Tamam teknoloji, bilim, bilgi çağındayız, telefonlarımız ultra teknolojili, arabalar sürücülerinden kaliteli, giysiler pırıl pırıl, bankamatiklere kartını sokan dilediği kadar para çekiyor.
Sokaklarda işsiz yok, iş beğenmeyen bir sürü, güruh var.
Süleyman Demirel Hiç yaşamadı ve 1997 yılında Isparta Havaalanı açılmadı, Türkiye 1934 yılını hiç yaşanmadı ve Atatürk diye birisi yok ve Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmedi. Daha da say say bitmeyecek öyküler.
Devlet olmanın ve devleti yönetmeninin bir ciddiyet istediğini, gerektirdiğini bilemeyenin olmaması gerekir sanırım. Aklı olan, sıradan toplum içine giren insanların eğitim ve öğretime bile gerek olmadan, kalmadan bilmesi, öğrenmesi gereken bilgilerin yerine hayali bilgiler ile konumlarından konuşmalarını neye yormak gerek?
Aile, toplum olmanın toplumsal, geleneksel yazılı olan ya da olmayan kuralları vardır. Yüzlerce yıldır süregelen bilgi, gelenek, görenek, etik toplumun düzenini, kurallarını oluşturur.
Bütün bunlar kişi olarak da, aile olarak da, toplum olarak herkese bir sorumluluk yükler ki, sürsün ve geleceğe taşınsın.
Bir toplumun yok olmaya başlaması, bireylerden başlar. Eğitimsizlik, düzensizlik, sorumsuzluk ve çevresel faktörler bireylerin değişip, dönüşmesini sağlarlar. Toplumsal değerlerden uzaklaşılması, gelenek ve göreneklerin çağın gerekliliklerine göre uyum sağlayamaması toplumda çatışmanın temellerini oluşturur.
O yüzden Kişilerden Ailelere, ailelerden topluma, toplumdan da Millete kadar uzanan sosyal ilişki ağı, süreç; varlığın, birliğin özüdür. Bu ise yüzlerce yılda oluşmaktadır.
Ne var ki, değişen sosyal, ekonomik yaşam şartları bu değerlerde doğal bir değişi gerektirebilir. Sorun da bu doğal değişim ve dönüşüm değildir.
Ancak, kişilerden başlayan bu bozulma ve aşınmanın toplumun diğer kesimlerine de yayılması çok büyük sorundur.
Bilgi, evrensel bir değerdir. Sorgulanabilir, tartışılabilir. Sorunda bunda değildir. Ancak, toplumsal roller üstlenmiş kişilerin, kurumların ve makamların yaptıkları, söyledikleri kişisel özelliklerinin ötesinde, toplu ya da kurumlar tarafından kendilerine verilen rolün bir gereğidir. Bu kişisel olarak algılanamaz, görmezlikten gelinemez.
Örnek, sosyal, siyasal, yönetsel bir kamu rolü verilen, üstlenen kişinin işi, görevi gereği yapacağı, söyleyeceği her şey, kendisinden çok görevinin gereği ve sorumluluğudur.
Ne yazık ki, az gelişmiş toplumlarda toplumsal kurallar da az gelişmiştir. Çok az sorumluluk sahibi bu bilinçtedir.
O yüzden gelişmiş batı ülkelerinde kişisel ya da toplumsal, siyasal görevler üstlenen kişiler, yaptıkları ya da yapmadıkları her şeyden, sorumlu olduğu katmanlara hesap vermekle yükümlüdür.
Oysa, bizim gibi az gelişmiş toplumların şanssızlığı da budur.
Hep yanlış yapan, yalan söyleyen bu sorumsuzluğunun hesabını vermez, hem de hesap sorması gereken toplumsal katmanlar da bu konuda ya yetersiz ya da onlar da sorumsuzluğa ortaktır.
Bu yazılanlardan sonra, yazının üçüncü paragrafının niçin yazıldığını açıklamaya gerek olur mu?
