Düşünüyorum,
düşünüyorum da işin içinden çıkamıyor ve keşke değişip, dönüşmeseydik
deyiveriyorum.
Siyasetin "s" ile ortaokul-lise
yıllarında tanışmıştım. Her şeyin siyaset ile ilgisinin olduğu, yaşamın siyasi
tercihler ile yönlendirilip yaşanacağı, bunun sonucunda da her şeyin daha da
güzel olacağı bilinci verilmişti.
Yaşamımızı da ona göre bir etik içinde
yaşamıştık. Bu ülkenin yurttaşı idik, bu da bize bir sorumluluk yüklüyordu. Biz
de bu sorumluluğu, sonuna dek yerine getirdik.
Önce itilip, kakılmayı öğrendik.
Sonra, cop, dipçik ile tanıştık.
İspiyoncuların, yalancıların ihbarları ile
yaz sıcaklarında cezaevi günlerimiz oldu.
Her şeye karşın ilkelerimiz ve inancımız
vardı. Bu ülkenin güzel günlerine inanıyor ve buna da katkı koymaya
çalışıyorduk.
Okurken de, çalışırken de, askerde de her
yerde hep sorumluluk bizde idi. Dayımız yoktu, başaracağımız her şey için, çok
ama çok emek harcamak zorundaydık.
Her şeyi de gereği gibi yaptık, yaşamayı da,
başarmayı da başarmıştık.
"Oh be artık siyasi olarak her şeyi
düzelebileceğiz", derken, bir de baktık ki siyasette bozulmuş!..
Meğerse bozulma bir süreç imiş. İnsanın
mayası ne zaman bozulmuş diye baktım, o da çok ama çok eskilere gidiyormuş.
Keşke evrimleşmeseydik. Keşke, keşke
çevreyi, doğayı bozmasaydık. Bu dünyanın tek canavarı olduğumuzu bilmek ne acı.
Ama yapacak bir şey yokmuş.
Her çevrenin bir ekolojik dengesi, bir
yaşama sınırı varmış. Savaşlar, fetihler, göçler; acı ama gerçek olarak hep
insanın gözü doymazlığından imiş.
Ata sporumuz Güreşi bile Orta Asya
steplerinden getirmişiz ama "er meydanı" denilen meydanlarda,
şikelere, şerlere kurban etmişiz.
Yiğitlik yürek, bilek ister derken, bir de
baktık ki, onun bunun adamı olanlara kalmış, yiğitlik.
Anladım ki 16 yy'da yaşayan Köroğlu'nun
dediği gibi, meğer "Tüfek icat olunca, mertlik bozulmuş".
Oktay Akbal bile "önce ekmeklerin
bozulduğunu" 1940'larda fark etmiş.
M.Ö 200'lerde yaşayan Kartaca Komutanı
Hannibal ise Kuzey Afrika'dan çıkıp Alpleri fetih etmeye kalkınca, filleri ile
sıkıştığı dağlarda, "çıkışı yok" diyen komutanlarına, "ya bir
yol bulacağız, ya bir yol yapacağız" diyeli, iki bin yılı aşkın bir zaman
olsa da, artık insan ve insanlık bambaşka bir şey olmuş çıkmış..
İnsan,
birey oluyorum, gelişiyorum derken bireysel olmuş çıkıvermiş;
Kişi oluyorum derken bozulmuş, kişiliksiz
oluvermiş çıkmışız.
Atatürk, "ULUSLAŞMA" projesi, bu
toprakların insanını bir potada toplamaya çalışırken, bir de baktık ki 12 Eylül
1980, her şey gibi bu Ülkenin ekonomisini de, sosyolojisini de, insanını bozmuş.
İdeolojiler "tu kaka" yapılmış,
ekonomide ve kalkınmada planlı dönemler ile "bize plan değil, plav
lazım" diyerek dalga geçilmişler.
2000'lerde, MİLENYUM çağına gelince, her şey
çığırından çıkmış ve KURALSIZLIK KURAL olmuştur.
Kapitalizmin o ünlü kuralı ülkemizde de
uygulamaya konulmuş ve teşvik edilip, "BIRAKINIZ YAPSINLAR, BIRAKINIZ
ETSİNLER" felsefesi günlük yaşamın bir parçası haline gelmiştir.
Eskiden şeriat, bir ekmek bile çalanın
kolunu keserken, günün şeriatı, komisyonunu verir isen masumiyet fetvası bile
veriyor olmuş.
En dik adamlar sol, demokratlar iken, Yaşar
Kemalin dediği gibi "“O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittikten
sonra, bizler de Demirin tuncuna, insanın piçine kalmışız” da yeni yeni
haberimiz oluyor.
Demokrat olmak, nitelik ister. Bedel ödemeye
gönüllülük ister. Demokratlar, alınıp satılmaz, eğilip bükülmezler. DOĞRU,
DOSDOĞRU VE DİMDİKTİRLER. Ama artık, onlardan da düzene ayak uydurup, sistemden
beslenmeyi yeğleyenler olmuşlar, adamının adamı, madamının madamı olup, onların
tetikçiliğini yapanlar çıkmış.
Bir avuç dürüst, alınıp satılmayan Aydın
ise, kendi emeği ile üretmeye ve ONURLU yaşamaya ÇALIŞMAKTADIR.
Bir ülkede her şey bu kadar mı bozulur, her
şey bu kadar mı değişir. İnanılmaz.
Güzel insanların gidilecek başka yeri,
onurlu yaşanacak başka toprağı yoktur. Kirlenmemiş aydınlara olan umdum her
zaman filiz vermektedir. Adamların adamları görmezlikten, duymazlıktan gelseler
de, Onurlu yaşamak sanattır.
İki kelam küfür sallamak bile bir erdem,
kocaman bir yürek ister.
Günümüzde "ONUR, BİR KADEH VİSKİ/RAKI
BİLE ETMESE DE", onurlu yaşamak, onun bunun adamı olmadan yaşamak bir
matahtır. Hatta o kadar matahtır ki,
Can Babanın (Yücel) boşuna söylememiş
"Ulan bana şiirlerinde küfür etme
diyorlar, Lan bu kadar o... çocuğuna nasıl anlatayım küfürsüz." diye.