Yaşamımda bir şey öğrendim ki, tamam bükemediğin bileği
öpme, eyvallah ama sen, neden bükemediğinin bilincine var, bükenin de aklına,
emeğine ve galibiyetine saygılı ol.
Bunu içine
sindiği için değil, akıl ve mantık böyle gerektirdiği için söylüyorum. İçime
sinmiyor, çünkü:
Bilimi ve bilimsel
yöntemleri bir kenara bırakıp, “Ben daha çok cahil ve okumamış tahsilsiz
kesimin ferasetine (anlayış-sezgi) güveniyorum bu ülkede. Yani ülkeyi ayakta
tutacak olanlar, okumamış, hatta ilkokul bile okumamış, üniversite okumamış
cahil halktır” diyen adamı, bir üniversitenin başına yönetici atanınca kıyamet
kopmazsa, cehalet, böyle düşünen öğrencileri ile kıyameti koparır.
Televizyonlarda,
sanal ortamda bu tür abuk subuk söylemlerden geçilmiyor. Sanıyor musunuz ki, bunları kimse dinlemiyor.
Ülkelerin
tarihleri, kişilerin özgeçmişleri ve yaptıkları ortada ve her yerden kolayca
bilgisine ulaşılabilecek iken, iki soytarı cahilin sözlerine inanıyor bu
ahalinin bir kısmı.
O da bunu isteyenlere yetiyor.
Geçenlerde bir
yerde kulaklarım ile duydum, adamın anlattığı Türkiye Cumhuriyeti tarihi ile
Türkiye Cumhuriyetinin tarihinin hiç ilgisi yok. Bambaşka bir tarih öğrenmiş
kişi.
Sakallı Celal
boşuna söylemiş; "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."
sözünü.
Bu ülkede uzun
zamandır iyi şeylerin olmadığını görüyorum. Bu şimdilik benim sadece günlük
ekonomik ve sosyal yaşamımı etkiliyor ama henüz "bu yaz da güneye
gitmeme" mani değil.
Zamanla onu da
etkileyecek, kaygım bu.
Hoş o zaman da
Torosların Beydağları "Babamın çiftliği" olur.
Sorun kişisel
değil. Sorun kitlesel, gittikçe de toplumsal olmaya başladı.
Artık iktidarın
en sıkı adamları, savunucuları bile iktidarın uyguladığı ekonomi politikaları
önceleri içten içten gülerken, şimdi aleni gülüyorlar. Halkımız mı? Onlar henüz
samanlıktan selelere doldurup, yemleğelerde yemekle meşguller.
Anlaşılacak dille
mutlu ve mesutlar.
Samanlıkta saman
biterse mi? İthal ederler.
Ne demiş atalar,
"Asılacaksan, İngiliz sicimiyle asıl!.."
Bir zamanlar her
şeyin olduğu gibi gıdanın da yabancısı çok ünlü ve kabul görür idi.
Şimdi herkeste
jeton düştü, pazarlarda bir "organik, organik" diye satıyorlar, yerel
ve doğal ürünlerini çiftçi ve satıcılar.
Geçenlerde Diyanet
İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu (DİB Başkanı da dahil), "Şüphe
yok ki fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak
Allah"tır, diye açıklama yapıyor.
Beyler, bu işleri
bu kadar ayağa düşürmeyin.
İspanya'da Franco
darbe ile iktidarı ele geçirip yıllarca Faşizm ile ülkeyi yönetirken, en büyük
destekçisi İspanyol Katolik Kilisesi idi ve halkı yüzde doksanından fazlası,
kendisinin "katolik" olduğunu söylüyordu.
Faşist Franco
devrilince, bu yüzde çok aşağılara düştü
ve ilk olarak resmi kayıtlara "ateist" olduğunu açıklayanlar geçti.
Ülkemizde de
"deist" tartışmasını kimse görmezlikten gelmesin.
Ülkenin tarihi ile
oynandı ve uydurma bir tarih kabule zorlanıyor.
Halkın inançları
ile camilerde her beş vakitten önce ve sonrası sohbetler ve vaazlar ile
oynanıyor ve halk dinini sorgular olmuş.
Kişisel çıkarlar
için ülkenin geleceği ve halkın birlik ve beraberliği tehlikeye atılıyor.
Yok öyle değil
diyen mi?
Eyvallah, buradan
öyle görünüyor ama size bir soru o zaman.
"Türk'ün aklı
sonradan gelir" diye, niçin denilmiş o halde?
O zaman yazımı
Ziya Paşa'nın sözleri ile bitireyim.
“Nush ile
uslanmayanı etmeli tekdir; tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” (Nasihat
ile yola gelmeyenin azarlanması gerektiğini, azar ve nasihat ile yola
gelmeyenin ise hakkının dayak olduğunu anlatan özdeyişi.)