Karacaoğlan’ın
o meşhur satırlarını epeyce çarpıtarak aktardım ya derdim şu AŞI meselesi.
Şimdi; 70’li yılları yaşayanlar hatırlar Tıp
dünyası o günlerden beri hep bir tartışma içindeydi. Doğu ekolü diyebileceğimiz
ve başını Çin’in çektiği grup hep iddia ederdi ki Batı ekolü aslında ilaç
şirketlerinin elindedir ve halk sağlığını hiç de düşünmezler, asıl problem bu
dev ilaç firmalarına para kazandırmaktır.
Hatta bu konuda binlerce yayın yaparlar kendi tedavi yollarının Batıdan
çok daha iyi ve etkili ve ayrıca-ucuz- olduğunu ispata kalkışırlardı. E o
zamanlar adamlar fanatik Komünist idi söyledikleri ahalinin çok dikkatini
çekmezdi. Batı ekolünde ise Uzman
olanlar kendi çaplarında açıklamalar yapar ve zır cahil medya kevaşeleri ile
bunları yaymaya gayret ederlerdi. Bu kör dövüş yıllarca sürüp gidecekti. Baktılar
ki bu tartışmanın biteceği yok; herhangi bir hastalığın tedavisi söz konusu
olduğunda iki kutup netice de şu sloganda buluşmuştu:
Hastalık yok,
hasta vardır.
Öyle ya her
bünye farklıysa kim nerede ve hangi yöntemle tedavi olacaksa kendi seçsin.
Ancak bu son
salgında ilk kez ve bu kadar devasa ölçekte Batı ekolü de kendi arasında
bölünmüş görünüyor.
‘Aşı olmayın’
diyenlere bir bakıyorsunuz adamlarda unvan gırla; Dr. Doçent, Prof. Falan...
E ‘Olun’
diyenlere bir bakıyorsunuz onlarda aynı.
Üstelik her
iki taraf da demekte ki; ‘bizim dediğimiz yapmazsanız ölürsünüz!’
Ya kardeşim zaten ahiret yolcusuyuz, bir gün
hepimiz öleceğiz.
Bizim gibi
Cumhuriyet aristokratı veya saray mensubu olmayanlar için kafa iyice karışık.
Resmen balatalar ıslandı, yandı yanacak…
Şimdi, ben
yıllarca köpek beslerdim, ta 60’ların ortasından beri. E haliyle -ısırma-
olayları sıkça başımıza gelirdi. Kuduz korkusu öyle herhangi bir korkuya benzemez,
yakalanan bağıra bağıra göçer gider. Hemen ilgili sağlık kurumuna başvurulur ve
haber verilirdi. İlk önleme aşıları 3 doz halinde yapılırdı, eğer köpek üçüncü
gün de yaşıyor ve kuduz belirtisi göstermiyorsa hemşire 3. dozu vurmazdı.
(Çünkü iğne de öyle acıtırdı ki) eğer aşı randevusunu atlatırsan veya korkup
gitmezsen evden bekçi gelir alır, mevcutlu olarak götürür, aşını yaptırırdı.
Çünkü toplum
sağlığı senin petkanın çapıyla ilgili olamazdı.
Burada durum
farklı gibi;
Aşı olurken bir form imzalıyorsun ona göre
başına bir halt gelirse;
Aşıyı
üretenler sorumlu değil,
O aşıyı
sipariş eden, transferini sağlayan kamu sorumlu değil,
Olurda aşıyı
yapan kurum sorumlu değil.
Bir tek -sen- sorumlusun.
Çin aşısı
olurken form gerekmez deniyordu bir ara…
E, ne yani
öbür aşıyı olanlar ne diye imzalıyorlar.
Sonra bilmem
kaçıncı -pikin- bilmem kaçıncı tikindeyiz dendi. Hala da deniyor. Mesele aşı
karşıtlığı meselesi değil. Ciddi bir kafa karışıklığı meselesi. Aşı karşıtları
tek tanrılı dinler çıktığından beri var. Onlar, her şeyin Tanrıdan geldiğini
düşünür ve vücuda bir müdahaleyi tedavi amaçlı olsa da kabul etmez. Ama
oranları ve sayıları gittikçe azalmaktadır.
Oysa bugün
-aşı olmayın- diyenlerin başını anlı şanlı tıp dünyası aktörleri çekiyor.
‘Olun’ diyenlerin de keza.
Şimdi toplum
gereksiz bir şekilde gene kutuplaşıyor; Aşılı olanlar ve Aşısızlar.
Şimdi deniyor ki ‘Bu aşısızlar var ya ah bu
aşısızlar memleketin başına ne bela geliyorsa bunlar yüzünden geliyor.’
Yahu kardeşim
siz o zaman önce şu ‘aşılı’ tarifini bir daha yapsanız ya. Kim tam aşılı?
İki Alman
aşısı olanlar mı? (Üçüncü de var, dördüncü de yolda deniyor)
İki Çin aşısı
mı?
İki Çin
üstüne bir Alman mı?
İki Çin, İki
Alman mı?
Mesele
bilimin mi haklılığı yoksa bu beyler ve hanımların mı?