbet etme fırsatı buldu.
Tüm bu gelişmeler Türk basınında yoğun ilgi gördü ve kralın hemen her hareketi gazetelerde geniş yer buldu.
6 Eylül günü Moda’da düzenlenen deniz yarışlarını izlemeye giden Edward, burada yeniden Mustafa Kemal Atatürk ve Türk devlet erkânı ile görüşme fırsatı buldu.
Yarışlardan sonra, Mustafa Kemal Atatürk, kralın şerefine Ertuğrul Yatı’nda bir kokteyl partisi düzenledi. Bu partide de iki devlet başkanı arasında samimi sohbetler gerçekleşti.
Bütünüyle dostane bir havada gerçekleşen ziyaretin sonunda Kral Edward, Atatürk’ün kendisine tahsis ettiği trenle Viyana’ya gitmek üzere 7 Eylül akşamı Sirkeci garından uğurlandı.
Trene binmeden önce kral kendisini uğurlamaya gelen devlet adamlarının elini tek tek sıktı ve Atatürk’e “Sizin de bir gün Londra’yı şereflendireceğinizi ümit ederim” dedi. Atatürk, bu davete karşılık, “İngiltere’yi ziyaret etmek daima benim arzumu teşkil etmektedir.” cevabını verdi.
Kral daha sonra bu teklifi İsmet İnönü’ye de yaptı ve Atatürk, İnönü’nün yakın zamanda İngiltere’ye geleceğini ve iade-i ziyarette bulanacağını ifade etti.
Bu dostane geziden memnun kalan Kral Edward Türk topraklarından ayrılır ayrılmaz Mustafa Kemal Atatürk’e bir teşekkür telgrafı yazdı.
Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bu telgrafta şunlar yazmaktaydı:
"Türk Topraklarından ayrılırken, bana karşı gösterdikleri dostane tarzı kabulden ve gerek ekselansları, gerek makamat-ı resmiye ve Türk milleti tarafından şahsıma karşı izhar edilip beni çok mütehassıs eden itinalardan dolayı ekselanslarına çok samimi teşekkürlerimi takdim etmek isterim. Türkiye’de ilk ikametimde pek zevkli bir hatıra muhafaza edeceğim. Minnettarlık ifadelerime terdifen sizi en iyi temennilerimi sunarım. Ekselanslarınızın semahatle bana tahsis ettikleri hususi tren seyahatinde büyük bir konfor içinde seyahat ediyoruz."
Kral Edward’ın bu nazik telgrafına karşılık Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, aynı incelikle bir cevap kaleme aldı.
Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan bu cevap telgrafında şunlar yazmaktaydı:
"Majestelerinin, Türk topraklarından ayrılırken bana gönderme nezaketinde bulundukları telgraf, beni derin surette mütehassis etmiştir. Majestelerinin memleketimize, bize çok kısa görünen ikametleri esnasında Türk milleti, haklarında beslediği yüksek takdir ve ihtiramkâr muhabbet hislerini ifade edebilmiştir. Majesteleri bütün kalpleri kendisine cezbetmiştir. Ben, şahsen, bu cazibeyi, bütün şümulüyle hissetmenin büyük zevkini duyuyorum. Şerefli hükümdar hakkında beslemekte olduğum samimi dostluk hisleri, bu ilk ve kısa telakkinin bıraktığı unutulmaz hatıra ile tebellür etmiş bulunuyor. Majestelerine bütün kalbimle, çok güzel bir seyahat ve payitahtlarına mes’ud bir avdet diler, en samimi temennilerimi kabul buyurmalarını rica ederim."
İngilizler 1910'lu yıllarda parasını ödediğimiz iki savaş gemisini Osmanlı donanmasına teslim etmediler...
Ödediğimiz paranın da üzerine yattılar...Bu savaş gemileri Agincourt ve Erin adıyla İngiliz donanması envanterine kaydedildi...
