Haydi eski Türkiye'ye bir zaman yolculuğu yapalım...Bunu yaparken pireyi deve yapmayalım...
Yazar Gökçe Fırat "Türk ordusunun tasfiyesi" başlıklı kitabında 1826'da on bin Yeniçerinin öldürülmesinin Türk ordusuna onarılmaz bir darbe indirdiğini ve çok zarar verdiğini yazmıştı...
İlk borcunu 1854'te alan, 555 yıl borç peşinde koşmayan Osmanlı (kuruluş tarihi: 1299) 1874'e kadar 14 dış borç mukavelesi imzaladı...İlk borçlanma 1854 Kırım savaşının finansmanı için Londra'daki bir finans kuruluşundan alınmıştır...1855 yılında ikinci borçlanmada yine Londra'dan yapılmıştır...1854-1908 arasında 26 borç anlaşması yapıldı...1881'de Osmanlı artık borçlarını ödeyemez durumdaydı...20. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı'nın borcu yıllık gelirinin 10 katını aşıyordu...
Osmanlı donanması 1910'lu yıllarda dönemin yüksek teknolojisine sahip savaş gemilerine sahip değildi...İtalya Livorno'daki bir tersaneye sipariş verilen (1909), 1910'da denize indirilen ve süper zenginin adı verilen modern savaş gemisi (Averof ) Osmanlı donanmasının korkulu rüyası olup çıkmıştı..
1911: Osmanlı ihracatının yüzde 70,8'i ham yün, ipek, meyve, sebze, tahıl, bitkisel yağdı.
Atatürk Türkiye'yi devraldığında ülkede faaliyet gösteren 14 tane dış ülke bankası varken tek bir yerli banka yoktu...1920'lerde Kayseri Uçak fabrikası, 1940'ta Ankara Etimesgut uçak fabrikası kurulmuştu...Etimesgut uçak fabrikası 200 kadar uçağını yurt dışına ihraç edecekti...ABD, İngiltere baskısıyla bu uçak fabrikaları kapatılmıştır...
1923-1929 dönemindeki 7 yılda Türkiyenin ithalat masrafları ihracat gelirlerinden yüksekken 1930-1939 yılları arasındaki 10 yılda sadece bir yıl hariç (1938) ihracat gelirleri ithalat gelirlerinden yüksek olmuştur...
Atatürk Türkiyesi 3 Mart 1924'te Almanya ile dostluk anlaşması yapmıştı...Ancak Fransız egemenliğindeki Hatay'ı Türkiye'ye kazandırmak ve Çanakkale & İstanbul boğazlarında Türk ordusunun egemenliğinin sağlanması gibi konularda Almanya lehimize (dostça) hamleler yapmadı...Türk ordusunun ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Almanya ve İtalya'dan ithalat yapılmaktaydı... .
1927'de Amerikan senatosu Türk Amerikan dostluk ve ticaret anlaşmasını bu ülkede yaşayan Rumların ve Ermenilerin isteği üzerine onaylamadı...Türkiye'nin Washington büyükelçisi Ahmet Muhtar Bey de bu ülkede protesto edildi...
1929'da Atatürk büyük millet meclisini açılış konuşmasında "dış politikada dürüst ve açık olan siyasetimiz bilhassa (özellikle) sulh düşüncesine dayanmaktadır demişti...
1930'larda Atatürk'ün Türkiyesi Avrupa'da barış, huzur, istikrar, refah adası olmuştu...Atatürk Türkiyesi 1929 dünya ekonomik felaketine rağmen hızla kalkınmaktaydı...Atatürk yeni bir dünya savaşının yaklaşmakta olduğunu ilk keşfeden dünya liderlerinden biri oldu...Atatürk, İngiliz siyasetçi Churchill gibi Fransız Albay Charles deGaulle'de Almanyanın ikinci dünya savaşını çıkarmaya hazırlandığını 1933'ten itibaren keşfetmişti...
Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı çıkacak ve savaşın mutlak galibi, tek kazananı Rusya olacak" kehanetini söylediği yıl için iki farklı tarih vermiş Mango 1932, Kinross 1934 diyor....Andrew Mango ve Patrick Kinross Atatürk'ün General MacArthur'a söylediği "Çok yakında İkinci Dünya Savaşı patlayacak " kehanetinden kitaplarında bahsetmişti.Kinross Atatürk bu sözleri 1934'te söyledi, Mango 1932'de söyledi diyordu. Mango haklıymış Atatürk bunu 27 ya da 28 Eylül 1932'de (Salı ya da Çarşamba günü) söylemiş.