Utanmak, ahlaki bir sorumluluk olduğu kadar, inançsal bir durumdur da. Yalan gibi.
yok, iş beğenmeyen bir sürü güruh var.
Süleyman Demirel Hiç yaşamadı ve 1997 yılında Isparta Havaalanı açılmadı, Türkiye 1934 yılını hiç yaşanmadı ve Atatürk diye birisi yok ve Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmedi. Daha da say say bitmeyecek öyküler.
Devlet olmanın ve devleti yönetmeninin bir ciddiyet istediğini, gerektirdiğini bilemeyenin olmaması gerekir sanırım. Aklı olan, sıradan toplum içine giren insanların eğitim ve öğretime bile gerek olmadan, kalmadan bilmesi, öğrenmesi gereken bilgilerin yerine hayali bilgiler ile konumlarından konuşmalarını neye yormak gerek?
Aile, toplum olmanın toplumsal, geleneksel yazılı olan ya da olmayan kuralları vardır. Yüzlerce yıldır süregelen bilgi, gelenek, görenek, etik toplumun düzenini, kurallarını oluşturur.
Bütün bunlar kişi olarak da, aile olarak da, toplum olarak herkese bir sorumluluk yükler ki, sürsün ve geleceğe taşınsın.
Bir toplumun yok olmaya başlaması, bireylerden başlar. Eğitimsizlik, düzensizlik, sorumsuzluk ve çevresel faktörler bireylerin değişip, dönüşmesini sağlarlar. Toplumsal değerlerden uzaklaşılması, gelenek ve göreneklerin çağın gerekliliklerine göre uyum sağlayamaması toplumda çatışmanın temellerini oluşturur.
O yüzden Kişilerden Ailelere, ailelerden topluma, toplumdan da Millete kadar uzanan sosyal ilişki ağı, süreç; varlığın, birliğin özüdür. Bu ise yüzlerce yılda oluşmaktadır.
Ne var ki, değişen sosyal, ekonomik yaşam şartları bu değerlerde doğal bir değişi gerektirebilir. Sorun da bu doğal değişim ve dönüşüm değildir.
Ancak, kişilerden başlayan bu bozulma ve aşınmanın toplumun diğer kesimlerine da yayılması çok büyük sorundur.
Bilgi, evrensel bir değerdir. Sorgulanabilir, tartışılabilir. Sorunda bunda değildir. Ancak, toplumsal roller üstlenmiş kişilerin, kurumların ve makamların yaptıkları, söyledikleri kişisel özelliklerinin ötesinde, toplu ya da kurumlar tarafından kendilerine verilen rolün bir gereğidir. Bu kişisel olarak algılanamaz, görmezlikten gelinemez.
Örnek, sosyal, siyasal, yönetsel bir kamu rolü verilen, üstlenen kişinin işi, görevi gereği yapacağı, söyleyeceği her şey, kendisinden çok görevinin gereği ve sorumluluğudur.
Ne yazık ki, az gelişmiş toplumlarda toplumsal kurallar da az gelişmiştir. Çok az sorumluluk sahibi bu bilinçtedir.
O yüzden gelişmiş batı ülkelerinde kişisel ya da toplumsal, siyasal görevler üstlenen kişiler, yaptıkları ya da yapmadıkları her şeyden, sorumlu olduğu katmanlara hesap vermekle yükümlüdür.
Oysa, bizim gibi az gelişmiş toplumların şanssızlığı da budur.
Hep yanlış yapan, yalan söyleyen bu sorumsuzluğunun hesabını vermez, hem de hesap sorması gereken toplumsal katmanlar da bu konuda ya yetersiz ya da onlar da sorumsuzluğa ortaktır.
Bu yazılanlardan sonra, yazının üçüncü paragrafının niçin yazıldığını açıklamaya gerek olur mu?
Utanmak, ahlaki bir sorumluluk olduğu kadar, inançsal bir durumdur da. Yalan gibi.