Bir "8 Mart" daha geldi. Kadın Erkek herkes içinden geldiğince, bildiğince, öğrendiğince, öğretildiğince bir şeyler yazacak, çizecek, söyleyecek ya da yazılanları okuyacak, söylenenleri dinleyecek.
--Ben, toplumsal varlık olarak insanı genel anlamda "kadın-erkek" diye ayırmanın bir anlamının olmadığını düşünürüm. Çünkü, bir toplum, çok farklı cinsiyet, sosyal ve ekonomik statü, eğitim durumu gibi insani bileşenlerinden oluşur.
--Ama madem bugün "8 mart", o halde insan cinsinin "kadın" türünü, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü bağlamında ele alayım.
--Bu konuda bile aynı noktada buluşulamıyor ise, sorunun ne kadar derinlerde olduğunu anlayın artık.
--"Kadınlar Günü", "Dünya Kadınlar Günü", "Emekçi Kadınlar Günü" diye uzayıp gidiyor konu.
--Peki, kadının toplumsal rol bölümünde "kadın" olarak farkındalığı ne zaman başlıyor. 1857 yılında. New York'da tekstil Fabrikasında çalışan 40 bin kadın, ekonomik ve sosyal alanda eşitlik ve hak isteği ile GREVe gidiyorlar.
--New York Polisi fabrikadan çıkmayan kadınları, fabrikaya kilitliyor ve burada çıkan yangında da 120 "kadın işçi" ya emekçi kadın yaşamlarını yitiriyor.
--İşte dünya tarihinde ilk sınıfsal ve cinsiyet ayrımcılığı ile ilgili bilinen ilk resmi eylem bu "Grev"dir.
--Hem bu mücadelede yaşamlarını kaybeden emekçi kadınların unutulmaması, anılması hem de farkındalığın arttırılması için 1910 yılında Danimarka'nın Başkenti Kopenhag'da düzenlenen "Sosyalist Kadınlar Konferansı"nda, Alman Sosyalist Demokrat Parti Lideri Clara Zetkin, "8 Mart"ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olmasını öneriyor ve oy çokluğu ile kabul ediliyor.
--Ve o günden bu yana, 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaktadır. Bu bir.
--Peki bizde "kadın" konusu nedir?
--Bizde her şeyde olduğu gibi "kadın" konusunu da, en güncel değerlendirmeler için Osmanlıdan almak gerek.
--Özellikle 1980'lere kadar değişerek gelen toplumsal yapıya bir göz atacak olur isek, gerek Osmanlı'da gerekse de Türkiye Cumhuriyeti'nde nüfusun büyük çoğunluğu kırsal kesimde, köy ve kasabalarda, oldukça düşün sayılabilecek bir kısmı ise şehirlerde ya da şehir sayılabilecek köklü yerleşim yerlerinde yaşamaktadır.
--Köylerde kadın erkek üretimin içinde birlikte yer aldığından, fiziki değerlendirmenin dışında bir "kadın", "erkek" ayrımını göremeyiz.
--Kasabalar ise, üretim alanı köyler ile, yönetsel olarak şehirler arasında kalmış, üretim ve sosyal yaşamın geçirgenliğini sağlayan ara kültür yerleşim yerleridir. Ne köylüdür, ne de şehirli.
--Şehirler ise, yönetsel alanın merkesinde ve dışarı ile bağlarının açık olmasından dolayı gününe göre her zaman çağdaş süreçler içinde olmuşlardır.
--Bu durumun kadınlar açısından önemi ise, üretim ve yönetimin içinde olan kadınlar, "kadın-erkek eşitliği" konusunda daha şanslı olanlardır. Kadınlar açısından kasabalar ise, doğrudan üretim ve yönetimin içinde olamamanın etkisi ile daha kapalı,tutucu ve muhafazakardırlar.
--Bu sosyal durum saptama sondan sonra, kadının okuryazarlığı ve eğitimi açıdan bakar isek, durum nedir.
--Feodalizmden kapitalizme geçiş ile birlikte geleneksel yapılar terk ediliyor ve değişiyor. Üretimin içinde olmak, kadın, erkek ayrımını yok ederek niteliği ön plana çıkarıyor. Bu ise eğitim ile oluyor.
--Avrupa'da "Okuma-yazma Seferberliği" 17. yüzyıldan Rönesans ve Reform Hareketleri ile başlıyor.
--Avrupa'da 17. yy'da başlayan bu bu sürecin Osmanlı Devleti farkında değildir, olanların çabaları ise, bir şeyleri değiştirmeye yetecek kadar olmamıştır. Ta ki Cumhuriyet dönemine kadar.
--Farklı kaynaklarda, farklı bilgiler ve bulgular üzerinden Osmanlıda okur-yazarlık verileri sunulmaktadır, ancak bunları çoğu aldıkları veri alt tabanı açısından gerçekçi değildir.