25 Eylül 1932 Pazar: ABD Genelkurmay Başkanı General Douglas MacArthur (1880-1964) İstanbul'a geldi ve aynı günün akşamında Ankara'ya hareket etti.MacArthur Ankara'daki ziyaretlerini tamamladıktan sonra 27 Eylül Salı günü İstanbul'a döndü ve aynı gün Dolmabahçe Sarayı'nda Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk tarafından kabul edildi..
MacArthur 28 Eylül Çarşamba akşamı İstanbul'dan trenle Paris'e hareket etti... Atatürk Almanca ve Fransızca da bildiğinden Adolf Hitler'in "Kavgam" adlı kitabını (1925-1926) okumuş ve Adolf Hitler'in ırkçı, faşist, nefret, kin, öfke ve tehdit dolu anlatımından çok ürkmüştü...Atatürk, "Kavgam" adlı kitabı okuduktan sonra Adolf Hitler'in dünyanın başına büyük belalar açacağını söylemişti...
Atatürk ve MacArhur görüşmesine Atatürk'ün "Mücadelem-Kavgam" adlı (1925-1926) kitaptan edindiği izlenimler ve bu kitaptan yola çıkarak vardığı tahminler-kehanetler damgasını vurdu...Ağustos 1951'de The Caucasus-Kafkaslar adındaki ABD dergisi-magazini Atatürk MacArthur görüşmesinin zabıtlarını-tutanaklarını yayınladı...Atatürk MacArthur'la görüşmesinde Almanya'nın Avrupa'nın tümünü işgal edebilecek bir ordu oluşturabilme potansiyeline dikkat çekti...
Sözlerini şöyle sürdürdü "İngiltere savaşma hevesini kaybetmiş Fransa'ya artık güvenemez; bu çıkacak yeni Avrupa savaşının galibi olacak Sovyetler Birliği bütün komşuları ve gezegendeki diğer ülkeler için tehdit kaynağı olacak"Atatürk MacArthur'a "İçinde bulunduğumuz dönem-devir-yıllar bir ateşkes-mütareke-geçiçi barış dönemidir. Versailles barış anlaşması savaşı kazanan devletlerin dayatmaları sonucunda Almanya gibi mağdur ülkeler yaratmıştır.Bu nedenle Versailles anlaşması kalıcı-sürekli bir barış sağlayamayacaktır...Çalışkan, disiplinli ve olağanüstü dinamizme sahip 70 milyon Alman mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için harekete geçtiği anda bunu yapabilecek güce sahiptirler...Savaş 1940'ta başlayabilir.Fransa artık güçlü ordular kurma yeteneğini kaybetmiştir.İngilizler Fransız ordusuna artık güvenemez...Mussolini aşırı derecede hırslı ve açgözlü..Almanlar İngiltere ve Sovyetler Birliği hariç Avrupayı işgal edebilecek potansiyele sahipler...Yeni büyük savaşa Amerika dahil olduğunda savaşı Almanya kaybedecek ve büyük savaştan asıl kazançlı çıkan Sovyetler Birliği olacak...Çünkü Ruslar rakiplerinin en küçük yanlışlarından yararlanmasını bilen bir millet...Dünya yanarsa hiçbir millet kendini bu yangın bana sıçramaz diyebilme lüksüne sahip değil" dedi...
1936'da Türkiye Lausanne anlaşmasıyla Türk ordusunun üsler kurması yasaklanan Çanakkale ve İstanbul boğazlarında egemenlik hakkını elde ettiği Montreux anlaşmasını diğer devletlere kabul ettirdi...Böylece 20 Temmuz 1936'da 30.000 Türk askeri İstanbul Boğazına yerleşti...Birinci dünya savaşında yenilince Boğazlarda asker bulundurma hakkını kaybetmiştik...İşte Montreux anlaşması bu hakkı bizer geri kazandırdı...
Atatürk ve İnönü İtalya ve Bulgaristan'ın Türkiye'den toprak taleplerine "Ordularınızı yollayın savaşalım" cevabını vermişlerdi...Atatürk'ü ülkelerine davet eden Stalin ve Mussolini'yi İnönü ziyaret etmiş; İngiltere Kralıysa 1936'da Atatürk ve İnönü'yü ziyaret etmişti...
Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İsmet İnönü ile birlikte 12 Ekim 1937 Salı günü Aydın'dan Ankara'ya trenle giderken İkinci Dünya Savaşı'nın çok yakında patlak vereceğine ilişkin sinyalleri, işaretleri, İngiltere, Fransa, Rusya (Sovyetler Birliği), ABD, Almanya, İtalya, Japonya,İspanya arasındaki gerginlikleri, sürtüşmeleri, tehditleri, pazarlıkları, yakınlaşmaları, flörtleri, ittifakları ve bu ülkelerin Türkiye'den "krom ve diğer" taleplerini konuştular ve o gün Türkiye'nin savaşın dışında kalması için gereken önlemler belirlendi...Üç milyon kişinin Rusya,İtalya ve Almanya saldırılarını önlemek için askere alınması da o gün konuşulanlar arasındaydı...
12 Ekim 1937 Salı günü Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın Atatürk ve İnönü için derlediği dünya raporları da değerlendirildi...Tokyo büyükelçisi Hüsrev Gerede'nin sağladığı istihbarat da çok değerliydi...1923'te Lozan Antlaşması'nı imzalayan Türk heyetinde hukuk danışmanı, 1930-1932 arasında Türkiye'nin Paris büyükelçisi olarak görev yapan, 1934'ten itibaren ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt'in en yakın arkadaşlarından biri haline gelen Türkiye'nin Washington büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün'ün ve 1932'de Türkiye'nin Paris büyükelçiliği görevine getirilen Suat Davaz'ın Ankara'ya yolladığı gizli bilgiler de Atatürk ve İnönü tarafından o gün çok yararlı bulundu ve bu bilgiler üzerinde epey konuşuldu, epey değerlendirmeler de bulunuldu...
1938'de Atatürk Almanya eski başbakanı Franz von Papen'in Türkiye'ye büyükelçi olarak atanmasını onaylamadı...Papen 1. dünya savaşında Almanya lehine ABD'nde terör ve sabotaj eylemleri organize etmiş, yaptıkları ortaya çıkınca ABD'nden kovulmuştur, Osmanlı topraklarında İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı savaşan Alman ordularında görev yaptığına ilişkin iddialar vardır,çok sonra Almanya başbakanlığı ve Avusturya'daki Alman büyükelçisi görevlerini üstlenmiştir...Atatürk Papen'in Türkiye'de büyükelçi olarak bulunmasını reddetse de İnönü Cumhurbaşkanı olduğunda Papen'in Türkiye'de Alman büyükelçisi olarak bulunmasını onaylamıştır...Katolik Papen , Katolik Hitler ve Roma Vatikan Katolik kilisesi Sovyetler Birliği'ndeki Bolşevik düzenin yıkılması ve 11 milyon Yahudinin kitlesel imhası konularında konusında uzlaşma içindeydi...
1522-1912 arasında Ege denizindeki 12 adalar Osmanlı devletine aitti...1911-12 Türk İtalyan savaşının galibi olan İtalya onikiadalara ve Libya'ya el koydu...İtalyan orduları Libya'da 1911'den itibaren, Etiyopya'da ise 1935-1936'dan itibaren katliamlar yaptı...1934'te Benito Mussolini Asya ve Afrika’nın büyük bölümünü işgal ederek Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurma planını ilan etmişti...
İtalya'nın oniki adalara asker ve savaş malzemesi yığması da Türkiye'de "İtalya bize saldırmaya hazırlanıyor!" beklentisini yaratmıştı...
Yüzlerce kadından oluşan haremi olan Benito Mussolini (1883-1945) 1922-1943 yılları arasında İtalya’yı yönetmişti...
İtalyan General Roatta İtalyan ordusunun düşmanlarına İtalyan ordusunun elindeki silahları satmakla meşhurdu...
İtalyan ordusu da Türk ordusu gibi petrol yokluğu çekiyordu...
Hitler Benito Mussolini'nin kızı Edda'ya (1910-1995) her fırsatta güçlü kuvvetli kaslı Alman askerleri ayarlanmasını emretmişti...
Benito Mussolini'nin damadı Galeazzo Ciano (1903-1944) Berlin'deki Salon Kitty genelevinin en gözde müşterileri arasındaydı...
