İletişim sektörü mü, yoksa iletişim alanları mı demek daha doğru şaşırdım ama özellikle 1990'larla birlikte İNTERNETTE, 2015'lar ile birlikte de SANAL İLETİŞİMDE yaşanan gelişmeler, hatta devrimler ile bütün dünyada yavaş yavaş insan, toplum, kitleler ve devletlerin siyasi yönetim süreçleri değişmeye ve dönüşmeye başladı.
Bu gelişmeler, bilgi ve teknolojiyi kullananların maharet ve yeteneklerine bağlı olarak da, aynı olayın bir çok boyutunun yaşanmasına sebep olmaya başladı. TV dizileri ile toplum yönlendirilir, haberler ile manipüle (Manipülasyon, başkalarını kendi yararı için kullanmak) edilirken, artık siyaset ve siyasiler iktidarda kalmak için kendilerince, 'sinekten yağ çıkarır' duruma geldiler.
Geçenlerde sanal ortala düşen kısa bir video izledim. Büyük olasılıkla  büyük bir şehrin kenar semtlerinde yaşayan, kendince modern baş bağlamalı, giyim kuşamı da sıradan olan bir kadın ile bir vlogger (sokak videosu çeken kişi) konuşuyorlar. Oğlan, kadına soruyor, "geçinebiliyor musunuz?"
Kadın sinir küpü, açtı ağzını yumdu gözünü. Günlük iş çıkar ise evlere temizliğe gidiyorum, iki çocuğum var okula gidiyorlar ve sosyal yardım (Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın, Aşırı yoksulluk sınırının altında kalan vatandaşlara sağladığı sosyal yardım sistemi) alıyorum ama geçinemiyorum. Okulda öğretmenlere yalvarıyorum, bu çocukların giyecek ayakkabıları yok, yardım edin. Çünkü, aldığım sosyal yardım (gelir ve çocuk sayısına) 2.bin lira dolayı, çarşı pazar da çok pahalı.
Eğer bu konuşmalar 1980 öncesi olsa, tamam bu kadın az sonra 'devrim' sözü falan edecek diye düşüneceksin. Herkesin her gün yaptığı şikayetleri yaptı yaptı, herkese de demediğini bırakmadı, en sonunda mikrofonu olan genç sordu, seçimler yaklaşıyor, KİME OY VERECEKSİNİZ?
İşte Anadolu'da bu gibi durumlara, 'zurnanın, zırt dediği" durumlar denilir. Soru ve verilen yanıt tam da zurnanın zırtt dediği gibi bir durumu ortaya çıkardı.
'Elbette ki, TEK DEVLET, TEK MİLLET'!...
Şimdi siz oturup bu kandına ne anlatırasınz anlatın, bir şey anlatamazsınız. Anlamıyacağı için değil.  Anlamak işine gelmediği için. Ekranda konuştuğunun nereye gideceğini bildiği için. İktidar kendi sorununu çözmüş. Hatta Che Guevara'yı bile çok iyi anlamış. Ne diyordu CHE, 'Muhtaç bırakıp, yardım etmek, planlanmış cinayettir.' Günümüz Kapitalist dünyasında, her şey planlıdır ve hiç bir şey rastlantı olamaz. Dilersek, biz öyle sanmayı sürdürelim. İkinci Dünya/ Paylaşım Savaşı (1939'dan 1945'e kadar süren küresel savaş) günleridir; Amerikalı psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında, Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisi diye bilinen, insanların gereksinimlerinin öncelik sırasının tanımlandığı çalışma yayınlanır: Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.
     1-Fizyolojik gereksinimler (nefes alma, besin, yemek, su, cinsellik, uyku, sağlıklı metabolizma, boşaltım)
     2-Güvenlik gereksinimi (beden, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği)
     3-Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel mahremiyet)
     4-Saygınlık gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları tarafından saygı duyulmak)
     5-Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü, önyargısız ve hakikatleri kabul eder olmak).
Günümüz dünyasında da kabul edilen, Maslow'un öncelik gereksinimi "Fizyolojik gereksinimler" denilen nefes alma, yeme ve içmedir. Bunu kişisel güvenlik, iş, kaynak, ahlak, aile, sağlık ve mülkiyet güvenliği gibi GÜVENLİK, GÜVENDE OLMA hali izler. İşte bu kadını ya da toplumu bu bağlamda analiz edersek doğru bir sonuca varırız.  Yoksa, "kendini bir paker makarnaya sattı" denilerek işin içinden çıkılsaydı, Ak Parti iktidarı bu kadar sürmezdi. Ülkenin varlıkları, sermayesi bilinçli olarak elden çıkartılmış, Sosyal Devletin temellerine bomba konulup yok edilmiş, sonra da bu servet değişimi sürecinde yoksullaştırılan kitleler, elde edilen sermaye ve kârlar ile insanlara yardım ediyoruz denilerek, iktidara muhtaç bir kitle yaratılmıştır. Bu, son derece planlı ve bilinçli bir iktidar sürecidir.
İşin kötüsü muhalefetin anlamadığı da budur. Kitleler, her türlü devlet olanağı elinde olan iktidara mı güvenir, yoksa, sadece yerel yönetimlerde süreç yöneten ve net tanımı olmayan muhalefete mi? Bu sorunun yanıtı, seçimlerde verilemektedir ve mevcut iktidar 2002'den bu yana da her koşulda iş başındadır. Eğer muhalefet partileri, özellikle de ana muhalefet partisi, 'ben iktidardan beş daha fazla veririm" yerine, SOSYAL DEVLETİ önceleyip, taaa 1995'lerden bu yana genel başkanlara, ilgili yöneticilere verdiğimiz, 'Yurttaşlık Temel Geliri', 'Yurttaşlık Temel Geliri ve Aile Sigortası', "Gençlik, Proje+18' gibi, sosyal devleti önceleyen projelerin, eline geçenin kesip, kopyalayıp 'benim zihni sinir" projem dediği projeler adam gibi uygulansaydı; (işi garip tarafı, düşünce topluluğumuzda bulunan farklı görüşlerde ki kişiler, ya sizin adamlar uygulamıyor, bari bizimkiler uygulasın dediklerinde 'hayır' denilemeyince, en son Proje+18'in 'Gençbank, Aile ve Gençlik Fonları" gibi kısımları iktidarın ve Aile Bakanlığının uyguladığı projeler oldu) Bugün, bu kadının böyle konuşmasına gerek kalmayacaktı.
   Bu iktidar da bu kadar pervasız olmayacak, o kadın da ya da kitleler de devletten alacakları "sosyal yardım"lar için iktidara muhtaç, bağlı olmayacak, kalmayacaktı. Sosyal Devlet ile Refah Devleti arasında ki farkı bilmeyen SOSYAL DEMOKRAT Partilerin bu yönetimleri ile biz daha çok laf ederiz, bu kadın ve yurttaşları da daha çok "seni gidi, seni makarnacı" diye aşağılarız.
    Beyler, bayanlar bizde derler ki:
    Aç ayı oynamaz, aç köpek de fırın  deler!..
    Kim ne anlarsa!..