Bayram deyince söz döner, dolaşır eski, yeni bayramlara ve büyük bir özlemle neredeyse herkes "nerede o eski bayramlar" der.
Ben demeyeceğim. Çaman değişen ve dönüşen bir süreçtir. Öyle eskilere
gittikçe, çok ama çok eskilerde bugün için paylaştığımız, özlemle anacağımız
bayramlarda çıkmayabilir karşımıza.
Bu bayram, yurdumuzda dini bayram olarak sıralanır ve resmi özel kurum ve
kuruluşlar ile iş yerleri kapatılıp, tatil yapılarak kutlanır. Bu arada, bizler
için görev başında olup, tatil ve bayramı iş, görev başında olanlara da selam
olsun.
Bu bayram sürecinde ne bayramın, ne ilk kurbanın ne de cennet ve cehennemin
tarihi köklerine değineceğim. Bayram tadında bir iki kelam edip geçeceğim.
Geçeceğim ama, bizlerin öyle ya da böyle güzel günler olarak yaşadığı
çocukluk ve gençlik günlerinde bayramlarda, bizi ne kesilecek kurbanlar ne de
konu komşuya dağıtacağımız "pay"lar ilgilendirirdi, var ise de yok
ise de, alınacak harçlıklar, el öpülerek hak edilecek şeker-çikolatalar ve bayramlık
urbalar, giysiler ilgilendirdi.
Büyükler kendileri, küçükleri de büyükleri taraş olmaya berbere
götürülerdi. Üç numaraya vurulmuş kafalar, ya da parlatılmış enseler ve kafada
özen ile taranmış saçlar.
Çarşıdan, pazardan, mağaza ve dükkanlardan alınan ayakkabılar ile yatılan
geceler.
Hazır giyim bu kadar yaygın değilken, terzilere diktirilen elbiseleri
pantolonlar, gömlekler. Eh yani kışın ise örülen ya da satın alınan kazarlar.
Büyükler o kesecekleri kurbanlık hayvanları yaz, güz, bahar aylarında alıp,
besleyip, büyüttüklerinden, böyle kurbanlık pazarları pek olmazdı. Herkes,
köyüne, kasabasına gider, şehirlerde de evlerin bahçelerinde kurbanlar kesilir
ve kurbanın kanı da toprağa akıtılır, gömülürdü.
Bir de aileden, hısım akrabadan birilerinin "hacca gitmesi" olayı
vardı. Bayram biter, hacca giden yakının gelişi ile başka bir bayram başladı.
Hurmalar, zemzem suları, tesbihler vs, vs.
Bayram olduğu zaman herkeste bir yeni bir şeyler olur ve sevinilir idi. Ya
şimdi?
Bir söz edeceğim iş yine siyasete kayacak ama, ben masumum. Bazen zeka
seviyeleri konusunda bilgim olmayan birileri çıkıp, "eskiden şu yoktu, bu
yoktu" diyorlar ya.
Kim, ne zaman için ne diyor ise, memlekette değil de, onlarda o
söyledikleri yokmuş. Yoksa, olması gerekenler, her zaman olağan şartlarda bu
memlekette vardı.
Ya şimdi, bayramlıklar hiç kimsenin umurunda değil. Şimdi herkes bir bayram
olsa, kaç gün tatil olur ve nereye tatile gidilir derdinde.
Harçmış, borçmuş kimsenin umurunda değil. Anadolu'da bir söz vardır,
"Borç bini geçince, baklava börek ye!.." diye, ülkede öyle olmuş.
Bankalar habire kredi vermekte, ödeme güçlüğü çekilse, icralar artsa da,
"itibardan tasarruf edilmediği" için, posta kutularına bırakılan
ihbarlar mektupları, muhtarlara bırakılan icra bildirimleri sıradan olaylar
artık.
O yüzden siz hiç canınız sıkmayın, bayramlığınız olmasa da, tatil
programınız olmuş sanırım. Her bayram gittiğim memleketime giderken, yollar
tıkalı, cadde ve sokaklarda maskesiz yüzlerce insan salına salına geziyor.
Şu dünyanın işine bakın ya, milyon yıllık insanlık tarihinde, uluslararası
salgın bir dedelerimize 1918-1920 yılları arasında H1N1 virüsü olarak denk
gelip, Milyonların ölümüne (dünya nüfusunun %15'i) neden olmuş. Bir de İkinci
Milenyumu (bin yıl) yaşıyoruz diye sevinirken 2019'da bize denk geldi.
Bayramlık giysilerin olmamasına aldırmadan, bayram tatili planlarken,
umarım bayramda koronavirüs bulaşısı ile birimizi bayramlamayız.
Yine de boş verin ya, Sabahattin Ali'nin Sinop cezaevinden seslendiği gibi
"..Başın öne eğilmesin/ Aldırma gönül aldırma/
Ağladığın duyulmasın/ Aldırma gönül aldırma/ Gönül aldırma ..."
Yine de her şeye karşın, kendimiz için, ülkemiz için, dünyamız için güzel
düşlerimiz, umutlarımız olsun. Ama illa da güzel düşünce ve fikirlerimiz,
umutlarımız olsun.
Yarınlar, sizin ekeceğiniz güzel fikirler, düşler, düşünceler, umutlar ve
illa da emek ile yeşerir.
"Sevgi güzellik ister gülüm,/ Güzellik emek ister./ Güzellik tende
değil gülüm,/ Yürekte ateş ister."
Bayram süresince ve sonrası yüreğinizin ateşi hiç sönmesin.
Bayramınız kutlu olsun.