(Aslen Isparta İslam Köylünden Olup,9. Cumhur Başkanımız Süleyman Demirel'in mahalle komşusu İsmail Hakkı amcanın oğlu Refet'in dilinden dökülen duygu dolu hatıralarla maziye yolculuk işte böyle bir şeydir.)

Masum geçmişimde, çocukluk yıllarımla ilgili anlatacak o kadar çok anılarımız var ki, bu anılar aynı zamanda ülkemizin farklı bölgelerine odaklı toplumsal sosyolojiyi de işaret etmek bakımından, anıları izlemeye ve dinlemeye değer.

Kurtuluş savaşının ardından hortlayan yokluk ve çaresizlik, parasızlık; toplumu alışveriş yapma yöntemi olarak takas sistemine yönlendirmişti.

Mesela kilometrelerce uzakta bulunan Aydın İline develerle (günler boyu) gidilerek oradan incir, zeytin ve zeytin yağı, buğday, bulgur, ve arpa ile takas edilirdi.

Yaylalardan tereyağı, tuluma basılmış peynir, çökelek yoğurt, yani süt ürünleri getirilip, karşılığında buğday, bulgur, tarhana ve pekmez verilirdi.

Civar köylerde ve diyarlarda kurulacak Pazar günlerinde babam boz eşeğimizin semerini sırtına yerleştirerek buğdayı, bulguru, tarhanayı, nohudu ve mercimeği farklı torbalara koyup heybeye yerleştirdikten sonra eşeğimize yükleyip düşerdi zarların yollarına.

Pazar yerinde ürünlerimizi sattıktan sonra, evimizin ihtiyacı olan basma pazen, şalvarlık, ihtiyaç olan diğer kumaş malzemelerini ve horantanın (horanta = evde yaşayan bay ve bayan bireyler, anne bacı, kardeş, çoluk çocuklar) ihtiyacı olan lastik çarıkları (çarık ayakkabı) satın alıp evimize getirirdi. Biz çocuklar olarak hiç oyuncağımız olmazdı. Zaten bulunduğumuz yerde oyuncak satan bir dükkân da olmazdı. Zaten o yıllarda bizim coğrafyamızda oyuncak sanayi de yoktu. Bizim en büyük oyuncağımız olan malzeme babamızın pazardan getirdiği lastik çarıklar vb. malzemelerdi.

Köyümüzün en büyük hediyesi; varlıklı bir ailenin satın alıp servis olarak pazarlara saldığı AUSTUN marka otobüs olmuştu. O tarihten sonra köylümüz pazara gidip gelmek için at eşek, katır gibi organik seyahat araçlarını bırakıp gıcır gıcır AUSTUN marka otobüsle havalı bir şekilde pazarlara gider oldular. Bu vesileyle eşekler ahırlarda tarlalarda, heybeler de ardiyelerde istirahate geçirildi. Heybe yerine kapaklı ve kapaksız sepetler icat edildi.

Sepetler heybelerin yerini aldı. Çünkü sepetler heybe yerine otobüse daha çok yakışıyordu. Ayrıca omuzda heybe yerine, elde sepet taşımak biraz daha sosyetik bir görüntü teşkil ediyordu. Bir süre sonra köyümüzde sepetlerden de vaz geçildi. Sepetlerin yerini, balık ağına benzeyen geniş delikli örme keseler geliştirildi. Adına "FILE" denilirdi.

Hiç unutamadığım bir olayı da şöylece vurgulamak isterim:

Rahmetli ninem "fileyle getirilen malzeme, gıda vb. haramdır. Çünkü o yiyeceği alabilen vardır alamayan da vardır, göz hakkı denen bir şey vardır. Bu nedenle başkaca gözlerin imrenmemesi bakımından eşyayı filede taşımamak gerekir" derdi.

Mahallenin çocuklarıyla köy meydanında oyun kurup arkadaşlarımla oynamak her şeye değerdi. Çocukluk ya, her çocuğun hobisi ve özentileri böyledir sonuçta. Bazen oyuna geç kalmamak için evde bir şeyler atıştırmazdım. Ekmeğin üzerine biraz kaymak, yahut biraz pestil gibi bir şeyler sürmesini isterdim ninemden. Yol boyunca yemek için.

Ninem karşı çıkardı bu isteğime." yavrum bu doğru değil, seni o durumda gören arkadaşlarının da canı çeker, alan var alamayan var, gören gözün hakkı vardır. Başkasının gözü bakarken sen onların karşısında yediklerin haramdır.