Çoğumuz bu deyişin ne demek olduğunu iyi bilir. Hani bir lokantaya falan gidersiniz de hesabın kim ödeyecek, nasıl ödenecek soruları sorulmasın diye bulunmuş bir deyim: Alman usulü! Herkes ne yediyse onu ödeyecek demek.  İnsanoğlunun kendi başına birey olması gibi bir fikriyat genel kültürlerinin bir parçası olmakla birlikte bu deyimin bir geçmişi var.

Elbette Avrupa dediğimiz kıtanın insanları çok uzun zamandan beri kendi yediklerini kendileri ödemek gibi bir sosyal terbiye içindeydiler.

Ama

Büyük Savaşın (1914-1918) sonu geldiğinde Almanya yenilmişti. Avrupa’nın siyasi coğrafyası hızla değişivermişti. Üç büyük imparatorluk tarihe gömülmüştü; Rusya, Avusturya-Macaristan ve Almanya.

Rusya, Sovyetler olma yolunda kanlı bir iç savaşın içindeydi, Avusturya ve Macaristan ayrı bir devlet olarak arzı endam etmişlerdi, ama onlarda kaynıyordu. Almanya’da cumhuriyet bir oldubitti ile ilan edilmişti. Ama aslan sosyal demokratlar, açlıktan kırılan toplumun dertlerine çözüm bulmak yerine; ‘en güzel kızı ben kaptım, en iyi gitarı ben çaldım, acayip şiir okudum’ martavalları ile vakit geçiriyorlardı.

1918 de başlayan ateşkes, barış görüşmeleriyle devam ediyordu, 1919 da başlayacak olan Versay süreci 1920 Haziran ayında sonlanacaktı. Sonuç Almanya için felaket idi. Ülke 130 milyar altın Mark tazminat ödeyecekti. Çoğu toprakları tahrip olan Fransa’ya ödenecekti. Üstelik bu para çok kısa bir zaman süresi içinde ödenecekti. İkinci taksit vakti geldiğinde Alman hazinesi alarm zilleri çalmaya başlamıştı bile. Böyle giderse Berlin iflas ederdi, herkes avucunu yalardı. İngiltere bir ara yol bulmaya çalışıyordu ama Fransa hiçbir kolaylık göstermek niyetinde değildi. Çil-çil altınların ellerine sayılmasını istiyorlardı, onlarda o parayla ABD ye olan borçlarını ödeyecekler, yeni yatırımlar yapacaklar, perişan olmuş insanlarını kollayacaklardı. Alman sermaye sınıfı ise para kazanmanın peşindeydi, bu hırs kendi insanlarının kanına mal olsa bile…Almanya’nın altınları azaldıkça parasının değeri düşüyor ve bu bir miktar ihracatı artırıyordu.

Amma

Üretim yapabilmek için ithalat gerekliydi, ithalat yapabilmek için de sert para veya altın gerekliydi. İşte bu son ikisinde vaziyet nanaydı. Ağır sanayi bölgelerinde çalışan işçilerin çoğu çoktan boşa çıkmıştı ama onları öyle bırakmak doğru olmazdı, Alman işçi sınıfı şakaya gelmezdi. 18148 senesi devrimlerinin kuyruk acısı Alman iş hayatının kodamanlarının vücutlarının güney bölgesinde hala devam ediyordu.  Maaş ödemelerine devam etmenin tek yolu ise para basmaktı!

Onlar da öyle yaptılar. Enflasyon iyice azıttı, daha çok para bastılar.1922 yılı geldiğinde ekonomi kırmızı bölgedeydi ve düşüş devam ediyordu. Fransa beri yanda ‘bunların doğru dürüst ödeme falan yapacağı yok en iyisi biz gidip şu sanayi bölgelerini fiilen işgal edelim de kendi paramızı kendimiz tahsil edelim!’ deyince işin cılkı çıkacaktı. 1923 geldiğinde 50 bin Marklık banknotlar halkın şaşkın bakışları altında dolaşıma girmişti, iki ay sonra 500 binlikler çıkacaktı, sonra 5 milyonluklar, sonra 5 milyarlıklar, sonra 50 milyarlıklar, ve sonra 50 trilyonluk banknotlar..

 Banknot ha!  Değerden söz etmiyoruz harbiden bir banknotun üstünde 50 trilyon yazıyordu. Ve bununla ancak bir ekmek veya gazete alabiliyordunuz. İşte o günlerde bir ABD doları dört milyar Mark ediyordu.

Ve

Bir lokantaya falan gittiğinizde sipariş verdiğiniz anda hesabı isterdiniz, çünkü yemek pişip servis edilene kadar zam gelebilirdi.

Düşünün savaş zamanında bile birkaç yüz mark vererek aldığınız ekmeğin fiyatı 1923 de 200 milyon marka çıkmıştı ve bu yükselişin sonu görünmüyordu.

Kapitalistler paralarına servet ekliyorlardı öyle ya bir-iki yıl önce alıkları kredilerle mal varlıklarını artıran sermaye sahipleri borcun ödeme vakti geldiğinde birkaç at arabasına (en fazla birkaç ekmek fiyatı) yükledikleri milyarlık banknotlar ile borçlarını temizliyordu.

Halk sefalet içindeydi. Aslan sosyal demokratlar hala ‘en iyi kız, gitar, şiir falan’ takılıyorlardı.

Ve fakat

 Birileri başka şeylerin peşindeydi.

Komünistler ve Adolf!

Eğer Komünistler biraz daha akıllı olsalardı ve helaya giderken bile Moskova’dan izin almasalardı epey öndeydiler. (Aslında komünistlerin derdi akıl yokluğu değil, çokluğu idi)

Ama topu Adolf kapacaktı. Ve kendisi gibi olmayan herkesi anasından doğduğuna pişman edecekti.

Neyse biraz neşeli bir anekdot ile bitirelim:
1924’lerin bir yerinde -Alman ekonomisi az çok toparlanmış- İngiliz, Fransız, Alman ve Sovyet delegeleri bir ekonomik konuyu tartışmak için İsviçre de toplanmışlar. Toplantı bitiminde kendilerine servis eden personele bir -içki parası- vermek için aralarında konuşmuşlar ve delege başına beş İngiliz sterlininde karar kılmışlar. İngilizler ödemeyi yapmış, Fransızlar 5000 frank ödemişler, Alman delegasyonu biraz müsaade istemiş ve bir saat sonra iki el arabası dolu Mark getirmişler. Sovyet delegesi gümüş sigara ağızlığının ucunda ki Rus sigarasını küllüğe bastırıp elini cebine atmış ve kağıda sarılı küçük bir paket vermiş. ‘Bu da Sovyetlerin payı’ demiş.

 Açmış bakmışlar ki 200 rublenin merkez bankası klişesi!!