20 Ocak 1936 ile 11 Aralık 1936 arasında (toplam 325 gün) İngiltere kralı ünvanını taşıyan ve Temmuz 1936’da askeri bir tören esnasında suikast tehlikesi atlatan 8. Edward (1894 – 1972) daha önce evlenip – boşanmış Amerikalı sevgilisi Mrs. Wallis Warfield Simpson (1896 – 1986) ile birlikte 1936 sonbaharında Kraliyete ait Nahlin adlı yatla Akdeniz’de (özellikle Dalmaçya kıyılarında) geziye / tatile çıktı.
O tarihlerde Kral 8. Edward ile Mrs. Wallis Simpson’ın mayolu fotoğrafları İngiliz gazeteleri haricinde tüm dünya gazetelerinde geniş yer buldu…
İngiltere Kralı 8. Edward ve aşık olduğu kadın Wallis Simpson uğruna tahtından vazgeçti...Aslında Romeo ve Juliet'ten çok daha şanslı bir çiftti...Peter Morgan onların büyük aşkını The Crown (2016-2023) adlı televizyon dizisiyle ölümsüzleştirdi...
İngiltere Kraliyet /monarşisinin, Windsor hanedanı/ sülalesinin, İngiliz Kilisesinin katı, demode kurallarına göre Kralın daha önce evlenmiş boşanmış bir kadınla evlenmesi yasaktı...Kadına İngiltere'de çok utanılacak bir kabahat,suç işlemiş kişi, cüzzamlı, vebalı ve düşman muamelesi yapıldı...Yüzüne tükürülmedi ancak onun persona non grata kişi olduğu ilan edildi...
Kadını seven Kral Çin seddinden daha güçlü bir hoşgörüsüzlük, memnuniyetsizlik duvarıyla karşılandı...Kral ve sevgilisi yatla Akdeniz gezisine çıktıklarında uğrayacakları tüm ülkelere İngiltere hükümeti baskı uyguladı...İngiliz Dışişleri bakanlığı yetkilileri Kralla görüşeceklere katı kurallarını ilettiler ve şöyle dediler:
Protokol kuralları gereği Wallis Simpson istenmeyen kişidir, bizim için yok hükmündedir...Kralı davet edebilirsiniz ancak İngiliz devletinin istenmeyen kişi ilan ettiği bayanı Kralla birlikte davet etmeniz protokol kurallarımıza göre yasaktır...Bu kuralı çiğnemeniz İngiliz devletine karşı saygısızlık ve hakaret olarak kabul edilecektir...
İngiliz devletinin Wallis Simpson'ı dışlama, izole etme , onu gözden uzak, gönülden uzak kişi haline getirme politikasına Mustafa Kemal Atatürk karşı çıktı ve Krala şunu söyledi: "Hanımefendi de bizim saygıdeğer bir davetlimizdir...Kendisini sizin yanınızda görmekten şeref ve memnuniyet duyarız..."
Kral ve büyük aşkı Atatürk'ün İngiliz protokol kurallarını çiğnemesinden dolayı çok memnun oldular ve Atatürk'e minnettar kaldılar...Churchill ve Atatürk Wallis Simpson'ı onaylayarak, ona hüsnü kabul ve saygı göstererek büyük bir aşk hikayesine herkesin saygı duyması gerektiği konusunda tüm dünyaya çok güçlü bir mesaj verdiler...
Ancak Atatürk ve Churchill'in bu ilişkiye verdiği onay yeterli olmadı, Kral kadınla evlenmek isteyince tahtından indirilerek İngiltere'den kovuldu...
Sinan Korle (1914-1996) 1951'de Birleşmiş Milletler'de iş bulmuş ve 1965 1977 arasında Protokol Müdürlüğü yapmıştı...Korle anı kitabında (Cam Sarayda 40 Yıl) Wallis Simpson ve eşi eski İngiltere Kral 8. Edward ile tanışmasında çiftin Atatürk'ten övgüyle söz ettiğini yazmıştı...
