Tarih, dönemleri ve dönenleri de yazar defterine.
1980'li yıllar, Türk Sinemasının "Civciv Çıkacak Kuş Çıkacak", gibi üçüncü sınıf sinema filmlerinin ortalığı talan ettiği günler.
Aileler, eğitimli aydın kesimin düzeyli yerli yapım filmlere hasret kaldığı günler.
O yıllar Kültür ve Turizm Bakanlığı nda çalışıyorum. Bakanlığa ha bire düzeyli filmler yapılmasını teşvik için baskı ve müracaatlar var.
Bir gün Bakanlık Üst yönetimi, dönemin bakanı başkanlığında toplandı ve "Düzeyli Yerli Filmler Yapılması" konusunda, neler yapılabiliri konuştuk.
12 Eylül Darbesi, Türk Sinemasına da darbeyi indirmiş, Yılmaz Güney gibi bir çok sanatçının filmlerini yasaklamıştı.
Sektörde işsizlik hat safhada ama ortada film yapımı için sermaye koyacak yapımcı yok.
Bakanlık bünyesinde yeni birimlerin kurulmasına gerek duyuluyor ve mevcut birimlerin de bu konuda ki görev, yetki ve sorumlulukları tanımlanıyordu.
Benim de Bakanlık Döner Sermaye İşletmeler Merkez Müdürlüğünde (DÖSİM) yeni işe başladığım, toy günlerim.
DÖSİM adına ben de katılıyorum toplantılara.
Yeşilçamın ünlü bir çok yapımcısı, yönetmeni ve sanatçısı da bu sürece bilgi desteği koyuyordu.
En sonunda Film Yapmak isteyen şirketler, bir senaryo ve film yapımı ile ilgili diğer teknik bilgi ve mali analizi içeren bir dosya sunuyorlardı Bakanlığa.
Bakanın bilgisi dahilinde onay alan yapımların dosyası, bize geliyordu.
Oluşturulan film yapım komisyonunda birimimi ben temsil ediyor, ayrıca film yapımı için sunulan dosyaları inceleyip, senaryo, snopsis (senaryo özeti), maliyet analizi, filmin sağlayacağı sosyal gereklilikler gibi bilgileri ve belgeleri değerlendirip, yapım için avans paranın ödemelerini yapıyorduk.
Bu günlerde de hala dostluğumuz süren bir çok sanatçı ile Apo Ağabey (Umut Film Abdurrahman Keskiner), Turgay Aksoy, Zafer Par, Şener Gezgen ve diğerleri ile tanışmamız o günlere dayanır.
Bir sabah elinde bir dosya ile aramızdan bir kaç yıl önce ayrılan Yönetmen Halit Refiğ geldi. Bir yandan çay kahve içip, bir yandan da dosyayı degerlendiriyordum.
Halit Bey'e, dosyadaki eksikleri not edip, İstanbul'a ilk uçak ile gidip, düzeltmeleri yapıp akşama kadar gelebilceğini; geç saatlere kadar da çalıştığımızdan aynı gün tüm işlemlerin tamamlanacağını anlattım ve dosyayı verdim.
Halit Bey İstanbul'a geri döndü.
Bir gün sonra sabah erkenden odamdaki özel telefon çaldı ve telefonun öteki ucundan;
Alo, Ben Türker İnanoğlu, İbrahim Bey ile mi görüşüyorum, dedi.
Ben de evet, buyurun dedim.
Son derece kızgın bir ses tonuyla, "Sen benim kim olduğumu biliyor musun" dedi
Gerçekten o yıllar hem ekonomik hem de siyasi inanılmaz bir gücü vardı.
Ben de, evet biliyorum; hem B.ka..mızı, hem de M.st.ş..rımızı atatan kişisiniz dedim.
Beklemediği bu yanıt karşısında şaşırmıştı.
Madem bunları biliyorsun neden benim dosyamı ret ettin dedi.
Ben de, dosyayı ret etmediğimi, not ettiğim eksiklikleri Halit Bey düzeltip gelirse, işlemin bir gün içinde biteceğini söylediğimi anlattım.
İsterseniz resmi yazışalım, işlem onbeş günde bitsin dedim.
Şaşırdı ve Halit Beye saydırdı. Türker İnanoğlu'nu yakından bilenler bu saydırmanın neler olacağını belirler.
Sonra, Allah Allah Yeşilçam'da herkesin dilinde bir İbrahim ...... var ama bana bunu neden yapar ki, dedim,
Sanıyorum Halit Bey için saydırdıklarını bana da saydırmış olmalı ki, vicdana gelip;
Bak çocuk, benden diledigin zaman tahsil edebileceğin bir alacağın var, demişti.
Daha sonra da, " bak çocuk, gel Yeşilçam Sokağında sana bir daire kiralıyalım, sen bizim bu senaryo, film yapım işlerini düzenle, beraber geçinip gidelim demişti ama bir köy delikanlısı olarak bunu kabul etmemiştim.
Uzun yıllardır bir rahatsızlığı vardı ve dün 2 Nisan günü televizyonlar, onu kaybettiğimizı duyuluyordu.
Türk sinemasına katkılarından dolayı verilen bir ödül töreninde elinde sakladığı Atatürk heykelciğini görünce, iç huzuru ile şana hakkımı helal ediyorum Türker bey dedim.
Toprağın bol olsun.