Öğrencilik yıllarında bir mani vardı "Nisan Mayıs
ayları/ Gevşer gönül yayları" diye.
O yıllar sadece gönül yayları gevşiyormuş. Sevmişizdir birini, derdimizi belki anlattık,
belki de anlatamadık. Deli dolu gelip geçti yazlar, baharlar ve güzler.
Son zamanlarda ya da son yıllarda ise her şey bir garip
olmaya başladı. Özellikle son yıllarda
yazdığım yazılarda da bir keyifsizlik, bir isteksizlik notları var. Ankara'dan sıkılmış olduğum yazılar, güneye
gideyim bari, gari dediğim sitemler dolu.
Özellikle Coronavirüs uluslararası salgını sebebiyle
yaşanılan dağınıklıklar, savrulmalar bir yana, tüm dünyada da ekonomik, sosyal,
siyasal sorunlar var ama birçok kişiyi bilemem ama geldiğim yazlık mekânlarda
bile bu ülkenin yurttaşı olmaktan kaynaklanan genel sorunlar sebebiyle, çayımı
içip keyif çattığım balkonumda bile mutsuzum.
O kadar mutsuzum ki, sokaklarda çulsuz dolaşan sefil gezgin,
turistlere bile özenir oldum. Keşke bu ülkede bir yabancı olsaydım diye imrendiğim
sokaklarda o kadar çok yabancı ülke yurttaşı var ki. Çünkü bize vaat edilen o
güzel günler, demokrasi, özgürlük, vergilerle kurulmuş sosyal güvenlik,
sallanıp duruyor.
Sokakta cebine iki kuruş konulmuş insancıkların dışında
herkes mutsuz, umutsuz ve kaygılı. Yine çok üzgünüm ki, aklı başında konuştuğum
çoğu kişi, yalnız iktidardan değil, çok üzgünüm ki muhalefetin tavır ve
yaklaşımlarından da umutsuz, mutsuz.
Yıllarını Kamu yönetiminde geçirmiş, oldukça da üst düzey
görevlerde bulunmuş birisi olarak ben artık bir şeyi görüyor ve ona inanıyorum.
Herkes genel yönetim de ya da yerel yönetimde bir koltuk
bulmuş ve o koltuğun sağladığı olanakların etinden, sütünden yararlanıp, gününü
gün edip "mış gibi" de siyaset ve söylemler ile durumu idare ediyorlar.
Ah ulan Amerika, ah. Henry Kissinger, 1980'lerde bir
söyleşisinde, "biz yalnız iktidarı değil, muhalefeti de dizayn
ederiz" bağlamında ki sözü kulaklara küpe olmalıdır.
Bu yüzden kendini Cemal Süreya gibi hissediyorum.
"Dalgınım;/ Dalıp dalıp gidiyorum bu ara,/ Neyi nereye
koyduğumu unutuyorum./ Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu ara,/ İnsanlar o
kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum..."
Bürokratik yaşam içindeyken genel başkan, milletvekili,
bakan olmuş o kadar yaşamına dokunduğum insanlar varken, doğduğum büyüdüğüm
topraklar için o kadar emek vermiş, o kadar kişinin yaşamına dokunmuş iken;
Kredi Yurtlar Kurumunda daha üç aylık aday memur iken bile
Muhteşem Genel Müdürüm Şahap Ar (paşa) sayesinde seçilen yurtlarda açtığımız o
kadar yabancı dil laboratuvarı, kütüphane, Kültür ve Turizm Bakanlığında iken,
DÖSİM bünyesin de geliştirdiğimiz birçok örnek ulusal ve uluslararası projeler.
Sanki hiç olmamış, yapmamışız, yaşanmamış gibi.
Herkesin tarihinin kendisinden başlaması ne acı.
Bilgi muhteşem bir şeydir, ama tek başına eczane raflarında
bulunan ilaçlar gibidir. Onu değerli kılan ise, deneyimdir. O yüzden aile
şirketi olan özel sektörün birçok seçkin kuruluşu, yönetimlerini birer birer o
yüzden CEO'lara devir etmektedirler.
Ülkemizde ise, hiç kimse yaptığından dolayı
ödüllendirilmediği gibi, yapmadığından, hatalarından dolayı da bir bedel
ödememektedir. Ekmek elden, su gölden nasıl olsa diye diye!
Çok üzgünüm ki, çocuklarının çikolata paralarından alınan
ÖTV ve dolaylı vergiler ile har vurulup, harman savrulmasına karşın, halkımız
da öyle sessiz ve kanaatkâr ki, ne diyeyim.
Neyzen Tevfik bile yıllar önce "Ekmek herkese yetecekti
aslında. Tarlaya karga dadandı, ambara fare, fırına hırsız, memlekete
harami" demiş ama duyan, anlayan var mı ki;
Yine yıllar önce Fransız yazar Victor Hugo "Siz yardım
edilmiş yoksullar istiyorsunuz, biz ise ortadan kaldırılmış yoksulluk"
demiş ama anlayan var mı ki?
O yüzden mutsuzum, bu yüzden çoğu kişiler ile anlaşamıyoruz.
Görevleri gereği hizmeti de lütuf gibi sunanlar, "hey bu sizin zaten
göreviniz" diyenlerde daha değerli.
Bu çilekeş millet her şeyin en iyisine layıkken sadakaya
muhtaç edilmişken, duyguları da emeği gibi sömürülmekte ama kimin umurunda ki!
Bir yerlerde bir şeyler yanlış ama!
Yerel ve genel iktidardakilerin tuzu kuru, onları seçenlerde
şafak atmadığı sürece, önümüzde ki yıllarda benzer yazılar yazacağımdan dolayı
çok üzgünüm.
Ne dediğimi kaç kişi anlar ki?
Sokaklarda aç sefil dolaşanlar, yarınlarda güvencesi
olmayanlar, bir sahil kasabasında balkonunda serin serin çayını yudumlayan, en
azından bu gün tuzu kuru birisi olarak benim gibi kendisi için kaygı duyuyor
mudur acaba?