1936 yılında, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'da ağırladığı İngiltere Kralı Edward ile Kalamış açıklarında tekne gezisine şahit olan Cahit Kayra o anı gazeteci Devrim Hacısalihoğlu'na (TRT, Euronews, NoktaTV, Bilim ve Sanat Yayınları ) anlatmıştı... Devrim Hacısalihoğlu @devrimhh
Cumhuriyet'in 13'üncü yılında, 1936'da Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün İstanbul'da Dolmabahçe rıhtımında karşıladığı misafiri, Nahlin Yatı ile Doğu Akdeniz’de özel geziye çıkan ve Atatürk’ü görmek için İstanbul’a da gelen İngiltere Kralı VIII. Edward'dı.
Kral Edward'ı İstanbul'da karşılayan Mustafa Kemal Atatürk'ün konuğuna şehri gezdirdiği anlardan birine şahit olanlar arasında 1917 doğumlu, 15'inci dönem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Ankara milletvekili, 1974'te kurulan Bülent Ecevit hükümetinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Cahit Kayra da vardı.
Kayra Mustafa Kemal Atatürk'ün İngiltere Kralı ile Kalamış açıklarında büyük bir teknede oldukları sırada, kayıklarla iki devlet adamının bulunduğu teknenin etrafında seyredenler arasında yer aldığını ve etrafta hiç polis olmadığını, Atatürk'ü görecek kadar tekneye yaklaşabildiklerini, o anların detaylarını anlattı:
"İngiltere Kralı Türkiye’ye geldiğinde Mustafa Kemal onu karşılamıştı. İngiltere Kralı’nın bir hikayesi vardı. Türkiye’yi ziyarete gelmişti. Ve yanında daha sonra evleneceği bu yüzden tahttan ayrılacağı Amerikalı Madam Simpson bulunuyordu. Kalamış’ta büyük bir teknenin güvertesinde gördük. Şimdiki gibi değildi, polis molis yoktu. Kayıklarla etrafında dolaşıyorduk. Bir masanın önünde açık renk bir elbise, kravatsız bir gömlekle orada gördük, uzun uzun seyrettik"
Kayra, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden kendisinin de mezun olduğu 1938 yılında yapılan mezuniyet töreninde Atatürk'ü bir kez daha gördüğü gün yaşadıklarını ise şu sözlerle ifade ediyor:
"Kalktı, Zeybek oynadı o haliyle, müthiş ıstırap çekiyordu herhalde"
"Mülkiye’yi bitirdiğimiz yıl. Haziran ayı olmalı. Her zaman bir tören yapılır. Türk Ocağı denilen binada. O binada bu tören sırasında Mustafa Kemal törenimize geldi. Törende okul müdürü vardı. Emin Erişirgil Bey. Saffet Arıkan vardı sanıyorum bakan olarak. Tam olarak bilemiyorum. Ve geldi... Bir fildişi renk vardı yüzünde. Sigarası da vardı elinde. Onlarla biraz oturdu. Ben korktum bana bir şey sorar diye. Yeni mezun olmuştum ama korktum. Onun yan tarafına gitmedim. Karşı tarafa gittim. Kalktı, azcık Zeybek oynadı o haliyle. Müthiş ıstırap çekiyordu herhalde. Ve ayrıldı. Son defa da o zaman gördüm Atatürk’ü ama konuşmadım.
İsmet Paşa’yla uzun (konuşmalarım) oldu."
1938 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu Kayra, daha sonra başta Maliye Bakanlığı olmak üzere pek çok devlet kurumunda önemli görevler aldı. 1942'de yürürlüğe giren Varlık Vergisi uygulamasında görev alan önemli bürokratlar arasındaydı. Cahit Kayra'nın inceleme, araştırma, şiir ve öykü alanında 40'ın üzerinde basılı eseri bulunuyor.
43
Atatürk'ün beslenme, yeme içme alışkanlıklarıyla, karaciğer hastalığının ne yazık ki çok geç teşhisiyle, hastalığın son safhasında teşhis konulmasıyla ilgili çok sayıda kitapta çok sayıda anekdot var...
