Bu başlığın tepki çekeceğinden eminim, ama Marx'ı, Frankfurt Ekolü'nü, Radikal Sol'u ve Sol Aktivistler'i bilen birisi olarak kendimi tutamadım.
Bu yazıdan aklınızda hiç bir şey kalmasa bile tek bir cümle kalması yeterli. Ne zaman bir solcu grubun ve sol aktivistlerin; "insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, eşcinsel hakları, eşitlik, sosyal adalet ve feminizm" dediğini duyarsanız aklınıza tek bir cümle gelsin.
Mesele! Mesele değil, mesele her zaman devrimdir.
Feminizmi bir virüs olarak, daha doğrusu bir zihin virüsü olarak tanımlamamın sebebi; çıkış noktasının akademik sol olması ve hareketin parçası olan akademisyenlerin bunu bu şekilde tanımlaması. Doğrudan alıntı yaparak açıklamam gerkirse. "GÉNEROS –Multidisciplinary Journal of Gender Studies Vol.5 No.1 February 2016" akademik yayınında bulabileceğiniz makalede; Breanne Fahs ve Michael Karger, "Women’s Studies as Virus: Institutional Feminism and the Projection of Danger (Bir Virüs Olarak Kadın Çalışmaları: Kurumsal Feminizm ve Tehlikenin Yansıması)" isimli makalelerinde; kadın çalışmalarının, başladığı 70'li yıllardan bu yana aktivist feminizm ve akademi arasındaki köprü olduğunu söylüyor.
Makalenin özeti dergide yayınlandığı gibi aşağıdadır.
"Kadın çalışmaları toplumsal hiyerarşilere kökten meydan okuduğu ve birleşik bir kimlik ve düşünce kuralından yoksun olduğu için, sıklıkla modern şirketleşmiş üniversite içinde güvencesiz bir pozisyon için pazarlık yapar. Aynı zamanda, kadın çalışmaları disiplinler arası, eleştirel ve "bulaşıcı" yapısı sayesinde onu daha geleneksel alanlardan ayıran son teknoloji perspektifler ve hedefler sunar.
Bu makale, kadın çalışmalarının gelecekteki pedagojik önceliklerinden birinin, öğrencileri yalnızca bir bilgi gövdesine hakim olmaları için değil, aynı zamanda geleneksel ve yerleşik alanları enfekte eden, rahatsız eden ve bozan sembolik "virüsler" olarak hizmet etmeleri için eğitmek olduğunu teorize eder. Bu makalede, öncelikle virüs metaforunun kısmen ideal bir feminist pedagojiyi nasıl
örneklediğini ortaya koyuyoruz ve ardından hem kadın çalışmalarının hem de gerçek virüslerin yayılmasının (örneğin, Ebola, HIV) başkalarında benzer türde duygusal tepkiler ürettiğini araştırıyoruz. Kadın çalışmalarının bir alan olarak ortaya çıkardığı önemsizlik, alay, panik ve öfkeye bakarak, kadın çalışmalarını bulaşıcı, isyankar ve potansiyel olarak tehlikeli bir çalışma alanı olarak çerçevelemenin risklerini ana hatlarıyla belirterek sonuca varıyoruz. Bunu yaparken, kadın çalışmaları için iki yeni öncelik çerçeveliyoruz, erkek öğrencileri virüs olarak eğitmek ve feminist profesörlerin "olumsuz" klişelerini alanın potansiyel olarak özgürleştirici yönleri için önemli gelecek yönleri olarak benimsemek."
Bu alıntıdan anlaşılacağı üzere, radikal sol amacını gizlememekte ve aktivistleri nasıl kullanacağını, nasıl yeni aktivistler oluşturacağını açıkça anlatmakta. Yazılanları kendi içeriği ile incelersek daha önce yazdığım "Üniversiteler Nasıl Çürüdü?" yazısında açıkladığım gibi, yazarlar akademik alanların nasıl aktivist üretim aracı haline geldiğini ve diğer disiplinleri nasıl etkilediklerini bir "virüs" benzetmesi kullanarak açıklıyor.
