Şimdi diyorsunuz ya, neden yerel bir gazetede şehre dönük bir
şeyler değil de öyle -tarih falan- yazıyorsun diye... Bakın mesela M.Ö bir
tarihte şehrimizin necip, çook çalışkan belediyelerinden Konyaaltı belediyesine
bir soru yöneltmiştik; yaşı kırkın altındakiler için kısaca tekrarlayalım: Hani
Akdeniz Üniversitesi’ne öğrenci yurdu olarak tahsis edilen araziler
allem-kallem özel bir firmaya verilmişti ya biz de basit bir soru sorduk; bu
inşaat için belediyece ikmal edilmesi gereken süreç ne kadar sürdü? Yani kağıt-kürek
işlemleri… Yoksa haşa o arazi nasıl verilir gibisinden GOMONİST bir soru
sormadık.
Ha bakın Komünist dedim de aklıma ne geldi?
Sene 1945, İkinci Dünya Paylaşım savaşı Avrupa da bitmiş
gibi, aynı yılın temmuz ayında yapılan bir konferansta Üç büyüklerin (SSCB,
ABD, İngiltere) arasında ilk çatırdamanın sesleri duyulmaya başlanmıştı. Stalin
hazretleri Avrupa ve dünyanın yeni yönetiminde asıl söz sahibi olmak istiyordu,
haksız da değildi, neticede savaşın sonunda, 100 milyona yaklaşan ölü sayısı
içinde, 27 milyon SSCB vatandaşı vardı. Almanya işgal edilmiş ve galipler
arasında dört bölgeye bölünmüştü, Doğuda Ruslar olacaktı, kuzeyde İngilizler
ortada Amerikalılar, az aşağıda ise Fransızlar. İyi hoş da Hitler ve Prusya
militarizmi ile özdeşleşmiş başkent Berlin ne olacaktı. Berlin o gün ki fiili
işgal haritası içinde, Doğuda, yani Rusların egemenliğinde bir yerde kalıyordu.
E Stalin de diyordu ki: ‘Bu Nazi şehri tamamen benim olsun, siz de arada bir
uğrayın!’
Ne var ki Berlin, Konyaaltı Belediyesi değil ki dünyanın
umursadığı bir şehir. Batılı müttefikler şehirdeki işgal haklarından
vazgeçmeyeceklerdi. Stalin ise savaştan sonraki üç yıl içinde diğer
memleketlere ayar vermekle meşguldü. Önce Polonya, ardından Macaristan,
Çekoslovakya, Bulgaristan, Romanya derken sıra daha Berlin konusuna gelmemişti.
Ki, Batılılar günahı kebir sayılacak bir işe kalkışmışlardı,
kendi işgal bölgelerinde ölümcül bir kanser haline gelen karaborsa işini
bitirmek için bir tür yeni bir para piyasaya sürülmüştü ‘Alman Markı’ diye
anılıyordu bu yeni para… Stalin işkillenmişti, bunlar kendi işgal bölgelerinde
yeni bir Alman devleti kuracak gibiydiler. Gürcü diktatör Batının imkanlarını
iyi biliyordu, Pazar ekonomisi ve teknolojisi ile donatılacak olan bu yeni
devlet orta Avrupa da dikilecek ve SSCB İÇİN BİR TEHDİT OLACAKTI. En iyisi
batılı güçleri Berlin’den çıkarmaktı, ama sıcak bir çatışma işine gelmezdi,
Sovyetler savaşı tetikleyen bir devlet olmamalıydı. Fransa ve İtalya da
Komünist partiler gümbür-gümbür seçim ve demokrasi vasıtasıyla iktidara
yürüyorlardı. Onları manasızca ürkütmenin bir faydası olmazdı.
Ama, Berlin madem Rus işgal sahasının ortasında yer alıyor
ve tüm ikmalini yüzlerce km. uzakta ki Batı şehirlerinden kara ve su yoluyla
sağlıyordu.
Keserdi bu yolları olur biterdi… hiçbir Batılı devlet
kamuoyu sıcak bir üçüncü savaşı göze alamazdı. 26 Haziran 1948 de büyük Berlin
ablukası başlayacaktı. Şehirde Amerikan. İngiliz ve Fransız garnizonlarının
yanı sıra 2 milyon insan yaşıyordu. Bunlar ne yer ne içerlerdi, kömür olmayınca
hangi enerji santralı çalışacaktı da lambalar yanacak, fırınlar çalışacaktı.
Kısaca şehir felç olacak ve Batılı arkadaşlar pılıyı pırtıyı toplayıp
gideceklerdi.
Ama öyle olmamıştı, abluka 11 ay sürmüş ama şehirde her şey
yeterince işler halde tutulmuştu. Kara ve su yolu kesilen Berlin havadan ikmal
edilecekti.
Şaka mıydı bu?
Hayır. Batılı
çocuklar, savaşın sonunda terhis ettikleri nakliye uçaklarını ve ekiplerini
göreve çağırmışlardı. Tam 700 uçak her gün, 24 saat Berlin de ki küçücük
Tempelhof havalimanına uçuyordu, 45 saniyede bir uçak iniyordu o günün zor
şartlarında, dikkat edin; 45 saniyede bir!!! Tüm boşaltma işi iki dakikadan
bitmek zorundaydı. Sonunda 2,5 milyon
ton malzeme hava yoluyla gelecekti. Amerikalı pilotlar üstüne üstlük 1948 Noel’inde
şehirdeki çocukları havadan çikolata ve şeker-sakız bombardımanına tutacaktı.
Bu son operasyon da Stalin hazretlerine kapak olsundu… Mayıs 1949 da Ruslar
ablukayı kaldırmışlardı.