Benito Mussolini bulduğu hemen her fırsatta Antalya ve Akdeniz bölgesine İtalyan askerlerini çıkarma tehdidini tekrarlamıştı…Benito Mussolini Libya’ya, 1935'te Habeşiştan’a (Etiyopya’ya), Balkan ülkelerine (otuz tümen asker ile 7 Nisan 1939 Arnavutluk istilası), saldırmış ve İspanya İç Savaşı’na askerlerini yollamıştı…Kendisinin “İmparator” olacağı Büyük Roma İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmak için yanıp tutuşan Benito Mussolini İtalyan ordusu Yunanistan işgali sırasında yenilince Almanya’yı, Hitler’i yardımına çağırmıştı…
Mustafa Kemal Atatürk Çankaya Köşkü’ne gelen ve İtalya’nın/ Benito Mussolini’nin Antalya ile Türkiye’nin Akdeniz bölgesi üzerindeki isteklerini tekrarlayan Mussolini’nin temsilcine cevap olarak birkaç dakika müsaade isteyerek odadan çıkmış ve üzerindeki giysileri Mareşal Üniformasıyla değiştirerek geri dönmüştü…
Benito Mussolini’nin temsilcisi bunu görünce konuyu hemen kapatmıştı…Yıllar sonra Benito Mussolini Asya ve Afrika’da Büyük İskender, Cengiz Han, Topal Timur, Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Napoleon’vari fetihler yapacaklarını, bunlara hazırlandıklarını ve artık İtalyan ordularının işgallere hazır olduğunu ilan etti…Mussolini’nin adamları tarafından organize edilen İtalyan öğrenciler Roma’daki Türkiye Büyükelçiliği önünde “Antalya İtalya’ya aittir, Antalya’yı istiyoruz,” diye bağırarak gösteriler yapıyordu…Mustafa Kemal Atatürk, Mussolini’nin temsilcisine bu kez şunları söyledi:
“Antalya İtalya’daki Büyükelçiliğimizin cebinde değil ki…Antalya buradadır…Ne diye gelip almıyorsunuz? Ekselans Mussolini’ye teklifim askerlerini Antalya’da karaya çıkarsın, savaşalım.Savaşı kim kazanırsa Antalya O’nun olsun!”
15 Mayıs 1941'de Türk diplomat Hüsrev Gerede İtalyan siyasetçi Dino Alfieri 'den (1886-1966) İtalyan diktatör Mussolini'nin Türk-İtalyan dostluğunu öven bir açıklama yapmasını rica eder...Mussolini bu isteği yerine getirir ve bu doğrultuda bir açıklama yapar...
İngiltere ve Türkiye vatandaşlarının ikinci dünya savaşında madenlerde zorunlu çalışmaları için özel bir yasal düzenleme yapmıştı...
Yılmaz Erdoğan’ın senaryo yazarlığını ve yönetmenliğini (yönetmen olarak beşinci sinema filmi) üstlendiği, “Kelebeğin Rüyası” yaşayanların hiç bitmeyecek zannettiği İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Zonguldak kömür madenlerinde zorunlu hizmete tabi tutulduktan sonra genç yaşta veremden ölen şairler Rüştü Onur (1920-42) ile Muzaffer Tayyip Uslu’nun (1922-46) yaşam öykülerine odaklanıyor.Rüştü Onur ile Muzaffer Tayyip Uslu’nun kesişen yaşam öyküleri gazeteci yazar Hikmet Bila’nın (1954-2011) 2007’de yazdığı ve beyazperdeye bir türlü aktarılamayan “Kömür Kara” adlı sinema filmi senaryosuna da konu olmuştu…Hikmet Bila, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü’nün Zonguldak kömür madenlerini ziyaretine de senaryosunda yer vermişti.(”Kömür Kara” adlı senaryo Morpa Kültür Yayınları tarafından kitap olarak basılmıştır.) Kıvanç Tatlıtuğ, Belçim Bilgin, Mert Fırat, Zeynep Farah Abdullah ve Yılmaz Erdoğan’ın başrollerini paylaştığı “Kelebeğin Rüyası”nda, Ahmet Mümtaz Taylan, Taner Birsel, Devrim Yakut, İpek Bilgin, Aksel Bonfil ve Servet Pandur da rol alıyor.Yılmaz Erdoğan’ın, “Aşk en güzel bahanesidir şiirin” dediği “Kelebeğin Rüyası”nda aşk, şiirin de hayatın da başrolünü üstleniyor. Film, şairlerin altın çağı olan yıllarda, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde adım adım gelişen bir aşkı anlatıyor. İlk adı “Şairler” olan film CHP tek parti (Cumhurbaşkanı İsmet İnönü) döneminde 60 bin erkeğin madenlerde zorla çalıştırılmasını da konu alıyor. Bu konuda Mükellefiyet Kanunları çıkarılmıştı...