Aktivist akademisyenlerin kullandığı yöntemleri açıklamak için, öncelikle açıklamam gereken bazı kavramlar var. Bunlardan ilki, dekonstrüksiyonizm. Jacques Derrida tarafından ortaya atılan bu kavram, Platon'un idea-izm (idealizm) yaklaşımından uzaklaşarak, fikirlerin sabit form ve özden yoksun olduğunu iddia eder. Felsefede dekonstrüksiyonizm; metin ve anlam arasındaki ilişkiyi, tanımı yapılmamış yaklaşımlarla analiz eder.
Dekonstrüksiyonistler; 80'li yıllardan bu tarafa, dilin değişken olduğu ve kesin tanımların bulunmadığını iddia ediyorlar. Derrida'ya göre: "Dekonstrüksiyon bundan oluşur; karışım değil, hafıza, sadakat, bize verilmiş olan bir şeyin korunması ile aynı zamanda heterojenlik, mutlak anlamda yeni bir şey ve bir kopuş arasındaki gerilim." Anlamakta zorlandıysanız gayet normal. Kelimelerin kesin anlamlarının yokluğunu iddia eden bir akımdan şuurlu analizler beklemek doğru olmaz.
Dekonstrüksiyonizmi tanımlamam gerekiyordu çünkü, feministlerin kelimelerin anlamlarını eğip bükerek medyaya ve "bulaşıcı" nitelikleriyle hayatın geri kalanına nasıl müdahale ettiklerini açıklamak için bu
tanımlamalar gerekli.
Dilin Kontrolü ve Yenisöylem
Radikal soldan ve amaçlarından bahsederken vermem gereken bir örnek daha var. Akademik alıntılar biraz sıkıcı olabiliyor, bu sefer kurgusal bir romandan alıntı yapayım. George Orwell'in 1984 romanında sosyalist yönetim, insanların düşüncelerini kısıtlamak ve istenmeyen düşüncelerin oluşumunu engellemek için "Newspeak (Yenisöylem)" ile dili kısıtlayıp kontrol altına almıştır. 1949'da yayınlanan ek kısmında Orwell Yenisöylem'i detaylıca açıklıyor ek kısmından bir alıntı daha yapayım"Oldspeak (Eskisöylem)". Eskisöylem, sosyalistlerin dili kısıtlayıp tahrip ederek Yenisöylem haline getirmeden önceki halini ifade ediyor.
Feministler burada Eskisöylem olarak "ataerkil dil" tanımını kullanıyor. Feministlere göre ataerkil dil sosyal adaletin engellerinden birisi. Ataerkil dilin bir tanımı yok, feministlere göre sosyal adaletin ve cinsiyet eşitliğinin önünde engel olabilecek her haber, basın bildirimi, yazı, film, dizi, skeç ve espri bile ataerkil dil kavramının içine giriyor. Feministlere göre, bu Eskisöylem kısıtlanarak insanların düşünce yapısı değiştirilebilir ve ataerkillikten arındırılmış Yenisöylem ile toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanabilir.
Feministler için haberler haber değil, sosyal adaleti sağlamak için bir araç. Filmler film değil, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için bir araç. Espriler espri değil, kadın haklarını ileri taşımak için bir araç.
Çünkü; Mesele! Mesele değil, mesele her zaman devrim.
Yazımı bitirmeden önce bu zihin virüsünün verdiği en büyük zarar olarak, kelimelerin anlamlarını erozyona uğratarak düşünceleri nasıl kısıtladığını bir örnek üzerinden açıklayayım.
2022 yılı Mart ayında, Birleşik Devletler Senatosu'nda benim hala aklımın almakta zorlandığı bir dialog yaşandı.
117-422 sayılı Senato Duruşması'nda, Birleşik Devletler Yüksek (Anayasa) Mahkemesi'ne yapılacak olan atama için aday gösterilen Yargıç Ketanji Brown Jackson ve Senatör Marsha Blackburn arasında geçen dialogda:
-Sn: Kadın kelimesinin tanımını yapabilir misiniz?
-Yr: Tanım mı yapabilir miyim?
-Sn: Evet.
-Yr: Yapamam.
-Sn: Yapamaz mısınız?
-Yr: Bu bağlamda yapamam. Biolog değilim.
-Sn: Yani, kadın kelimesinin anlamı o kadar belirsiz ve tartışmalı ki bana bir tanım veremiyorsunuz?
Konuşma biraz daha devam ediyor ancak, dikkat çekmek istediğim şey bir kadının, bir yargıcın, bir kadına, bir senatöre karşı size kadının tanımını yapamam, demesi.