Çocukluğunda kuş palazına ve difteriye yakalandı. Askeri lisede sıtma yakasına yapıştı ve hayatı boyunca sıtma nöbetleri tekrarladı.1912'de Afrika'da bir harabeden düşen kireç taşı parçası şiddetle yüzüne çarptı ve ömrünün sonuna kadar sol gözünde kalıcı hasar bıraktı.1915'te Çanakkale'de göğsüne isabet eden şarapnel parçası göğsünün üzerindeki saati parçaladı.1921'de attan düştüğü için 3 kaburga kemiği kırıldı...
1923 ve 1927'de kalp krizlerini atlattı...
Kronik böbrek rahatsızlığı, kulak egzaması ve kulak iltihabı vardı...
Atatürk vefatından aylar önce yaveri Salih Bozok'a şöyle söyler: "Ben öleceğim Salih, çünkü benim hastalığım siroz. Okudum, tetkik ettim, siroz insanı muhakkak öldürür. Ama hastalığım daha önce tüm ayrıntılarıyla bana anlatılsaydı, o zaman bu işin başında önlemini alırdım."
Atatürk'ün Donald Trump'ın büyükbabası dahil yaklaşık 100 milyon insanı öldüren İspanyol Gribi'ne Şubat 1919'da yakalandığını ve hayatta kaldığını Yılmaz Özdil Mustafa Kemal adlı kitabında yazmıştı...
İlber Ortaylı’nın ve Can Dündar'ın "Atatürk"ü konu alan kitaplarından öğreniyoruz:
"Atatürk, sigara tiryakisiydi. Kahve müptelasıydı. Aşırı içki (rakı) hiçbir zaman içmezdi. İştahlı biri değildi...Kurufasulye pilavı, tuzlu leblebiyi, peynirli omleti ve ayranı tercih ederdi..."
Can Dündar'ın "Atatürk'ün Son 300 Günü" kitabının 47. sayfasında 22 Ocak 1938 Cumartesi günü Yalova Kaplıcaları'nın yöneticisi Doktor Nihat Reşat Belger'in Bursa'daki Merinos Fabrikaları'nın açılış töreni için Yalova'ya gelen Atatürk'ün hastalığına ilk teşhisi koyduğu belirtilir. Karaciğerinin iflas ettiğini o güne kadar başka hiçbir doktorun teşhis edememesi Türk halkı için çok büyük bir kayıptır, çok büyük talihsizliktir. Ne yazık ki teşhiste de tedavide de çok geç kalınmıştı.
Doktor Belger anılarında bu olayı şöyle anlatıyor: "Elle yaptığım muayenede karaciğerinin üç parmak kadar büyüdüğünü anladım. Kaşıntının yemek ve içmekle ilgili olduğunu söyledim. O güne kadar kendisine karaciğer rahatsızlığından hiç bahsedilmemiş olan Atatürk, üzerinde bu sözlerim sürpriz tesiri yaptı. Ama belli etmeden, 'Şimdi ne yapacağız' dedi. Yemek içmekten ne kastettiğimi anlamıştı. Perhize hemen başlaması gerektiğini söyledim. Kaşıntısını azaltacak bir pudra verdim."
Çünkü hastalığı artık kontrol edilemez tedavi edilemez hale gelmişti...
1948 yılında vefat eden Kardiyoloji uzmanı, iç hastalıkları hekimi Profesör Doktor Neşet Ömer İrdelp'in 1937 yazında Yalova'da tepeden tırnağa muayene ettiği Atatürk'ün hastalığını teşhis edememesi korkunç bir ihmaldir...