“Kelebeğin Rüyası”nda Rüştü Onur’u rolü için 16 kilo veren Mert Fırat (“İntikam”), Muzaffer Tayyip Uslu’yu rolü için 19 ya da 20 kilo veren Kıvanç Tatlıtuğ (“Kuzey Güney”, “Aşk-ı Memnu”, “Gümüş”), Rüştü Onur’un tifodan ölen eşi Mediha Sessiz Onur’u Farah Zeynep Abdullah (“Öyle Bir Geçer Zaman ki”) ve o dönemde Zonguldak’taki Mehmet Çelikel Lisesi’nde Edebiyat Öğretmeni olarak bulunan Behçet Necatigil’i Yılmaz Erdoğan canlandırdı.Behçet Necatigil bu lisede genç şairler Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun öğretmeni olmuştur.Onur ve Uslu İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık, yokluk ve karne yıllarında bir taraftan öldürücü hastalıkla, bir yandan ekonomik sorunlarla başa çıkmaya çalışır.
“1930’lar ve 1940’lar boyunca ABD binlerce ve belki de yüz binlerce Yahudi’yi kurtarabilirdi ama bunu yapmadı. Bu, ağır bir sorumluluk taşıyan korkunç bir ithamdır ve aynı zamanda bazı zor soruları da gündeme getirir: Daha fazlası yapılabilirdi, neden yapılmadı? Neden belirli kurtarma seçenekleri kasıtlı olarak göz ardı edildi? Ve en önemlisi, harekete geçmeme konusunda kim sorumluydu?” (Deborah E. Lipstadt’ın ‘Beyond Belief’ kitabının ilk paragrafından…)
Gazeteci, yazar Robert Littell Shimon Peres'e sordu:
Şimdi de o iğrenç holocaust soykırım sorununa gelmek istiyorum.ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt, "Yahudi" sözcüğünü asla ağzına almadan , savaş boyunca ve Nisan 1945'teki ölümüne değin her hafta radyodan o küçük "ocakbaşı söyleşileri"ni yayınlamayı başardı.30 Haziran 1942 Salı günü sahibi Yahudi olan New York Times Gazetesi 7. sayfasında, "Bir rapora göre Naziler tarafından öldürülen 1.000.000 Yahudi" başlığı altında altı paragraflık bir makale yayınladı... Bana kalırsa soykırım karşısında Amerikan tutumu, Savaş Bakanı Yardımcısı John McCloy'un tutumuyla çok güzel özetlenebilir; kendisi Auschwitz üzerine bombardıman uçakları gönderilmesini istememiş ve buna neden olarak da bombardımanların "Almanlar tarafından daha da şiddetli öç alma eylemlerine yol açabileceğini iddia etmişti...Acı gerçek şudur ki, Amerikan sahillerine ulaşabilen kimi Yahudiler de ABD'ne kabul edilmemiş ve tekrar Alman kitle imha kamplarına geri dönmeleri ve ölmeleri sağlanmıştır...ABD, cehennemden kaçmayı başarabilenlere kucak açmak için göçmen kotalarını yumuşatmayı gerekli görmemiştir.Amerikalılar ile İngilizlerin soykırımı ilk öğrendiklerinde (1942'de) açık açık kınamamalarını nasıl açıklıyorsunuz? Almanların elinden kaçabilecekler için göçmen kotalarını yumuşatarak, daha fazla Yahudiyi ölümden kutarmak için hiçbir şey yapmamalarını nasıl açıklıyorsunuz?
Shimon Peres'in Robert Littell'in bu sorusuna verdiği cevap:
Tek sözcükle bunun bağışlanamaz bir davranış olduğu görüşündeyim.Ancak bir açıklama bulamıyorum...Açıklayamadığım çok şey var.Örneğin neden 1948'de ABD İsrail'deki Yahudi devletine kendisini savunması için yardım etmedi; neden bize kendimizi savunmamız için silah vermediler?
