DEM Parti heyeti, 17 Mart’ta AK Parti ve MHP ile bir araya gelecek. CHP’yi genel seçimden önce DEM ile irtibatlı ve iltisaklı göstererek, terör destekçisi gösteren Cumhur İttifakı, nasıl oldu da PKK elebaşısı Öcalan ile barış görüşmeleri sürecini DEM aracılığı ile başlattı.
Kamuoyunun ortak kanaati; sürecin amacının, “Erdoğan’ın DEM vekillerinin oyunu da alıp Anayasa değişikliği yaparak, tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesinin önünü açmaktır” şeklindedir. Bu görüş doğru gibi görünse de bu kadar basit değildir. Kökü BOP Planına kadar uzanır.
“Terör örgütleri ile masaya oturmayız!” diyen Erdoğan, içine sinmese de bu sürece mecbur bırakılmıştır. Bahçeli’nin zor ikna edileceğini zannedenler yanılmış, “Bahçeli dönüşürse herkes dönüşür” anlayışı Erdoğan’ın rahat bir nefes almasını sağlamıştır.
Cumhur İttifakı, PKK ve DEM karşıtlığı ile halkın teröre karşıtlığını kullanarak oy almıştır. Şimdi DEM ile anayasa değişikliğini bu Meclis’in yapması doğru değildir. Bu konunun millete havale edilmesi veya halktan yetki alan yeni seçilecek milletvekillerine bırakılması daha doğrudur.
Memduh Bayraktaroğlu, “Karanlık Mevzular” adıyla yayımlanan kitabında; Prof. Mahir Kaynak ile yaptığı söyleşide Kaynak’ın kendisine; “Derin devlet ya da devlet aklı Türkiye’de dini kaldırmak isterse, bunu AK Parti gibi siyasal İslâmcı bir partinin eliyle yapar. Eğer şeriatı getirmek isterse bunu CHP’ye yaptırır.
Eğer Kürdistan’ın kurulmasına göz yumacaksa bunu da MHP eliyle yapar... Derin Devlet’in çalışma prensibi, derin aklı ve stratejisi bu şekilde çalışır...” ifadelerini kullandığını yazdı.
Ne bu sözler tesadüftür ne de bu açıklamalar siyaseten söylenmiştir! Zira Kaynak eski bir MİT mensubudur. Ve dediği gibi MHP razı edilmeden bölücü unsurlarla diyalog ve mutabakat sağlanamaz. Bunu en iyi senaryoyu yazan ve ülkedeki derin yapılar ile ilişkili emperyal güçler bilir.
Peki, Erdoğan topa neden direk girmiyor? Bunun cevabını şehit yakınlarına ve gazilerimize verdiği iftardaki konuşmasının satır aralarında bulabilirsiniz. Süreç başarılı olursa Erdoğan, “yıllarca devam eden terörü bitiren” kişi olarak tarihe geçecek…Başarısız olursa, topu DEM ve MHP’nin üzerine atacaktır.
Suriye’de son günlerde “Esad yanlısı” ya da “Arap Alevi’si” olarak bilinen insanlara yönelik katliamlar ve Suriye devlet başkanlığına getirilen, dünün dinci teröristi Ahmet Şara’nın PYD’nin askeri aparatı SDG ile anlaşması, planın öncesini ve sonrasını gözler önüne seriyor. PYD/SDG, yerel özerklik almadan silahları bırakmaz. Küresel güçlerin BOP planı işliyor ve yerli aktörler kendilerine verilen rolü oynuyor.
Kısacası Müslümanlar birbirlerine kırdırılıyor. Hristiyan ve Yahudilere gösterilen tolerans, Nusayrilere ve Alevilere gösterilmiyor. Bunun ülkemizdeki yansımalarından çekinen Erdoğan’ın bu konudaki sessizliği, hoşnutsuzluğunu gösteriyor. Siyaseten bu konuda da CHP’ye yükleniyor. Ülkede olumsuz ne varsa CHP’nin işi! Çünkü Suriye ile ilgili konularda devre dışı bırakıldığını kendisi de biliyor.
Sürece karşı olan muhafazakâr ve milliyetçi kesimlere yönelik yaptığı konuşmalar ve Bahçeli’ye destek açıklamaları, tezat gibi görülse de siyaseten yapılmış, “al alma gönül alma…” sözleridir.
Beklenilmeyen bir anda Öcalan’ın bitik PKK’yı feshetme çağrısı neyi değiştirir? Bu sureci, Suriye’deki gelişmelerden ayrı düşünmek saflık olur. Örneğin Suriye’de Kürtlere göre sayıca fazla olan Türkmenler, yeni yönetimde neden göz ardı edildi? Şara’nın kitabının önsözünde Türkmen’in adı yok! Göreceksiniz, Türklere ölümü gösterip, sıtmaya razı edecekler.
Öcalan’ın çağrısında ve HÜDAPAR çalıştayında yer alan taleplerin kabul edilmesi Türk devletinin tasfiye, Türk milletinin bölünmesi ile sonuçlanacak düzeydedir. Hadi iktidar ve Kürtler talepleri kabul etti, Türkleri kim ikna edecek?
DEM milletvekillerinin partileri güle oynaya ziyareti, CB Erdoğan’ın DEM Heyeti’ni kabul edeceğini kameralar önünde açıklaması, Bahçeli’nin DEM önderlerine gösterdiği özen ve telefon trafiği …Kamuoyunun bu oyuna yavaş yavaş ısıtılmak istendiği izlenimi veriyor.
Suriye olayı ortada iken, kimlik ve inanca dayalı dayatmalar, er ya da geç çatışmayı ve ayrılığı getirir. Kürtlere anayasa ile tanınacak ayrıcalıklar… Diğer etnik kökenlilere ve farklı inançta olan vatandaşlara da tanınacak mıdır? Öyle olursa ortada devlet diye bir şey kalmaz. Kimse bana yerel özerklik ve federasyondan bahsetmesin!
Türkiye ne Almanya ne de Amerika’dır. Etrafı ateş çemberi ile çevrilmiştir. Stratejik ve jeopolitik açıdan önem arz eden bir ülkedir. Böyle bir ülke için devletin üniter yapıda olması ve halkın da ortak değerlerde bütünleştirilmesi elzemdir.
Türkiye’nin sorunu; ekonomi, hukuk, demokrasi ve en önemlisi de adalettir. Bu sorunların çözüldüğü, hak ve özgürlüklerin sağlandığı, refah ve mutluluk içerisinde yaşanılan bir Türkiye…Birlik ve beraberliğimizi sağlayacak ve aidiyet duygusunu geliştirecektir.
Kürtlerin ne sorunu varsa Türklerin ve diğer azınlıkların da aynı sorunu vardır. Kürtlere negatif ayrımcılık yapıldığı iddialara safsatadır. Vatansever Kürtlerin böyle bir talebi de yoktur.
Peki, bu talepleri kimler öne sürdürüyor? Tabi ki, “Bölgede Kürtler ve Dürziler bizim asli müttefiklerimiz” diyen küresel gücün temsilcisi İsrail! Ve her taşın altında çıkan ABD… Bölücü Kürtlerle kirli bir oyun oynuyorlar!
“Türkiye’nin terörle mücadeledeki başarısı göz önüne alındığında, PKK’nın gerçekten bitirilmesi ancak devletin belirlediği koşullarla gerçekleşebilir.
İnancımızda; “Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.”
Günün Sözü: "Beceriksizlikle ihanet arasında kıldan ince bir çizgi vardır, beceremediği halde makam-mevki işgal etmek en büyük ihanettir."
Alparslan Türkeş;