Yıllar önce bir köşe yazımda iktidar partisinin Adalet ve Kalkınma gibi çok önemli iki kavramın baş harflerinden kendilerine AK sıfatı yakıştırarak AK PARTİ ismini kullanmaya başladıklarını ve kendilerine bu şekilde hitap edilmediği zaman çok sinirlendiklerini belirttikten sonra aslında iktidar partisine A KA PE denilmesinin daha uygun olacağını zira Sayın Başbakanımızın muhalefet partilerinden bahsederken CE HA PE, ME HA PE olarak hitap ettiğini bu hitap şekline göre kendilerine A KA PE denilmesinden rahatsız olmamaları gerektiğini açıklamıştım.

 
İktidarın 10 yıldır süren yönetimi ve üst düzey yöneticilerin açıklamalarına bakıldığında AK ibaresinin bir sıfat olarak kendilerinin temiz olduğunu açıklamaktan ziyade yaptıkları hata ve hatta gaflardan dolayı aklanmak veya yandaşlarını aklamak için arkasına sığındıkları bir kavram olduğu ortaya çıkmaktadır.
 
Tüm güçleri ile Laik Cumhuriyet ve ülkenin kuruluş ideolojisi ile mücadele etmeyi ideal olarak belleyen ve bu uğurda gerektiğinde bölücü faaliyetleri (terör içerenler dahil) demokrasinin bir gereği olarak gösterip onlarla fikir birliği içine giren zihniyetin aklanma ve aklama faaliyetlerine girmesi kaçınılmazdır.
 
Kendilerine darbe yapılacağı düşüncesi ile bir dönemi demokrasi açısından değerlendirip terörle mücadele eden TSK mensuplarını terörist sıfatı yakıştırarak ceza evlerine koyduran ve bunu demokrasinin gelişimi ile izah etmeye çalışan zihniyetin eli kanlı teröristler ile sarmaş dolaş fotoğraf çektiren siyasetçilerin taleplerini demokratik talepler olarak bizlere anlatmaya çalışanların bu zaafları affedilecek bir durum değildir.
 
30 yıldır süren terör faaliyetlerinin gerçek nedenini silahlı kuvvetler ve onun mensupları olarak gösterip onlara Ergenekon sıfatı vererek silahlı terör örgütü kabul edip Kandilden davet ile getirdiği teröristleri Haburda ayağına Hakim göndererek 'ak'lamak herhalde partinin ismindeki AK sıfatından gelmektedir.
 
Öte yandan Almanya da yurttaşlarımızın kutsal din duygularını istismar ederek milyonlarca EURO yu zimmetine geçiren ve aldığı paralarla Türkiye de kurduğu televizyon kanalı aracılığı ile bu istismara devam eden ve resmi devlet televizyonunun denetim kurumunda yöneticilik yapan kişileri 'ak'lamak aynı sıfattan gelmektedir.
 
Ulusal bayramları kaldırmak veya içeriğini yok etmek için her türlü yolu deneyen bu anlayışın aklanmak için kendisine yakın kişilerden oluşan bir yargıyı 12 Eylül referandumunda gerçekleştirmesi aklanma konusundaki düşüncemizi destekleyen en önemli göstergedir.
 
Hukukta aklanmak iki türlü söz konusu olabilir.
 
Birincisi delil yetersizliği.
 
İkincisi eylemin suç teşkil etmemesi veya suçun sanık tarafından işlenmediğinin kesin kanıtlarla ortaya çıkması.
 
Sanığın eylemi aynı zamanda disiplin hukuku açısından değerlendirilirse beraat yani aklanma durumunda;
 
Birinci halde yani delil yetersizliği ile aklanmada eylem aynı zamanda disiplin suçu oluşturuyorsa sanığa disiplin cezası verilebilir.
 
Konumuza tekrar dönecek olursak aklanma veya aklama ikinci halde yani eylemin suç teşkil etmemesi veya kesin delil ile suçun sanık tarafından işlendiğinin kanıtlanmaması halinde geçerli bir durumdur.
 
Bu durumda yargıda aklanmak sorunu çözmez
 
Aklanmak veya aklamak etik ve ahlaki olarak da kamu vicdanında kabul görmelidir.
 
İnanıyorum ki zaman; ülkemiz insanının iktidar partisi ile ilgili olarak nihai kararı vicdanlarında ortaya çıkaracaktır.
 
Yeni adli yılda yargımızın her şeye rağmen yargı hizmetini en doğru, en adil ve en makul sürede vereceği inancımı sizlerle ve değerli hukukçu meslektaşlarımla paylaşırken; bizi yönetenlere başta iç politika olmak üzere dış politikada da ulu önder Atatürk ün tavsiye ettiği tam bağımsızlık, komşular ile barış içerisinde yaşama ilkesinden kopmama noktasında çaba göstermelerini diliyorum.
 
Saygılarımla...