Yahudi halkının kurbanı olduğu trajedinin büyüklüğünü tümümüzün o dönemde (1940'ların ilk yarısında) kavrayabildiğine emin değilim ki bunun da iki nedeni var: birincisi bilgi iletişimi bugünkü kadar iyi değildi, ikincisi de bu bilgiler (soykırım bilgileri) bize ulaştığında inanmakta zorlanıyorduk.Üstelik İkinci Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında savaşı Almanya kazanmış gibi görünüyordu...
Robert Littell'in Shimon Peres'e bir diğer sorusu:
Roosevelt'in ve Amerikan kurulu düzeninin (establishment) gizli Yahudi düşmanlığından suçlu oldukları düşüncesini kabul etmek istemiyor musunuz? Şu gerçeğe dönmek istiyorum ki, Amerikalıların, İngilizlerin soykırım karşısındaki tepkisizliği, Hitler'i bu suçu herkes adına yaptığına inandırmıştır...260. Papa XII. Pius ve ABD Başkanı Roosevelt ne yazık ki soykırıma karşı çıkmadı...
Shimon Peres'in Robert Littell'in bu sorusuna cevabı:
Belki.Evet, anlaşılmaz, çelişkili bir durumdu.Bir yandan Yahudileri dünyayı yönetmekle suçluyorlardı.Ve öte yandan dünya, Yahudilerin başına gelenleri hiç mi hiç umursamıyordu...Acı bir çelişki bu...
Robert Littell'in Shimon Peres'e bir diğer sorusu:
1940'ların başında Filistin'deki Yahudi önderler neden dünyayı ayağa kaldırmadı?
Shimon Peres'in Robert Littell'in bu sorusuna cevabı:
Bilgiler bize çok geç ulaşmıştı...Avrupa'da olup bitenleri gerçekten bilmiyorduk...Trajedinin büyüklüğünü ancak savaşın son iki yılında anlamaya başladık
*****
Erik Larson’ın yazdığı ve Türkiye’de HemenKitap Yayınevi tarafından okurlara sunulan “In the Garden of Beasts: Love, Terror, and an American Family in Hitler's Berlin- Canavarların Bahçesinde” (2011) adlı yarı belgesel yarı roman olan kitapta ise 1930'larda Almanyanın gırtlağına kadar ABD'ne borçlu olduğu uzun uzun anlatılır...
Bu kitap gerçekten yaşamış karakterlere sahiptir; 30 Ağustos 1933-29 Aralık 1937 tarihleri arasındaki ABD’nin Berlin Büyükelçisi William Edward Dood (1869-1940) ile kızı Martha baş karakterler…Hitler, Alman Hava Kuvvetleri Komutanı Herman Göring, Başbakan Yardımcısı Franz von Papen kitabın diğer karakterleri…
Belgesel Roman tümüyle Ian Kershaw gibi Hitler dönemi tarihçilerinin / uzmanlarının o dönemle ilgili yazdıklarına dayanıyor…
”Canavarların Bahçesinde” Adolf Hitler’in hem Cumhurbaşkanlığı ve hem Başbakanlık yetkilerini üzerinde topladığı, yanı sıra Alman Ordusu’nun tüm kontrolünü eline aldığı, en ufak bir muhalefet girişimini yargısız infazla ortadan kaldırdığı, çalkantılı ve kanlı günleri konu alıyor…Roman tarihçilerin ve olayları yaşayanların günlüklerini ile anılarını takip ederek, milyonlarca silahlı adamıyla (“eşkıyasıyla”, “zorbasıyla”) Hitler’i iktidara taşıyan Ernst Röhm’ün 1 Temmuz 1934’te öldürülmesiyle başlayan ve 2 Ağustos 1934’te Cumhurbaşkanı Mareşal Hindenburg’un ölümüyle Hitler’in “Tek Adam”, “Diktatör”, “Führer” olmasına odaklanıyor…Nazilerin iktidarı tamamen ele geçirmesini konu alan en iyi romanlardan biri olan “Canavarların Bahçesinde” o dönemin liderleri Hitler ve Herman Göring’in sınır tanımayan kibrini, hırsını ve abartıya, gösterişe, lüks yaşama düşkünlüğünü kusursuz bir şekilde canlandırıyor…
