‘Konuşma özgürlüğünüz elbette vardır, ama konuştuktan sonra özgür kalır mısınız? Onu bilmem’
İDİ AMIN
(zır cahil, hödük, kibirli, ukala, dandik, hırsız soyguncu, mafya bozuntusu Uganda diktatörü)
Geçen hafta yazımızı bitirirken nerede bu ANTALYA BAROSU demiştik. Öyle ya mesela bu öldürülen gazeteci KAŞIKÇI davasının devri ile ilgili ortada bir sürü laf var; ne bileceğiz hangisi doğru, hangisi eğri?
Daha ciddisi İl ve İlçe seçim kurullarının oluşumunda ciddi arızalar var deniyor (hani bir seçim olduğunda oy kullandığınızı sanacaksınız ya!) şimdi bu iddialar ANTALYA BAROSU’NUN seçkin bir üyesi Avukat Figen Çalıkuşu ALBUGA tarafından dile getiriliyor.
E bir zahmet konuşun beyler! yoksa Uganda’da mı yaşadığınızı sanıyorsunuz?
Hani öyle ise de bilelim.
Polat Balkan Başkanlık’tan ayrıldıktan sonra ANTALYA BAROSU tatil mi edildi?
Adli tatil erken mi geldi?
Ramazan ayı oruç rehaveti baskın mı geldi?
Neyse petkası yeten cevap verir!
Gelelim tarihin ‘eğer’ dediği konulara. Geçen hafta bir-iki ip ucu vererek konuya giriş yapmıştık.
Okuyucu soruyor; ‘Şu Çanakkale de Mustafa Kemal Paşa’nın saati meselesi’
(Şimdi okuyacaklarınız yazarın kendi fantezisidir ona göre)
10 Ağustos 1915’te Çanakkale ;
25 Nisan günü başlayan çıkarma harekatıyla (Arıburnu) sonuç alamayan İngiliz ve Fransız birleşik komutanlığı ikinci bir cephe açmaya karar verir, bu sefer biraz daha kuzeyde yarımadanın en dar yerine Saros Körfezi’nin güney yönünden sürpriz bir baskın gerçekleştirilecektir. Batı tarihçileri bu ikinci harekata Suvla muharebeleri derken bizimkiler Anafartalar diyecekti.
Evet, o sabah başlayan çatışmalarda bizimki muharebeleri cepheden izleme alışkanlığınca, sürekli ileri hatlardadır. Bu çıkarma hakikaten de cepheyi sarsmıştır. Dikkatlice izlenmesi ve hemen karşı taarruza geçilmesi gereklidir. Ama bölge karma çormandır, harita başından bir karar vermek doğru olmayacaktır. Bizzat izlemek için ateş hattına gitmekten başka çare yoktur. O günün ‘paşaları’ cephe gerisinde bin bir konfor içinde ki karargahlarında masa başında sanki çok kullanıyorlarmış gibi silahları bellerinde, gözleri kadın gazetecilerin malum yerlerinde, masa başında poz veren tipler değildi.
Mustafa Kemal, fazlaca ileri gitmiştir, gitmiştir çünkü -anlatılana göre- gitmek zorundadır. Düşman topçu ateşi ise devam etmektedir. Bu topların kalibresi hakkında bir bilgimiz yok. Ateşin gemilerden açıldığı ve her tür kalibreli silahla gerçekleştiği varsayılmaktadır. İşte o an Mustafa Kemal bir an için sarsılır, yaveri meseleyi anlar, müdahale için ileri hamle yapar, Kemal, onu sükûnete davet eder. Evet vurulmuştur, ama bu bir mermi değil, top mermilerinden seken bir şarapnel parçasıdır, küçük bir parçadır ama denk gelirse insanı ağır yaralayabilir. Gözü kör eder, bağırsakları deşer falan.
Ama bu parça Mustafa Kemal’in sağ göğsünde ki cep saatinin üstünde kalmıştır. Göğüs hizasında bir morluk yaratmış ve tüm zararı bundan ibaret kalmıştır.
‘Bu saat ne oldu?’ suali yıllardan beri sorulmuş durmuştur.
Hikaye malum; işte ordu komutanı Liman paşa ona kendi saatini hediye eder, bu hasarlı saati alır.
Sonracığıma, bu hasarlı saat nedense ortadan kaybolur, Liman Paşa’nın ailesinden birileri bulunup saatin akıbeti çok geç sorulur; ‘kayboldu’ cevabı alınır. Bizim tarih gurularımız olayı derinliğine araştırmaz ve ta 18 Mart Üniversitesi kurulduktan sonra ‘Atabay’ soyadlı bir öğretim üyesi saatin peşine düşer. Ama ortada soru sorulacak bir olası tanık kalmamıştır.
Ez cümle saat mafiş olmuştur.
Ancak anlatılan efsaneye bakarsanız, efendim eğer o saat olmasaymış Gazi Paşamız şehit olurmuş. Çünkü saat kalbinin üstündeymiş!
Yahu hanımlar-beyler insan kalbi vücudun sol tarafına denk düşmüyor mu? Biz mi anatomiyi yanlış öğrendik?
Evet o saat olmasaydı büyük bir olasılıkla yaralanırdı, kim bilir bir damara denk gelirse ölebilirdi de.
Ama saatin kalbinin -tam-üstünde olması için anatomisinde bir sıra dışılık olması gerekiyor değil mi? (her ne kadar TIP kayıtlarında böyle insanlar olduğu tespit edilse de)
Kaldı ki o şarapnel parçasının çapını falan da bilmiyoruz, diyelim ki yaralandı;
Cephe için önemli bir subaydı, Ordu komutanı Liman Paşa’nın çok değer verdiği biriydi. Gereken ihtimam ile derhal hastaneye yetiştirilir belki biraz cepheden uzak kalır ama sonunda hayatta kalırdı ve görevinin başına dönerdi. Çanakkale muharebeleri de kaldığı yerden devam ederdi. Siz o günkü Türk ordusunda başka subay mı yok sanıyorsunuz?
Cennet-mekan Gazi Paşamızın hayati riskleri bilerek ve cesaretle ateş hattına gittiği
Ne ilk yerdi orası
Ne de son yer oldu.
Ama ya Sakarya veya Büyük Taarruz esnasında şehit olsa veya İzmir suikastında…
İşte o zaman toptan hapı yutmuştuk.