Kaç gündür elim klavyeye iki satır yazmak için gitmiyor. Her gün bir yerde
akşam ediyor, bir başka yerde gözlerimi açıyorum desem yalan değil. Hani
dizeler "Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne
hoş." der ya, ben de aynen öyle oldum. İç Anadolu, Göller Yöresi, Akdeniz,
Eğe.
Kişisel olarak bir bayram ve arkasından tatil için daha ne olabilir ki
Bencil düşünmek gerekirse, bundan daha iyisi, "Şam'da, Şam
tatlısı" derler güngörmüşler. Bence de.
İyi de, o zaman soru ne?
Sorun ülke, sorun halk, sorun, çevre, sorun insanlar sorun siyaset kısaca
yerli, yabancı her şey.
Sedat Peker'in açıklamalarından, muhalif gazete ve internet sitelerinin
haberlerinden ve de Youtube'nin videolarından olanları bir kez daha görüp,
duydukça ve de sıradan insanların bu olanlara duyarsızlığı ve yine sıradan
insanların bunu alkışlamalarını görünce üç kuruşluk aklım başından çıkıp
gidiyor. Sonrada ne elim klavyeye gidiyor ne de kafam bir şey düşünmek istiyor.
Ben, yıllarca Devlette adam gibi çalıştım. Planlama, bütçeleme, bakanlık
denetim birimlerine, Maliye Bakanlığına, Sayıştay'a, her yıl düzenli hesap
verdim. Ne mutlu ki, bir adli makamlara, mahkemelere yolum düşmedi.
Bunu dememin nedeni, bir zamanlar devlet devlet gibi işler, işler yapardı.
Hoş halkımız, başörtüsü yasağı, imam hatipler vs. gibi konularla devleti iç içe
bulurlar da, nasıl işlediği, neler yaptığı, kendileri için kamu çalışanlarının
ne emek verdiklerini, ne sıkıntılar yaşadıklarını hiç umursamazlar.
Nasıl bir insan ömrünün yazı, baharı, güzü olursa, devletlerin de yazı,
baharı ve güzü olur.
"Osmanlıya ne oldu, da işgal edildi, yıkıldı" demeyen,
düşünmeyenler, Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluş ve kuruluşundan hesap sormaya
kalkar. Yetmezmiş gibi, çağına göre, kurulan çağdaş kurumları, kendilerine
verilen hakları, halk bazen görmezlikten gelir.
Osmanlı'da neden oturduğu evin tapusu yoktu acaba diye düşünmez. Ya da
kadınlar, modern ise, bu modern yaşam ve gereklilikleri için kimlerin ne
çabalar harcadığını düşünmezler.
Ya da "başörtüsü namusumuzdur" diye türban takanlar, bugün
sokaktaki başı örtmenin dışında her şeye benzeyen örtü ve giyilen giysiler ile
dolaşmayı bir ayrıcalık sayarlar.
Hele hele "Türk Tipi Başkanlık Sistemi" diye acayip bir sistemi
kabul edip, yaşanan kargaşanın ne anlama geldiğini anlamayanlar, bir gün
evlerine ekmek götürmedikleri, oğullarının, kızlarının işsiz kaldıklarında
dünyanın bütün köşe ve bucaklarını anlayacaklardır.
Hele hele İktidarın ve bazı siyasilerin göçmen, mülteci ve insanlık
sorunları ile bir ülkenin "demografik yapısını" değiştirme projesinin
farklı olduğunu görmezlikten gelmelerinin, kendileri için neye nal olacağını
anladıklarında iş çoktan işten geçeceğini kime anlatabilirim ki?
Herkes kendi "aile bütçesini" bilir, düşünür de, koskoca devletin
bir bütçesinin olduğunu; kendi yaşamını, çoluğunun çocuğunun yaşamını,
ekonomisini planlar da, neden devletinin bir planlamasının olmadığı sormaz,
sorgulamaz.
Neden çoğu kişi, geçmediği yollara, geçse de ne bu fiyata geçtiğini,
uçmadığı hava alanlarının ne işe yaradığını, yaşadığı şehirlerde neden
Suriyeli, Iraklı, Afgan ya da Afrikalı gettoların oluştuğunu düşünmez.
Kişisel olarak "elle gelen düğün bayram" eyvallah, ama sorun ben,
kendim değilim ki. Sorun ülkem. Siz sanıyor musunuz ki, "Arap Baharı"
başladığında Afrika, Büyük Ortadoğu Projesi (GOP) başladığında orta doğu
ülkeleri, yurttaşları kaygılı idi.
Onlara "cambaza bakın" denilerek, bize de size de "Eş
Başkanlık" verdik denilerek bir sürece sürüklendiğimiz kimin umurunda,
Hâlâ!
Cemal Süreya'nın dediği gibi, "Dalgınım;/ Dalıp dalıp gidiyorum bu
ara,/ Neyi nereye koyduğumu unutuyorum./ Dargınım;/ Kırıla döküle gidiyorum bu
ara,/ İnsanlar o kadar acımasız ki;/ Kimi nereye koyduysam bulamıyorum".
Hem de, az ilerim deniz, balkonda serin dağ esintileri içinde.
Salak mıyım neyim?