1 Haziran-17 Kasım 1932’de Almanya Başbakanlığı, 30 Kasım 1933 ile 7 Ağustos 1934 arasında Başbakan Adolf Hitler’in yardımcılığı görevini üstlenen, 1939-1944 arasında Türkiye’deki Alman Büyükelçisi olan Franz von Papen (1879-1969) 1951’de İstanbul’daki Santa Maria Draperis kilisesini ziyaret ederken “Ruslar Akdeniz’e inemedilerse ve Türkiye’yi işgal edemediyseler bunu bana borçlusunuz, ” demişti…Katolik olan Franz von Papen, Türkiye’de Büyükelçilik yaparken, kimi kaynaklarda 1934-1944 arasında, kimi kaynaklarda 1935-1945 arasında Türkiye’de (Harbiye’deki Kutsal Ruh Kilisesi’nde) Vatikan’ın temsilcisi olan ve 28 Ekim 1958 ile 3 Haziran 1963 arasında Papalık görevini üstlenen Angelo Giuseppe Roncalli’yle de sarsılmaz bir dostluk kurmuştu… Franz von Papen’e 24 Şubat 1942 Salı günü Ankara’da Sovyetler Birliği ajanları bombalı suikast düzenlemiş ve von Papen hafif yarayla suikasti atlatmıştı…
Franz von Papen 1. Dünya Savaşı'nda Amerika Birleşik Devletleri'nde sabotaj faaliyetleri yürüttü ; Amerika Birleşik Devletleri'nden kovulan Alman diplomatlarından biridir...
Franz von Papen'in HATIRALAR (1952) adlı kitabından
"Hitler'in kişiliğindeki baskıcı gücü tarif etmek oldukça zordur. Ne görüntüsü, ne hareketleri öyle egemenlik isteyen biri gibi görünmüyordu. Üstelik hiç de dahi değildi. Ancak buna karşın inanılmaz boyutta kandırma ve karşısındakine isteklerini kabul ettirme gücüne sahipti. İşte bu güç, geniş halk kitlelerini etkisi altına alabilmesine yarıyordu. Gücünün fazlasıyla farkındaydı ve hiçbir zaman yenilmeyeceğine inanıyordu.Onunla ilişki kuran herkesi etkisi ve yönetimi altına almaya çalışıyordu. Dinî inançları çok derin olan adamlar, hatta tamamen zıt kanattakiler bile bir süre sonra Hitler’in samimî olduğuna inanıveriyorlardı. Ben de diğerleri gibi onun mahkûmlarından biriydim. Yaptığı itirazlara, verdiği teminatlara inanmıştım, ta ki 1934 yılında o büyük ‘temizlik’, tasfiye işinin arkasındaki korkunç gerçek ve Hitler’in ikiyüzlülüğü ortaya çıkıncaya kadar..."
Alman askerleri, subayları, generalleri Hitler'e sadakatle hizmet edeceklerine ilişkin yemini etmekteydi:
Ich schwöre bei Gott diesen heiligen Eid, daß ich dem Führer des Deutschen Reiches und Volkes Adolf Hitler, dem Oberbefehlshaber der Wehrmacht, unbedingten Gehorsam leisten und als tapferer Soldat bereit sein will, jederzeit für diesen Eid mein Leben einzusetzen.
Müjdat Gezen'in Cumhuriyet Gazetesi'ndeki 27 Mayıs 2024 tarihli yazısından bir bölüm
GOEBBELS METODU…
İkinci savaş yıllarında Almanya’da her eve kişi başına bir yumurta düşüyor. Almanlar disiplinli bir toplum olduğu için kimse daha fazlasını istemiyor. Fakat gün geliyor yumurta stokları azalıyor. İşte o zaman Goebbels metodu devreye giriyor. Gestapo bir evin kapısını çalıyor ve “Siz dün fazla yumurta almışsınız” diyor. “Hayır, almadık.” “Hakkınızda ihbar var, artık size yumurta yok.” Bu metot her devirde, her ülkede geçerli olmuştur. Örneğin grip aşısı bulunmuyor mu? Hemen bu metodu kullanıp, işe acele bir formül bulup şöyle bir kararname yapılabilir: “Grip aşısı alabilmek için kalp, böbrek, şeker, kanser hastası ve 70 yaş üstü olmak gerekir.” Bunların hepsini bir arada barındıran zaten ölmüştür. Artık kimse o günden itibaren grip aşısından söz etmez. Hazinede para olmadığından aşı sipariş edilememiş ve getirilememiştir. Sonrası ise meçhul.