İnsan haklarına saygı ülke gündeminde yer alan konular arasında olmasına karşın, bu yıl da 10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü bağlamında gerçekleştirilen etkinlikler sınırlı ölçüde kaldı.
Valiler, kaymakamlar gibi, kimi kamu görevlilerimizce yapılan açıklamalarda, insan haklarına saygının önemi vurgulandı. Bu açıklamalar devletin insan haklarına bakış açısını gösterir nitelikteydi. İnsan hakları ile ilgili sivil toplum kuruluşları da açıklamalar yaptı, toplantılar düzenledi. Bu açıklamalarda ülkemizde yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekildi, rakamlarla acı tablo gözler önüne serildi. Bu toplantı ve açıklamalar ise insan hakları savunucularının bakış açısını yansıtıyordu. Muhalefete yakın basın konuyla ilgili haberleri ‘İnsan Hakları Raporuna göre 10 ayda 4136 kişi işkence, kötü muameleye maruz kaldı’, ‘Türkiye’nin karnesi zayıf’, ‘İhlal, gözaltı, işkence’, İnsan Hakları Günü’ne hak ihlalleri, uzun tutuklamalara yargısız infazlarla girildi gibi, alanlara dikkat çekerek yer verdi.
Öncelikle şunu belirtelim; 100. kuruluş yıl dönümünü kutladığımız Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına saygı temeli üzerinde kurulmuş, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Vazgeçilmez bireysel haklar ilkesi üzerine kurulmuş bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti
ırk, din, etnik köken farkı gözetmeksizin tüm vatandaşların bireysel haklarının Anayasayla ve diğer yasalarla güvence altına alındığı bir demokrasidir. Türkiye, insan hakları konusundaki Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İş birliği Teşkilatı çerçevesinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi, birçoğu etkili denetim mekanizmaları ön gören bir dizi sözleşmeye taraf olmuştur. Taraf ülkelerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uyumunu denetlemek amacıyla oluşturulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) bireysel başvuru hakkını 1987’de, AİHM’nin zorunlu yetkisini 1990’da kabul etmiştir. Ülkemiz,
ulusal düzeyde yürütülen reform çalışmalarında, Sözleşme hükümlerini ve Mahkeme içtihadını temel almıştır. Keza, Avrupa Konseyi’nin önemli bir boyutu olan Avrupa İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi’nin denetim organı Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi ile de işbirliğine önem verilmiştir. Hukuki durum bu olmakla birlikte uygulamada, insan haklarına
yeterince saygı gösterilmediği yönünde eleştirilerle karşılaşılmakta. Bu çerçevede, işkence, kötü muamele, düşünce ve ifade özgürlüğüne getirilen sınırlamalar, gösterilerin, mitinglerin yasaklanması, bu tür etkinliklerin şiddet kullanılarak dağıtılması, konserlerin , festivallerin iptal edilmesi, uzun tutukluluk süreleri, kolluk güçlerinin yargısız infazı, gazetecilere yönelik baskılar, erişim engellemeleri gibi hak ihlallerine işaret edilmekte. Türkiye’nin, anti- demokratik, otoriter bir dönemi yaşadığı ileri sürülmekte. “Otoriter politikalarla, Türkiye hak mezarlığına dönüştürüldü, hak isteyen vatandaşlar potansiyel terörist ilan ediliyor, fişleniyorlar” denilmekte. Çocuk evlilikleri başta, çocukların cinsel istismarının üstünün kapatıldığı, bu tür istismarların önüne geçilmesine yönelik yükümlülüklerin yerine getirilmediği, kadınları şiddetten korumaya yönelik yeterli önlem alınmadığı ve şiddetle yeteri şekilde mücadele edilmediği, vurgulanmakta. Eleştiri yöneltilen alanlardan biri de AİHM kararlarına karşı takınılan mesafeli tutum. Bireyin AİHM’e başvurma hakkının
tanınması, Türkiye açısından sessiz bir devrim niteliğinde bir karardı. Bireyin devlete dava açabilmesi, devletin mahkeme kararının kabul etmesi insan hakları açısından önemli bir adımdı. Son yıllarda vatandaşlarımızın AİHM’e başvurularında yoğun bir artış gözlenmekte.
Yargı kararlarından memnun olmayan, kararlara güvenmeyen insanlar soluğu AİHM’de almakta. Siyasi, ekonomik, toplumsal nitelikte her türlü davasını AİHM’e götürmekte. AİHM’e başvurularda Türkiye en ön sıralarda yer almakta. Bu tür başvuruların yoğunlaşmasının nedenleri arasında yargının kararlarında bireyi değil, devleti korumayı ön plana alması gösterilmekte. Ayrıca “siyasi otoritenin, siyasi hesaplarla yargıya müdahale ettiği yolundaki düşünceler yargı kararlarına güvensizliğe yol açıyor. Neticede insanlar yargının kararlarını
AİHM’e götürme ihtiyacını hissediyorlar” deniliyor. AİHM kararları uygulanması zorunlu kararlar. Ancak Türkiye bireyin haklarını koruyan çoğu AİHM kararına çeşitli gerekçelerle uymakta ayak sürtüyor. Bu durum da Avrupa Konseyi ile sürtüşmelere yol açıyor. Bu sürtüşmeler nereye varacak belirsiz. Avrupa Konseyi ile son dönemde yaşanılan sıkıntılardan biri dem Türkiye’nin bir gece ansızın İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi. Hangi gerekçeyle alındığı bilinmeyen çekilme kararı Türkiye’de büyük tepkiyle karşılandı. Avrupa’dan da tepkiler geldi. Avrupa Konseyi, Türkiye’yi ‘kadınları şiddetten korumaya yönelik uluslararası sistemi zayıflatmamaya’ çağırdı. Sözleşmenin tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet
ve Aile İçi Şiddet’in Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi. Sözleşme, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddeti önleme ve bununla mücadelede temel standartları ve devletlerin yükümlülüklerini belirliyor. Sözleşme neden “İstanbul Sözleşmesi”
olarak anılıyor kısaca anlatayım. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi dönem başkanlığı Kasım 2010- Mayıs 2011 tarihleri arasında Türkiye tarafından üstlenilmişti. Sözleşme, o tarihlerde imzalanma aşamasına gelmişti. Nerede imzaya açılacağına karar verilecekti. Dönem Başkanı
Türkiye Sözleşme’nin İstanbul’da imzaya açılmasını önerdi ve bunun Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesine önemli katkılarda bulunacağına işaret etti. Türkiye’nin bu önerisi dikkate alınarak Sözleşme, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da Bakanlar Komitesi
toplantısında imzaya açıldı. Sözleşme’nin İstanbul’un adıyla anılması iktidar ve kamuoyu tarafından memnunluk ve heyecanla karşılandı. Sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke Türkiye oldu. Sözleşmeden çekilen ilk ve tek ülke de Türkiye. Kadına yönelik şiddet
ağır bir insan hakkı ihlali olarak devam ediyor. ‘Nerede bu devlet?’ sorusu dillerde.