İnanılır gibi değil, AKP medyası okuruna 22 yıldır Türkiye'yi CHP hükümetinin demir yumrukla yönettiğini söylüyor! "Laik diktatörlükten kurtulamadık" yalanı, iftirası her fırsatta bozuk plak gibi tekrarlanıyor...Sosyal medyada AKP trolleri, İş Bankası'nı ele geçirme, Anıtkabir'i residence yapma, Fenerbahçe spor kulübüne AKP kayyumu atama, Hilafeti, Padişahlığı, Halifeliği geri getirme, Cuma gününü tatil yapma arzularını dile getiriyor...
Atatürk'ün mirasını ve hatırasını yıpratmaya çalışan "sözde tarihçiler" 1000 günlük yürümeyen evliliğiyle ilgili dedikoduları ve kızkardeşi Makbule Hanımla ilgili anekdotları bu amaçlarına ulaşmak için kullanmaya çalışıyor...Latife Hanımın ailesi tarafından bir Prensesmiş gibi büyütülmesi,kendini bulunmaz Hint kumaşı ve dünya gezegeninin merkez noktası görmesi, inanılmaz ve akıl durduran kaprisleri, aşırı kıskançlığı, şirretliği, huysuzlukları, hırçın kız tavırları, Paşayı parmağında oynatmak istemesi, Paşayı yönetmek istemesi, Paşanın özgür ruhunun kukla olarak kullanılmayı reddetmesi sürekli olarak gözardı ediliyor...
Yeni Akit, Sabah, Yeni Şafak ve Türkiye gazetelerini (!) okuyanlara 2002'den bugüne Türkiye'deki tüm felaketlerin, belaların, kazaların, problemlerin, işlenen suçların sorumlusu olarak CHP gösterilerek kara propaganda yapılıyor...
2002'den bugüne ülkeyi AKP'nin yönettiği ele geçirilen her fırsatta gözardı edilmeye gayret ediliyor...
AKP'li troller sosyal medyada Cuma tatil olsun propagandası yapıyor...
Kemalistler hedef gösteriliyor...
Hükümt güdümlü uzaktan kumandalı "sahibinin sesi" medyaya (!) göre AKP hükümeti sütten çıkmış ak kaşık!
Yeni Akit gazetesi 27 Yaşındaki polis memuru Şeyda Yılmaz'ın (1997 doğumlu) şehit edilmesi haberinde bile Kemalistleri suçladı...Haberden bir bölüm şöyle: “Ülke Teksas’a döndü. Kemalist rejimin laikçi kanunlarıyla memleket suç makineleriyle dolup taştı. İslam Hukuku ile adalet tesis edilmediği sürece millet koyun, suçlununsa kasap olduğu toplum düzeni sürüp gider. Kabileler bile, böyle sabıkası olan birini aralarında barındırmaz. Fakat memlekette tacizden, tecavüzden, yolsuzluktan cinayete kadar herkes elini kolunu sallayarak sokakta gezebiliyor, istediği suçu işleyebiliyor.”
2
Süleyman Demirel:"Boş tencerenin yıkamayacağı iktidar yoktur."demişti...
5 Kasım 2024 seçimleri öncesinde ABD'nde Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı Donald Trump'ı en çok umutlandıran istatistik Demokrat Partili ABD başkanı Joe Biden döneminde (Ocak 2021 Haziran 2024 arasında) enflasyonun / fiyat artışlarının yüzde 19,2 oranına ulaşması...Bu rakamın Donald Trump'ın ABD başkanı seçilmesine hizmet edeceğine inanılıyor...ABD seçim sistemindeki korkunç garabetten, çarpıklıktan dolayı en çok oy alan değil, eyaletlerden en çok delege elde eden başkan adayı ABD başkanı koltuğuna oturuyor...
2000'de Demokrat Parti adayı Al Gore 50,999,897 oyla başkan seçilemezken, Cumhuriyetçi Parti adayı George W. Bush 50,456,002 oyla ABD başkanı seçildi...
2016'da Demokrat Parti adayı Hillary Clinton 65,853,514 oyla başkan seçilemezken, 62,984,828 oy alan Cumhuriyetçi Partili ABD başkan adayı Donald Trump ABD başkanı seçilmişti...
3
Cumhurbaşkanı Erdoğan 2021'de “Tek bir kadının bile şiddete uğramasına, hele hele cinayete kurban gitmesine asla rıza göstermeyeceğiz” demişti...Bu vaadin yerine getirilip getirilemediğine siz karar verin...