44
Atatürk'ün seyrettiği filmler:
All Quiet on the Western Front Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok 1930
Yönetmen : Lewis Milestone
Birinci Dünya Savaşı'nın Alman gazisi Erich Maria Remarque'nin yarı otobiyografik bir romanının uyarlaması...Roman Nazi Almanyası'nda yasaklanan ve yakılan kitaplar arasındaydı. 1933'te, Naziler yazarın eserlerini yaktılar ve yasakladılar. Remarque'nin savaş karşıtı temaları, Nazi propaganda bakanı Joseph Goebbels'in kitabı "milliyetçi değil" olarak tanımlamasına ve kınamasına yol açtı. 1938'de yazar Alman vatandaşlığından çıkarıldı ve önce İsviçre'ye ardından 1939'da Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti. Yazarın Almanya'da kalan kız kardeşi Elfriede Scholz, Nazi karşıtı propaganda yapmak suçu gerekçesiyle tutuklandı ve kısa bir yargı sürecinin ardından idam edildi.
The Cocoanuts
Üç Ahbap Çavuşlar
1929
Yönetmen Robert Florey, Joseph Santley
Midnight Prince
Le prince de minuit
Gece Bülbülü
1934
Yönetmen: René Guissart
Shame
Встречный 1932
Yönetmen: Fridrikh Ermler ve Sergei Yutkevich
Golden Mountains
Златые горы
Zlatye gory
1931
Yönetmen: Sergei Yutkevich
Gündüz Senin Gece Benim
I by Day, You by Night
Ich bei Tag und du bei Nacht
1932
Yönetmen: Ludwig Berger
Bir Çiçek İki Böcek
The Beautiful Adventure
Das schöne Abenteuer
1932
Yönetmen: Reinhold Schünzel
Demir Kapı
The Big House 1930
Yönetmen: George W. Hill
Kongre Eğleniyor
The Congress Dances
Der Kongress tanzt
1931
Yönetmen: Erik Charell
The Battle of Gallipoli-Gallipoli
Tell England
Çanakkale
1931
Yönetmen: Geoffrey Barkas, Anthony Asquith
Onu Şarkı İle Söyle!
Say It with Songs 1929
Yönetmen:
Lloyd Bacon
The Streets of Istanbul
İstanbul Sokaklarında 1931
Yönetmen: Muhsin Ertuğrul, İhsan İpekçi
Neşeler Diyarı
The Land of Smiles
Das Land des Lächelns 1930
Yönetmen: Max Reichmann
Deli Şarkıcı
The Singing Fool 1928
Yönetmen:
Lloyd Bacon
Bir Titanic faciası filmi:
Atlantik
Atlantic 1929
Yönetmen: E.A. Dupont
Küçük Daktilo
Typist
Dactylo
1931
Yönetmen: Wilhelm Thiele
Aşk Resmigeçidi
The Love Parade 1929
Yönetmen: Ernst Lubitsch
Haydut Şarkısı
The Rogue Song 1930
Yönetmen: Lionel Barrymore ve
Hal Roach
Paris Şarkıcısı
Innocents of Paris 1929
Yönetmen: Richard Wallace
Serseri Kral
The Vagabond King 1930
Yönetmen: Ludwig Berger
Şarlo Mahkûm
The Adventurer 1917
Yönetmen: Charlie Chaplin
45
ANTALYA'YI İTALYA'YA KATMAK İSTEYEN BENİTO MUSSOLİNİ'YE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN CEVABI NE OLMUŞTU?
Yunan ordusunun Şahlanan/ dirilen Türk milleti karşısında Anadoluda yakın gelecekte büyük bir yenilgiye uğramak üzere olduğunu öngören İtalyan yöneticiler İtalyan ordusunu Antalyadan tahliye etmeye karar vermişti...İtalyan İşgal Ordusu Antalya'yı 1 Haziran 1921 Çarşamba günü terk etmeye başladı ; 5 Temmuz 1921 Salı günü Antalya'daki İtalyan işgal ordusunun son askeri de ülkesine geri dönmek için yola çıktı.
