Önce bir soru ile başlayayım sözlerime.
Sizi, hiç huzur teper mi?
Haydaaa, "dam başında saksağan, vur beline
kazmayı" değil. Gerçekten beni ya huzur tepiyor ya da neyime ise ülkem,
yok ve yoksul insanlar için kaygılanıyorum.
"Tavşan dağa küsmüş de dağın da haberi yokmuş"
olduğunu da biliyorum, ama olmuyor. Yapamıyorum.
Sorumsuz ve sorunsuz bir gençlikten sonra, hasbelkader
başladığım bürokratik yaşamımda, devletim bana çok şeyler öğretti.
Ailem çevreme karşı duyarlı, edepli ve saygılı olmamı
öğretmişti ama, bunu bürokratik yaşamımda daha çok uygulama alanı buldum
Şimdi size bir örnek anlatsan derdimi anlatır mıyım, bilmem.
Bilen bilir, bir eski bakanımın sözü ile, bakanlık
bütçesinin yarısı kadar bir bütçeyi yönetiyorduk.
Köy delikanlısı olarak keyfe keder bir yaşam, yediğin
önünde, yemediğin ardında. İlk işe başladığımda, aldığım aylık yetmeyince babama,
"Ben istifa edip geliyorum" deyince, ev kirası yardımı sağ olsunlar
yıllarca anamdan, babamdan olmuştu.
Çalışılan birim yeni, bizler teşkilat yapısını, yasasını
hazırlıyor, her gün yeni bir şey öğreniyor ve yönetici olarak uyguluyor idik.
Birimimizce yapılan yazışmalara, kuruluşun gereksinim
duyduğu mal ve hizmet satın alınan kişilere karşı hep özenli ve adil, tarafsız
olunması için çabalıyorduk.
Bir gün, sekreteri bile aşarak bir adam, "dan
diye" odama girdi. Buyur deyip, oturttum. Sorun nedir, deyince de anlattı.
Adam ihaleye girmiş, bir iş almış, işi bitirip dosyayı da
faturası ile teslim etmiş, bizden ödemesinin yapılmasını bekliyor.
Genellikle çok özel bir durum olmazsa, birimimizde işlem
bekletilmez idi. Araştırınca gördüm ki, adam gerçekten haklıydı. Ödemesi bir
arkadaşımızın masasında işlemi bitmiş bir şekilde bekletiliyordu.
İş arkadaşlarımla iletişimim iyidir, herkes derdini, sorununu
açıkça anlatırdı.
İlgili arkadaşım da, bu güven ve özgüven ile bana:
"Ama bizim maaşımız ...... lira, adama ...... (maaşıyla
kıyaslanmayacak miktar) lira ödeyeceğiz, beklesin" deyince, şaşırdım.
Tam niyetini anlamadım, bir özel beklentisinin olduğunu da
sanmıyorum (ki öyle bir şey olsa, bana böyle söyleyemezdi). Kendince, kendini
tatmin ediyor ve adamın çekinden "öç alıyordu."
Neyse, işlem tamamlandı ve bir gün sonra arkadaşımızı da rencide etmeden, olağan bir iş imiş gibi ödemesini yaptık.
Bunda ne var denilebilir.
Burada çalışanlar, yöneticiler kadar yurttaşa da düşen
görevler var.
İlk olarak, kamuda çalışanların görevlerinin yurttaşa hizmet
sunmak olduğu bilinci verilmelidir. Ki, yazdıkları çeklerde ki rakamların, bu
çalışanlarca sadece bir rakam gibi algılanması, görülmesi gerektiği bilinci
gibi toplumsal, kurumsal odaklı eğitimler verilmelidir.
Bazen yapılacak bir şey yoktur. Atalarımız "İnsan çeşit
çeşit, yer damar damar" derler. O yüzden, herkesin kişilik, karakter ve
zaaflarını bilerek, görerek iş planlaması yapılmalıdır.
Geçenlerde gazetelerde bir haber vardı. Bir siyasi parti,
"Devlette CV topluyor" diye. İnanılmaz.
Yönetim bir ekip işidir. Yönetenler ve çalışanlar arasında
düşünce, kişilik, iş yapış yöntemi gibi uyumların olması gerekir.
Yönetim bir savaştır. Bir yerde yaşanacak bir uyumsuzluk ve
sorun, iş işten geçtikten sonra, sorun olduktan sonra görülür ki, o zaman da
"Git derdini, Marko paşaya anlat."
Başta dedim ya, bu aralar çok yoğun yaşadığım kaygı mı,
yoksa öngörü mü diye. Her ikisi de.
Öngörü: Geçmişte bir SHP dönemi yaşanmışlığı var. SHP,
iktidarın ortağı olmuş ve SHP'den bakanlar koltuklarına oturmuşlardı. Benim
çalıştığım bakanlık da SHP'ye düştüğünden, bakanımız SHP'li idi.
Tabi sayın Bakan, devlet ile o gün tanışmış ya da birlerince
(bu günler CV toplanması gibi) referans olunmuş adamları ile geldiler.
Böyle zamanların ilk günleri muhteşemdir. Herkesin
havasından yanlarından geçilmez.
Derken, işler yoğum, partililerin haklı-haksız istekleri,
say say bitmez. Bakanın bir talimatı, ilgili birime gelinceye kadar her
kademede bir eklenerek gelir. Ve tabi, bir gün bu anlaşılır ve patlar.
Özellikle de kendini mağdur, muhalif sayan bürokrat bir
dosya fotokopisini masasının bir gözüne koyar, saklar.
"Sakla samanı, gelir zamanı. Kar yağar, kiraz
zamanı."
Artık, yurttaşlarda, partililerde sorunlar başlayınca, hele
hele bir de muhalefettekiler süreci doğru yönetirler ise, paldır küldür iktidar
gider. Ve "yollu, yolsuz", haklı, haksız dosyalar saçılır ortalığa.
Benim içgüdülerim biraz gariptir. Bir sorunun sıkıntısını
altı ay önceden yaşarım. Bu öngörü mü yoksa, başka bir şey mi bilemem, ama bu
aralar çok kaygılıyım.
"Perşembenin gelişi, Çarşambadan belli olurmuş."
Belediye deneyimini 1989-1994 yılları arasında yaşadık.
Gel de Mehmet Akif'in bu dizelerini anma…
"Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
'Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?"
Şimdi anladınız mı, kaygı mı, öngörü mü, yoksa her ikisi mi?