Şantaj ve tehdit, günümüzde çok kullanılan bir yol aslında! İşini sağlam tutmak, siyasette var olmak, koltuğu kaptırmamak ve suç işlendiğinde bile cezalandırılmamanın en kestirme ve garantili yolu; başkalarının sırlarına vakıf olup, onları belgeleyip, ifşa etmekle yani, tehdit ve şantajla oluyor! Herkes susuyor o zaman. Bu yüzden belki; hepimizin gördüğü, alenen işlenen suçların; hırsızlığın, cinayetin, rüşvetin ve bunun gibi pek çok ahlaksızlığın cezasız kalması kimseyi şaşırtmıyor artık!
İnsanların buna alıştığını zannediyorlar ama, kimse alışmıyor! Herkesin bildiği sırlar, sır olmaktan çıkıyor fakat, suçlu olanlar hak ettikleri şekilde yargılanmıyor! Toplumda adalet duygusu bu yüzden zedeleniyor!
Osmanlı’dan bu yana, bir yerlerde dosya tutmak, kayıt tutmak ve zamanı geldiğinde ortaya çıkartmak gibi bir anlayış var insanlarımızda! Yani üstü örtülen, kapatılan, cezalandırılmayan hiçbir suç, sonsuza dek sır olarak kalmıyor! Ama özellikle siyasette ve kurumlarda, herkesin kendisini sağlama almak için, tuttuğu dosyalar, belgeler, bilgiler var!
Hatta zaman zaman basın yayın organlarında ifşa edilen, özel hayatlar, rüşvet alışverişleri, alengirli para işleri vb. pek çok suç; kişiler anlaşmazlığa düştüğünde ortalığa saçılıveriyor!
Toplum ancak o zaman öğreniyor!
Zaten, “açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” atasözü gibi, bir anlayış hakim olmuş, suç ve suçlular dünyasında! Ancak araları açıldığında, bildiklerini ortaya döktüklerinde, öğreniyoruz neler olduğunu! Ne acı değil mi?
Aslında ağlanacak durumlarımıza gülmeniz için, tehdit ve şantajı anlatan iki güzel fıkra anlatacağım size:
PAPAZ ve ZANGOÇ
“Papaz, iki metre ilerisinde duran zangoça hiddetle sorar:
-Gizli gizli sen mi içiyorsun kutsal şarabı?
Zangoçta derin bir sessizlik… Papaz iyice köpürür:
-Sana soruyorum be adam! Duymuyor musun beni?
Zangoç cevap verir:
-Hayır, buradan hiçbir şey duyulmuyor efendim.
Papaz hiddetle:
-Olacak şey mi! İki adım öteden beni duymuyorsun!
Zangoç bıyık altından güler:
-İsterseniz yer değiştirelim anlarsınız.
Yer değiştirirler. Bu kez Zangoç seslenir:
-Kilise için toplanan bağışları sen mi zimmetine geçirdin?
Papaz:
-Hakikaten yahu, hiçbir şey duyulmuyor.”
Tam bir, “Tencere dibin kara, senin ki benden kara” hikayesi değil mi?
SÖYLERİM HA!
“Şarap fabrikasının emektar çeşnicisi ölür. Yenisi için ilan verirler.
Derken perişan kılıklı, belli ki ayyaş birisi başvurur. Fabrika müdürü biraz da bu ayyaşı başından savmak düşüncesi ile, test için ona bir kadeh şarap verir.
Adam şarabı içer ve:
-Kırmızı bir Muscatel, 3 yıllık. Kuzey yamaçta yetişmiş, çelik varillerde yıllanmış. Cevabını verir.
Müdür şaşkınlıkla “Doğru” der.
Bir başka şarabı tattırır;
-Kırmızı Cabarnet, 8 yıllık. Güneybatı yamaç mahsulü ve meşe fıçılarda yıllanmış.
Doğru cevabı üzerine iyice şaşıran müdür beyimiz, sekreterinin yanına gider ve ona bir bardak suya biraz idrarından karıştırarak getirmesini söyler ve adama bunu beyaz şarap niyetine içirir.
Adamın yanıtı:
-Sarışın, 26 yaşında 3 aylık hamile. Eğer beni işe almazsan, bebeğin babasını da söylerim!“