1922-1943 yılları arasında İtalya’yı yöneten Benito Mussolini bulduğu hemen her fırsatta Antalya ve Akdeniz bölgesine İtalyan askerlerini çıkarma tehdidini tekrarlamıştı…Benito Mussolini Libya’ya, Habeşiştan’a (Etiyopya’ya), Balkan ülkelerine saldırmış ve 600.000 kişinin öldürüldüğü İspanya İç Savaşı’na askerlerini yollamıştı…
Kendisinin “İmparator” olacağı Büyük Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak için yanıp tutuşan Benito Mussolini İtalyan ordusu Yunanistan işgali sırasında yenilince Almanya’yı, Hitler’i yardımına çağırmıştı…
Mareşal, Gazi, Cumhurbaşkanı, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk Çankaya Köşkü’ne gelen ve İtalya’nın/ Benito Mussolini’nin Antalya ile Türkiye’nin Akdeniz bölgesi üzerindeki isteklerini tekrarlayan Mussolini’nin temsilcine cevap olarak birkaç dakika müsaade isteyerek odadan çıkmış ve üzerindeki giysileri Mareşal Üniformasıyla değiştirerek geri dönmüştü…
Benito Mussolini’nin temsilcisi bunu görünce konuyu hemen kapatmıştı…Yıllar sonra Benito Mussolini Asya ve Afrika’da Büyük İskender, Cengiz Han, Topal Timur, Attila, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Napoleon’vari fetihler yapacaklarını, bunlara hazırlandıklarını ve artık İtalyan ordularının işgallere hazır olduğunu ilan etti…
Mussolini’nin Faşist adamları tarafından organize edilen İtalyan öğrenciler Roma’daki Türkiye Büyükelçiliği önünde “Antalya İtalya’ya aittir, Antalya’yı istiyoruz,” diye bağırarak gösteriler yapıyordu…
Mustafa Kemal Atatürk, Mussolini’nin temsilcisine bu kez şunları söyledi: “Antalya İtalya’daki Büyükelçiliğimizin cebinde değil ki…Antalya buradadır…Ne diye gelip almıyorsunuz? Ekselans Mussolini’ye teklifim askerlerini Antalya’da karaya çıkarsın, savaşalım.Savaşı kim kazanırsa Antalya O’nun olsun!”
Benito Mussolini Asya ve Afrika’nın büyük bölümünü işgal ederek Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurma planını 1934'te ilan etti.Fransa topraklarında da gözü vardı.1935-37 arasında İtalyan işgal ordusu sadece Ethiopia-Habeşistan'da 800.000'e yakın insanı öldürdü.İtalyanlar Libya işgalinde de 100.000'den fazla insanı öldürdü.İtalya 1939'da Arnavutluk'u işgal etti.
1940 yılında Yunanlı General Ioannis Metaxas komutasındaki Yunan ordusu Benito Mussolini'nin ordusunu eşşekten düşmüş karpuza çevirdiğinde Mussolini'nin yardımına Hitler koştu ve Hitler'in ordusu Yunanistan'ı işgal etti.Hitler o sıralarda 3 milyon askerle Rusya'yı fethetmeye hazırlanıyordu.
Napoleon'un 600.000 askeri Rusya'da ölmüş ve Fransızlar Rusya'yı işgal etmeyi başaramamıştı.Napoleon hayranı Hitler Rusya'yı sadece ben fethedebilirim sabit düşüncesine sahipti.Hitler Mussolini'nin ordusunun Yunanistan gibi küçük bir ülkeyi bile işgal edememesine çok kızmış çok bozulmuştu.Hitler'in ordusu Yunanistan'da aç bırakarak idam ederek katliam yaparak yaklaşık 1 milyon insanı öldürdü.
Hitler'in ordularının Türkiye'ye yönelmesini 18 milyon nüfuslu Türkiye'de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün 3 milyon kişiyi askere alması durdurdu ya da önledi diyebiliriz.
Not: Ioannis Metaxas uzakgörüşlülüğüyle Yunanistan'ın Anadoluya asker çıkarmasına en başından karşı çıkmıştır; Yunanistan'daki en akıllı insandır.Bize "Küçük ve onurlu Yunanistan yeter, Küçük Asya'da(Anadoluda) macera aramamalıyız bela aramamalıyız Ne işimiz var Anadolu'da?" demiştir.O nedenle Yunanistan'da çok düşman kazanmıştır.
