Benim Lara Plajı
ile ilk tanışmam 1981 yılıdır. Karayolları Kampı’dır. “Kamp Ateşi” kavramını
ilk orda görmüşümdür. Yaşım 14. O zamanlar Serik’te yaşamaktayız.
Ben Side ve Belek
sahillerinde büyüdüm. Ondandır plajın kumlusunu seviyor olmam, ondandır “Önce
Lara” demem. Sokağa çıkma yasağı ve kısıtlı günlerde malum sahiller yasak ya,
herkes Konyaaltı sahilinden fotoğraf paylaştı, özçekim yaptı ya.
Dayanamadım,
sadece 1 sefer kendimi sahile attım. Tabii ki Lara. Bölgeyi “dumanaltı” eden
neredeyse 365 gün 7X24 mangal partilerine ev sahipliği yapan Lara hiç merak
edilmez mi? Ben ettim.
Evet, düşünsenize
kilometrelerse sahilde dalga ve kuş sesleri ile baş başa. Bu arada hep deniyor
ya “doğa kendine geldi, doğa kendini yeniledi” filan. Lara Birlik 1998 yılında
mesire alanı olarak düzenlenmişti. Kalabalıktan yıpranmayı fark etmiyor muşuz.
Duruma Büyükşehir Belediyesi de duyarsız kalmamış. Hep alt yapı, hem de
mobilyalarda düzenleme var.
Aslında ne
isterdim, mavide kulaç atabilmek. Muhtemel ki yunus değilse bile bana
arkadaşlık edecek balıklar olacaktı sakin mavilikte. Şimdilik yaklaşık 2 saat boyunca
sadece 2 uçak sesi duyduğumuz Lara’da kuş seslerini dinledik keyfle.
Ve düşündük.
“Bundan sonra daha sakin yaşayabilecek, daha az tüketecek, doğayı diğer
paydaşlarımızla daha çok paylaşabilecek miyiz?” bi şiir takıldı dilimize Ahmed
Arif ses verdi Diyar-ı Bekir’den…
Şarkılaştı o şiir Cem Karaca sesinde:
“Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...”
N’olur saldırmayalım doğaya kıtlıktan çıkmış gibi.