Önce şu meşhur, Gazi Meclis… Gazi Paşa’nın çabasıyla
kurulmuştu, her türden insan vardı, eski Enverciler, Sultancılar, ne demekse İslamcılar, Hacılar-hocalar,
avukatlar, kasaba eşrafı, doktorlar. O
ünlü gazi melis kuru aşure gibiydi. Çoğu aldığı karar bir diğeri ile
çelişiyordu. Bazı fesli zırzoplar mesela, Okullardan resim dersini kanunla
yasaklatmışlardı. Ve hatta bir tıp doktoru çoğu hastalığın nedeninin mikrop ve
virüs olduğunu söyleyip, gerekli tedbirleri saymaya başladığında
Kavuklu-sarıklı zibidiler adamı döve-döve meclis binasından atmışlardı. Bütün
bunlar Selanikli Kemal’in gözleri önünde oluyordu. Şimdilik sinirden
bıyıklarını yoluyordu ama ŞİMDİLİK.. Vakti
gelince tüm bu yobaz tayfasına gereken dersi verecekti. Bugün öncelik, milli
bir devletin teşkil edilmesiydi. Önce şu
savaş kesin olarak kazanılmalıydı. Yunan’ın Batı Anadolu’nun tamamına sahip
olmalarına izin verilemezdi.
Taarruz planı o denli ayrıntılı ve gizli hazırlanmıştı ki,
hadi Yunan cephesi yarıldı ilk hedef neresi olacak bilen yoktu. Vardı da sayısı
birkaç kişiyi geçmiyordu.
Gelelim savaşa; 19. Asrın sonundan itibaren orduların
kompozisyonu değişmeye başlamıştı. Ve hele Büyük Savaş (1914-1918) esnasında
iyice değişecekti. Mesela vurucu güç olarak bilinen ve subay sınıfının pek
gözdesi olan süvarilerin rolü iyice daralmıştı.. Makineli tüfekler, seri atışlı
toplar süvarilere o eski günlerin şanlı saldır yapmasına imkan vermiyordu.
Atların yerini hızla tanklar, zırhlı arabalar, kamyonlar alıyordu. Pek çok
dünya ordusunda atlı askerler hızla terhis ediliyordu. Uzak mesafeli keşifler
için uçaklar, yakın mesafeli keşifler için ise zırhlı seri araçlar
kullanılıyordu.
Evet, uçak, tank gibi yeni silahlar kara savaşlarının
kaderini belli edebilirdi ama hala emekleme safhasındaydılar.
1919-1922 Türk – Yunan savaşının asıl silahı topçu ve piyade
olacaktı. Her iki tarafın da elinde tank veya zırhlı araç yoktu. Toplam uçak
sayısı ise kombine 100 bile bulmuyordu ayrıca bu uçakların kara muharebelerindeki
tek misyonu keşif yapabilmek ve düşmanın keşif yapmasına engel olmaktı. Büyük
Savaşın yüzlerce uçakla yapılan hav muharebeleri burada olmayacaktı. Yunan
uçakları arada bir gelip bizim hatları bombardıman ediyordu ama verdikleri
zararın savaş gücümüze ölümcül bir etkisi olmuyordu.
Bizimkiler her ne kadar modası geçse de süvari sınıfından
etkili bir şekilde yararlanacaklardı. Zaten düşmana bariz sayısal
üstünlüğümüzün olduğu tek kuvvet de süvari sınıfıydı. Türk süvari kolordusu bir
şekilde düşman gerisine sarkacak ve ikmal hatlarını vuracaktı. Büyük taarruz
planına göre rolü buydu. Ama onlar bunun çok ötesinde işler becermişti.
Cephede durum dengelenmişti, eğer Yunan kuvvetleri bir an
önce geri çekilirse bizimkiler gölgeye kılıç sallamış olacaktı. İşte o anlarda
düşman irtibat hatlarını amansızca vuran atlı askerlerimiz büyük bir kaosa
neden olmuşlardı. Trikopis ve Hacıanestinin karargahına birbirinden ürkütücü
mesajlar yağıyordu. Türk atlıları, hem de binlercesi her yerdeydi. Bu kafa
karışıklığı sırasında geri çekilmesi geciken Yunan asıl kuvvetleri Dumlupınar
önlerinde bizimkiler tarafından çembere alınacaklardı.
Şimdi burada kısa bir ara verelim ve Cumhuriyet
aristokratlarına soralım: binlerce süvari ile gerçekleşen bu harekat aynı
zamanda savaşın genel gidişatı üstünde çok etkili olmuştur, yine de askeri
tarih kitaplarında neden ‘son süvari akını’ bölümünde yer almamaktadır? Kısaca
uluslararası askeri tarih yazarlarının neden gözünden kaçmıştır bu muazzam
başarı…
Yok öyle yabancı tarihçiler bizi sevmez falan gibi ucuz
argümanlara yönelmeyin. Adam gibi ciddi-ciddi cevap verin…
İkinci olarak da bu kuşatma harekatını idare eden tümen komutanlarımız,
alay komutanlarımız ve diğer askerin yaşadıkları hala niye adam gibi anlatılmaz!
Mesela o bölgedeki yerleşim yerlerinde Albay Reşat Bey’in, Asım Gündüz’ün, Ömer
Halis’in adını taşıyan bir okul, şehir meydanı, sokak, cadde veya heykeli falan
var mıdır?
Devam edeceğiz.