Metaxas Mart 1938'de Mustafa Kemal Atatürk'ü ziyaret etmişti.
İkinci Not: Seyretmediyseniz seyredin;
"Omar Mukhtar: Lion of the Desert" (1980) adlı film Libya halkının Mussolini'nin ordusuna karşı verdiği mücadeleyi konu alıyor.Yönetmen: Moustapha Akkad...Bu filme Muammar Gaddafi 35 milyon dolarlık bütçe tahsis etti...Film Omar al-Mukhtar (1858-1931) adlı direnişçinin İşgalci İtalyanlara karşı verdiği mücadeleyi konu alıyor...
Üçüncü Not: Süleyman Demirel "İsmet İnönü'ye sadece saygı,şükran duyabiliriz, minnettar olabiliriz.Çünkü İsmet İnönü Atatürk'ün Başbakanıdır; Atatürk'ün çalışma arkadaşıdır; İşgal ordularına karşı savaşan Türk Silahlı Kuvvetler'ne komutanlık yapmış bir Savaş Kahramanı, Bir Gazidir; İkinci Dünya Savaşı'nda Stalin ve Hitler'in işgal ordularını durduran Cumhurbaşkanıdır" diyordu...
46
Prof. Dr. Celal Şengör: Atatürk’e laf edenlerin zekâ olarak şempanzeden farkı yok
Prof. Dr. Celal Şengör, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri Mustafa Kemal Atatürk'e "laf edenleri" eleştirdi. Şengör, "Zekâ olarak şempanzeden farkı yok. Adamın yaptıklarına bakıyorsun, ona laf eden onun sayesinde rahat yaşıyor. Şiddetli bir geri zekâlılık örneği" dedi.
Yer bilimci ve akademisyen Prof. Dr. Celal Şengör, Atatürk’ün ölümünün 86. yılında dikkati çeken değerlendirmeler yaptı.
Pınar Sabancı’nın YouTube kanalına konuk olan Şengör, ünlü jeolog İhsan Ketin’le anılarından bahsederken onun eğitim hayatına değindi ve onun Atatürk’ün bursuyla Almanya’da okuyup Türkiye’de bilime katkılar sunduğundan bahsetti:
“Ömrünün sonuna doğru İhsan Hoca hep şunu diyordu; ‘bir öteki dünya olsaydı ve Atatürk’le karşılaşsaydım; ‘Paşam bana verdiğin imkanların karşılığını verebildim mi?’ derdim.
Ben de aynı soruyu sorardım. ‘Senin sayende ailem zengin oldu, senin sayende İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) adam gibi bir üniversite olmuştu, 40 sene çalışabildim. Seni memnun edebildim mi?’ Çalışıyoruz ama bu kadar az olmamızdan memnun olur muydu. (…)”
Şengör, Atatürk karşıtlığıyla bilinen kitleye de şöyle seslendi:
“Karşımda peçesiz oturuyorsun Atatürk sayesinde. Eğitim almışsın Robot Koleji’nden Oxford’lara gitmişsin Atatürk sayesinde. Atatürk’e laf edenin zekâ olarak şempanzeden farkı yok. Bir şempanze. Çünkü adamın yaptıklarına bakıyorsun, ona laf eden onun sayesinde rahat yaşıyor. Yani bu şiddetli bir geri zekâlılık örneği.”
Prof. Dr. Celâl Şengör I Pınar Sabancı ile Merak Ediyorum
https://www.youtube.com/watch?v=H9g_7l5SknI&t=999s
47
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923'te annesi Zübeyde Hanımın toprağa verildiği yerde (İzmir'de) yaptığı konuşma aşağıdadır... (Lord Patrick Kinross'un "Atatürk Bir Milletin Doğuşu" adlı kitabının 1981'deki Sander Yayınevi sekizinci baskısından yararlanılmıştır)
"Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem göz yaşlarıyla Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişahın, Padişah hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.
Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun."