Tut ellerimi bırakma. Bu bir şarkı sözü mü? Hayır. Hem de bin kere Bu bir yakarış, anlamayanlara da bir yalvarış. Ama kendisi için değil.

Siz ana yüreği diye bir şey duydunuz mu?

"Ana yüreği" atan bir canlıdır, yırtınandır. Ama kendisi için değil. İster oğul, kız, bir yakın, tanıdık, tanımadık fark etmez, herkes için çarpar. Herkese yanar, kül köle olur. Kendine istemez, herkese hep kendinden verir…

İşte bunu yapan kocam yüreğe "Ana yüreği" denilir. Yoksa, doğuran kadın kalbi değildir ana yüreği, çarpan bir kadın yüreğidir.

O yüzden hep bağrı yanıktır bu anaların yüreği. Bir yerleri yanar ve hep birilerinden dolayı kanar. Kanar. Kanar.

Bazılarınca sanılmasın bu "kanmak" saflık, salaklıktır. O doymak bilmeyen bir çocuk gibi önüne konulan her acıyı içine çeker, saklar.

İşte Anadolu'da, ana budur. Daha genel bir anlatımla, tüm ülke toprakları budur ve böyle analar ile doludur.

Ve doğası, evrenin muhteşem bir oluşumu, kurgusudur. Neyi nerede yapacağını, neyi nereye koyacağını bilir de, koydukları bazen hadlerini bilmezler. Hadsizleşirler.

Evrende dünyamız küçücük bir şey. Ha var, ha yok. Demek ki, evren de değerimiz bu kadar. Gerisi laf-ı güzaf. Boş laf.

Evrenin o çok ciddiye almadığı Dünya ise, dağdan, taştan, topraktan, sudan, ottan, çöpten, börtü böcekten, attan ve itten geçilmeyen bir yerdir. Arasına insanoğlu da serpiştirilmiştir.

Siz hiç dünya haritasına şu gözle baktınız mı?

Evren, minnacık yavrusu Dünya'nın koynuna ne koymuş, acaba. Yüreğine nereyi, hangi parçayı koymuştur.

Yedi kara parçası kıtası, dört de su dolu okyanusu olan bu yuvarlak, öyle bir yerine, öyle bir şey, kara parçası koymuştur ki, Asya'nın, Avrupa'nın ve Afrika'nın kucağına;

Dünyanın dört bir yanından öyle insanlar gelmişler, gitmişlerdir ki buralardan, ama bazıları kalmışlar, kalmak için can vermişler, savaşmışlar ve buraları yurt, ana yurt yapmışlardır ki;

Hem Evren, hem Dünya için çok değerli olan bu kara parçası yaşayanlarını öyle bağrına basmış, onları "ana kucağı" gibi sarıp sarmalar, "ana yüreği" gibi de besler, büyütür ki, sormayın.

İşte bu yüzden "Anadolu"dur bu topraklar.

Neresini kazsan bir kuzusunun taşa, toprağa yazılmış bir mektubunu bulursun. Hangi kuytu köşesinde otursan sana, esen olup bir şarkı, türkü mırıldanır. Ninniler söyler küçüğüne, büyüğüne.

Taşında bile bir ot bitirir, yamaçlarını ağaçlar, ormanlar ile süslerken, vadilerinden derler, çaylar, ırmaklar akıtır; Göller, göletlerinde sulaklar yapmayı da esirgememiştir.

Sırtını Mezopotamya'ya dayarken, elini de Avrupa'ya açmıştır. Afrika'ya çarpmasın diye de, evrenin dünyası, ona Ak Denizi yatak, yastık yapmıştır. Karadeniz'i de yorgan yaptığı gibi.

O savaşı, bu savaşı çoktan geçtim. Gele gele çocukları için kan, can verdiği toprakların kurtuluş savaşını gördük. Okuduk.

Oysa bu kucak herkese açıktı. Beyazından, siyahına, sarısından, kızıl derilisine kadar yavrularına, birleri hariç; onlar da soyguncular, soysuzlar ve yolsuzlardı.

Bu topraklarda afyon vermişti yavrularına, acıları azalsın, dertlerine deva olsun diye. Bu bolluk, bereket içinde ağız tadı ile olsunlar diye de kendir vermiş, yesinler sırım gibi olsunlar, soysunlar urgan yapsınlar diye. Kenevir koymuş ceplerine en son gelenlerinin, yesinler şifa, giysinler giysi, tıkasınlar su tıkacı olsun diye.

Fındığını, fıstığını, yediveren güllerinin hatırı kalmasın derim ama, birini desem öteki alınacak. Küsecek en iyisi susayım.

Ara sıra alıp başımı gidiyorum ellere, ırak yerlere. Dağlar, tepeler görüyorum yüzlerce yıllık ağaçları, ormanları kesilmiş, yok edilmiş, kökünde maden, mermer aranıp, yok pahasına savrulan.

Dereler görüyorum HES'ler ile boğazı sıkılan, göller görüyorum kurutulan, yok edilen.

Bir zamanların ana kucağı Anadolu, artık gittikçe çoraklaşıyor. Ormanları küs, yağmur duasına çıkmıyor artık, Dereleri kırgın, gürül gürül gürül akmıyor artık.

Tarlalar eskisi gibi bakir değil artık. Bereket uçmuş, yok olmuş.

O mutlu, neşeli, üretken insanları küskün birlerine. Ama ana bu, Anadolu bu, ne yapsın.

Biz büyüttük onun kucağında soysuzluğu, yolsuzluğu, biz getirdik dün olmayan uğursuzluğu bu topraklara, biz verdik abanın kucağına piçleri, biz saptadık onun böğrüne bıçağı.

Analar gibi, artık Anadolu da ağlıyor.

Duyuyor musunuz?