--Yahya Akyüz'ün, Türk Eğitim Tarihi yapıtında, "Tanzimat yıllarına kadar Osmanlılarda kız ve erkek çocuklar 5-6 yaşlarından itibaren sıbyan mektebi denen kurumlara beraberce giderler, 3-4 yıl kadar öğrenim görürlerdi. Bu, esas olarak dinsel nitelikli, yüzeysel, zorunlu olmayan bir eğitimdir. Sıbyan mekteplerine devam zorunluluğu hakkında II. Mahmut 1824'te bir ferman yayınlamıştı. Ancak bu alanda uygulama gittikçe yaygınlaşmak ile beraber, kesin sonuç hiçbir zaman alınamadı.
--Sıbyan mekteplerinin öğretmenleri genellikle cami hocaları idi. Ancak, bazı bilgili kadınlar mahallelerde erkek-kız çocuklara ve kadınlara Kur'an okumayı ve bazı dinî bilgileri vs. öğretirlerdi.
--Erkek çocuklardan çok az bir kısmı, sıbyan mektebinden sonra medreselere ve 1773'lerden itibaren açılan çeşitli askerî ve sivil okullara gidebiliyordu."
--Gazi Üniversitesinden MUhteşem Kaynak ise;
--“1800 yılında Osmanlı Devleti’nin hiçbir yerinde okuryazar oranı yüzde 5’i geçmemekteydi ve Ülke genelinde ortalama okur yazar oranı muhtemelen yüzde 1’di...
--Tanzimat dönemi sonunda Ahmet Mithat Efendi okuma yazma bilmeyenlerin nüfusun yüzme 90-95’i kadar olduğunu, bunların kalemsiz ve dilsiz olduklarını yazmaktaydı” demektedir makalesinde.
--Eğitimsizlik demeyeyim ama bu okuma yazma bilmemenin 300 yıllık gecikmesi ise, daha güncel bir değerlendirme ile, "Bilimsel Devrim ve Stratejik Anlamı" yapıtında Erdal İnönü'den:
--“Genç Cumhuriyetin seferberliği sayesinde, 1927’de okuma yazma oranı yüzde 10.2’ye, 1941’de üç kata yakın artarak 27’ye yükseldi"ği saptanmaktadır.
--Dünya Ekonomik Forumu'nun (WEF) yayımladığı 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporunda Türkiye'nin 153 ülke arasında 130'uncu olmasını, bir "kadınlar günü"nde daha iyi düşünmek gerek.
--21. yüzyılın ilk çeğreyinde okur-yazarlık oranlarından çok başka kriterlere bakmak gerek. Bu da Toplum ve aile içinde ki kadının durumu ile, sosyal ve kamusal alanlarda ki kadına ve rolüne bakmak gerek.
--Cumhuriyetin "kadın"a verdiği değerin ve hakkın bile farkında olmayan, bilmeyen kadınların olduğu bir ülkede, toplumda "kadın hakları"ndan, "emekçi kadınlar günü"nden söz etmek bu satırları yazan bir erkek olarak, sosyal medyada ve bir çok yerde bu süreçlerin farkında olmayan kadınları görmek izlemek beni bile o kadar üzerken, hiç de az olmayan kadının bunun farkında olmaması ne acı.
--Osmanlı Devleti yaşasaydı, Osmanlı hanedanı ve çevresinin dışında kalanların ne durumda olmadığının bile farkında olmayan kadınların, Cumhuriyeti göz ardı edip, osmanlı özlemleri ne garip.
--İşte Cumhuriyet, kendini bile "red edebilen" kadınların yaşayabildiği rejimin adıdır. Bütün bireylerin ülkenin her konuda her sorununa kadın-erkek demeden YURTTAŞ olarak katılmasıdır. Katkıda bulunması, çözüm üretmesi, yönetmesidir.
--TBMM'nin 18 Mart 1924'de kabul ettiği 442 sayılı Köy Kanunu ve 17 Nisan 1940'de kabul ettiği 3803 sayılı KÖY ENSTİTÜLERİ KANUNU ile kırsal kesim okullarına öğretmen yetiştirilmesi projesi, çağdaş bir Cumhuriyet projesidir.
--Türk Kadını adına devrim sayılan bir çok konuda hak da bu çerçevede sağlanmış; bilinçli ve sağlık bir toplumun oluşmasında en önemli rolü oynayacak KADIN için, okur-yazar olmanın ötesinde çok önemli gelişme ve ilerlemeler sağlanmıştır.
--Çok Üzgünüm ki, 21 yüzyılın ilk çeyreğinde Ülkemde yaşanan Kadın sorunlarının kaynağı yine kadındır. Çünkü, kadın Atatürk ve Türkiye Cumhuriyetinin kendisine sağladığı haklardan ya habersiz kalmış ya da bu hakları aleyhine kullanacaklara maşalık yapmıştır.
--Bu yüzden, "8 Mart" Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nde, Atatürk Cumhuriyetinin kendisine sağladığı hakların farkında olan Cumhuriyet Kadınlarının "Kadınlar Gününü";
--Sınıfsal bilinci oluşmuş emekçi kadınların da, "Dünya Emekçi Kadınlar Gününü"
--KUTLUYORUM!..