Sağ Dikey Reklam Alanı Genişlik: 160px Yükseklik: 600px
Antalya Haberleri

ADD, HİZBULLAHİLERİN HAMİSİ Mİ OLDU?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

31 Ocak 1990'da Emin Çölaşan'la söyleşisinde Muammer Aksoy'un “irtica” diye adlandırdığı İslam darbeciliği yolunda yürüyenlerle, yine onun “gaflet” içinde dedikleri kişi ve kuruluşlar, “demokrasiyi geliştirmek” amacıyla “geçici ittifak” kurarken gelişmelere engel olunamadı. İran Sepah (İnkılabın Bekçileri) ordusuna bağlı al Kudüs Kuvvetleri'nin Türkiye elemanları, 90 öğretim üyesini “Namus Düşmanı” başlığı altında listeleyip bildiri dağıttılar. Aynı günün akşamı listenin sonuçları anlaşılacaktı. [1]

Hedefteki kişilerin adreslerini bulmak için bir postanede telefon rehberine bakmak yeterliydi. Muammer Aksoy’un hem ev adresi hem de evine yakın bürosunun adresi rehberdeydi. Muammer Aksoy’un eve geliş-gidiş saatlerini belirleyen al Kudüs Kuvvetleri’nin İran’da eğitilmiş Ankara ameliyatçılarının başı Ferhan Özmen, 31 Ocak 1990, Çarşamba akşamı Bahçelievler 2. Cadde’ye arabasıyla geldi; beklemeye başladı. Kendi anlatımına göre sol kaldırımdan evine doğru yürüyen Muammer Aksoy’u geçerek apartmana girdi ve içerde pusuya yattı.

Bir süre sonra ana kapıdan giren Muammer Aksoy’a telaşsızca bakan ameliyatçı Ferhan Özmen, susturucu takılmış Baretta tabancasını kaldırdı ve arka arkaya üç el ateş etti. İki mermi Muammer Aksoy’un yüzüne, bir mermi de göğsüne…

73 yaşındaki Prof. Dr. Muammer Aksoy, kanlar içinde yavaşça oturmak ister gibi yere yığıldı; dayanamadı ve sırtüstü uzanıp kaldı.

Ameliyatçı Ferhan Özmen, Humeyni Hattında Hizbullahi davaya hizmet etmenin huzuruyla caddeye çıktı, aşağılara bıraktığı arabasıyla oradan uzaklaştı. Bir görev daha tamamlanmıştı. Görgü tanıkları da yalnızca sessiz, sakin caddeye bırakılmış olan o aracı anımsamaya çalışacaklardı.

Cinayetin ardından alışılagelmiş açıklamalar birbirini izledi. Yakın tarihlerdeki, özellikle Ankara’daki terörist saldırılara ve “devrim ihracı” ile güçlenenlerin İran’dan ve İstanbul’dan yayın yoluyla açık tehditlerine de dikkat edilmedi. Muammer Aksoy’un son sözlerine de aldırmayanlar, Çetin Emeç’in Şubat 1990’da yazdıklarını da ve İran’da eğitilenlerce Mart 1990’da öldürülmesini de hafife aldılar.

Aynı yıl Turan Dursun, Muammer Aksoy’un öldüren İslam inkılapçılarını işaret etti.  Onu da duymazdan geldiler. Turan Dursun’un Humeynicilerce “Türkiye’nin Salman Rüşdisi” olarak yayınlarda hedef gösterilmesine de aldırmadılar.  Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden bir ay önce, İsrailli diplomatın Ankara’da bombayla havaya uçurulmasından hemen sonra bu suikastı örnek gösteren İran’a bağlı elemanların Türkiye’yi açıktan tehdit etmelerine de dikkat etmediler. Humeyni hattında yürüdüklerini, al Kudüs Kuvvetleri’nin neferi olduklarını açıklayan Hizbullahilerin bu cinayetlerini ve sonrakileri  (Amerikalı Teknisyen, İsrailli, Mısırlı, Iraklı, Suudi diplomatların öldürülmelerini) hemen ABD’ye bağlayarak işin kolayına kaçtılar. Böylece Türkiye’deki Hizbullahi ameliyatçıları ve onları yöneten Kum Ayetullahlarını gölgelediler.

Sonraki seri cinayetlerde de görüleceği gibi bu tutum değişmedi. Hatta suikastçılar yakalanıp, İran’daki eğitimlerini, İranlı ameliyatçıları, kendilerini yöneten Sepah ve al Kudüs Kuvvetleri komutanlarının adlarını, Muhsin Rezai, Nasır Takipur, Mehdi Haşemi’yle bağlantılarını, Tahran’da Selahattin Eş aracılığıyla kendilerini eğiten İranlı ajanları, İstanbul’da “cellat” namlı diplomatla birlikte işledikleri cinayetleri, İran’da silahlı eğitim ayrıntılarını açıklamalarına karşın saldırganları gölgeleyici, aklayıcı tutumlar değiştirmedi.

Daha da ilginci, Muammer Aksoy, İslam darbecilerine karşı savaşım için ADD’yi öldürülmesinden bir ay önce kurmuştu. Suikast yıl dönümlerinde İslam darbecilerini öne çıkaran ADD’nin yöneticileri yıllar geçtikçe al Kudüs Kuvvetlerini (görülen davlara, mahkeme kararlarına karşın) suikastların faillerini (yerli ve İranlı)  gölgeleyici tavırlarını korudular.

Aksoy’un öldürülemeden bir ay önce kurduğu ADD, cinayet davasından ve ortaya çıkan gerçeklerden habersizmişçesine, 23 yıl sonra bile tavrını değiştirmedi. ADD Genel Sekreteri Öner Tanık imzasıyla Aydınlık gazetesinin arka sayfasında manşetten yayınlanan yazı başlığında “Prof. Dr. Muammer Aksoy’u 24 yıl önce bugün yitirdik. Onunki eceliyle bir ölüm değildi, faili meçhul bir katliamda yitirdik” denilebildi ve İranlı darbeciler bir yana bırakılarak al Kudüs Kuvvetleri’nin, İslami Hareket Örgütü’nün öteki suikastlarıyla birlikte Aksoy’un öldürülüşü de “Kontrgerilla-CIA” odaklarıyla ABD’ye bağlanarak İran Ayetullahları aklanıverdi. [2]

ABD yayılmacılığına karşı çıkacağız derken, Türkiye'ye saldırmaktan geri kalmayan Kum'un Ayetullahlarıyla bilerek ya da bilmeyerek kol kola girmek isteyenler, Hizbullahileri 19 Mayıs törenlerine çağırmaktan çekinmeyenler, bilmelidirler ki toplumu yanlış bilgiyle yönlendirmekte CIA - MOSSAD - VEVAK ile yarışmaktadırlar!

Notlar: [1] Emin Çölaşan, Muammer Aksoy ile görüşen son gazeteciydi. Görüşmeyle ilgili ayrıntıları suikast gecesi kaleme alarak bir gün sonraki Hürriyet’te yayınladı. Emin Çölaşan, “Dava Adamı Muammer Hoca”, Hürriyet, 1.2.1990. Ayrıca bkz. Muammer Aksoy, Atatürk’ün Laik Hukuk Devleti, s.180 -182

[2] ADD Genel Sekreter Yardımcısı Öner Tanık, “Öncesi ve sonrasıyla Muammer Aksoy cinayeti”, Aydınlık, 31 Ocak 2014, s.20

[3] VEVAK: İran istihbarat Bakanlığı

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *