Hara Takashi, 20. asır başlarında Japon siyasetinde ki sembol isimlerden biriydi.
Hani geçenlerde eski Japon Başbakanı Abe bir suikast sonucu öldürüldü ya, biraz o olayın geçmişini araştıralım. Abe, Japonya’nın en uzun süreli görev yapan başbakanı olarak hatırlanacak, başka yönleri de var; sıkı bir muhafazakardı ama sapık bir gerici değildi. Japonya, malum İkinci Dünya Paylaşım savaşından sonra askeri bir kuvvet bulundurmaktan men edilmişti, ne donanması olabilirdi, ne hava gücü, tank-top gibi ağır silahlara sahip olamayacağı gibi bunları imal etmesi söz konusu bile olamayacaktı. Ama Soğuk Savaş yıllarında Pasifik’te ABD’nin önemli bir üssü olarak hizmet edecek ve zaman içinde adına ‘Savunma Gücü’ denen bir silahlı kuvvet sahibi olmasına izin verilecekti. 21. asrın başında ise Nasreddin Hoca’nın karpuzu gibi ‘orasına değdi, burasına değmedi’ misali etkili bir ordusu vardı. Ama hala bu kuvvete Japon Silahlı Kuvvetleri denemiyordu. İşte Abe, bu durumu değiştirmek istiyordu. Kısaca artık Japon halkının övünebileceği bir ‘ordusu’ olmalıydı…
Japonya’da bugün ateşli bir silah sahibi olmak ok zordur, hatta imkansızdır. Bu yüzden de silahlı çatışmaların sayısı çok azdır, sokak suçları eser sayıdadır. Tanrının üstte bir delik, altta bir delik yarattığı düğün magandalarına rast gelmek mümkün değildir.
Neyse,
Biz gelelim yazımızın başlığında ki HARA kimdi. 20. asrın başlarında Japonya’da siyaset yapan bir adamcağızdı. 1921’de bir suikast sonucu öldürülecekti. O da Başbakan idi.
Japonya, ahalinin %90’ı Shinto dinine inanların hakim olduğu bir toplumdu.
Buraya dikkat!
Adamımız bir Katolik idi! Hani aynı dinin mezhep farkı falan değil! Adam alenen bir İSEVİ idi. Zaman dilimi 20. asrın başı ve bu adam o günkü koşullarda, o otoriter toplumda, siyaset basamaklarını tırmanarak BAŞBAKAN olabilmişti. (Bu da ‘o Alevi oy alamaz’ diyenlere gelsin)
Üstüne üstlük bir de Japon halkının sıradan vatandaşıydı, oysa o günlerin Japonya’sında bir makam sahibi olabilmek için ille de asil Japonlardan olması şartını delmişti.
1918 senesinde büyük savaş bitmişti, Japonya küçük bir rol oynamıştı. Ama ülke yangın yeri gibiydi. Ahalinin ana besin maddesi olan felaket bir pirinç kıtlığı başlamıştı. Bu iklimsel veya doğal bir facia sonunda olmamıştı. Ülke idarecilerinin çapsızlığı, zirve yapan nepotizm sonucu zıpır zırtapoz idarenin beceriksizliği idi bu kıtlığa sebep.
Hara önce dışişleri bakanlığında çalışmıştı, Paris barış görüşmelerinde ülkesini temsil eden heyetin içindeydi. Kadınlarında oy verebilmesi için mücadele eden siyasi kimliğin en önemli bir temsilcisiydi. 4 Kasım, 1921 günü bir toplantıya katılmak için trene koşuştururken aşırı sağcı bir militan tarafından bıçaklanarak katledilmişti. Öte dünyaya sevk edilen,
Ne ilk politikacı olacaktı, ne de son!
Ama Hara, yaşayan tüm politikacıların okuması gereken çok ilginç ve politik arenanın tüm iç hesaplaşmalarını anlatan bir anı defteri bırakmıştı.
Bu satırların sahibi de şu cennet ülkemizi idare etmeye niyet eden politikacılarımızdan ve başta Kemal Bey’den (Kılıçdaroğlu) adam gibi bir anı defteri yazmalarını niyaz eder.
Ve elbette niyaz ettiği ile kalır, çünkü bu aslan sosyal demokratlar hiç hoşlanmaz böyle mert duruşlardan.