4
Suriye’nin kuzeybatısında yani Suriye topraklarının yüzde onunda Türk ordusunun hakimiyeti var ve bu bölgede yaklaşık 5 milyon insan yaşıyor...Bu insanlar yeniden Bashar al-Assad yönetimi altına girmektense Türkiye'ye göç etmeyi planlıyor...
5
Türkiye'ye 4300 kilometre uzaklıktan gelen ve kaçak şekilde giren Afgan sığınmacı 14 yaşındaki engelli bir kız çocuğuna tecavüz etti.Çocuk karın ağrısı şikayetiyle hastahaneye götürüldü ve kızın hamile olduğu ortaya çıktı.Engelli kızın, 'Bana babam tecavüz etti' tarzındaki yalan ifade vermesi sonrasında kızın babası intihar etti.Yapılan DNA testinde ise engelli kıza Afganlı şahsın tecavüz ettiği kesinleşti. Kızın annesi de kızını evlenmesi için kaçak Afgan'a yolladı. Kaçak Afganlı sığınmacı bu süreç boyunca hiç tutuklanmadı.
6
Gaziantep'te cuma namazı sırasında okunan hutbede Atatürk'ün adı geçmeyince bir vatandaş "Atatürk olmasaydı bugün 30 ağustos olmayacaktı" diyerek buna tepki gösterdi...
7
Alanya Mahmutlar’da Ruslar denizden haç çıkarma ayini düzenledi...Antalya’ya yerleşen Ruslar savaşlarda ölen Rusları anmak için “Ölümsüz Alay” yürüşü yaptılar...
8
Asker kaçağı Ukraynalılar ve Ruslar Şubat 2022'den sonra İstanbul ve Antalya'da kitleler halinde yaşıyor...Ukrayna'nın Türkiye büyükelçisi "savaş başlayınca 400.000 Ukraynalı 800.000 Rus hemen Türkiye'ye kaçtı" dedi...
9
Ümit Özdağ'dan Erdoğan'a: Atatürk ile daha fazla savaşmayın, çünkü yeniliyorsunuz, kazanma şansınız yok!
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Dünya hayatında kendimize örnek aldığımız, izinden gittiğimiz, yoluna hayatımızı adadığımız tek insan Resulullah Efendimizdir" ifadesinin samimi olmadığını ileri sürdü. “Samimi olsaydınız Türk halkı aç ve işsizken kendinize saray yaptırmaz, bir düzine uçak almazdınız” diyen Özdağ, “Aslında bu cümleyi, Hz. Muhammed’in izinden gittiğinizi düşündüğünüz için kurmadınız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü reddetmek, ona olan gizleyemediğiniz nefretinizi, öfkenizi ifade etmek için kullandınız” dedi.
Özdağ, “Sayın Erdoğan, size önerim Atatürk ile daha fazla savaşmayın, çünkü yeniliyorsunuz. Atatürk ile savaştıkça, çok önemsemediğiniz tarih içerisindeki konumunuz küçülüyor. Milli birlik diyorsunuz ama Atatürk ile kavga ederek milli birliği sağlayamazsınız. Üstelik siz de ülkemizde kötü bir duruma düşersiniz. Atatürk’e karşı kazanma şansınız yok. Çünkü marşta söylendiği gibi: "Allah’ıma emanettir Kemal’im” sözlerini kaydetti.
Özdağ’ın açıklamaları şöyle:
“Sayın Erdoğan, dün, 14 Eylül 2024’de Anadolu Ajansı sizin bir açıklamanızı yayınladı. “Dünya hayatında kendimize örnek aldığımız, izinden gittiğimiz, yoluna hayatımızı adadığımız tek insan Resulullah Efendimizdir" demişsiniz. Anlıyorum ki teğmenlerin “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykırmalarına olan öfkeniz dinmemiş.
Sayın Erdoğan, keşke Hz. Muhammed’i örnek almakta samimi olsaydınız. Olsaydınız, Türk halkı aç ve işsizken kendinize saray yaptırmaz, bir düzine uçak almazdınız. Hz. Muhammed’i örnek alsaydınız, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” der ve 5’li çeteye bütün ihaleleri vermez, adaleti gözetirdiniz. Hz. Muhammed’i örnek alıp onun yolundan gitseydiniz, “Misafirliğin uzayanı ev sahibine eziyettir” der ve 13 milyon sığınmacı ile kaçağı bu ülkeye doldurmazdınız. Hz. Muhammed’i örnek alsaydınız, onun yolundan yürüseydiniz, Yahudilerden cesaret ödülü almaz, ülkeniz bu kadar borçlu, siz ise bu kadar zengin olmazdınız. Bu listeyi çok uzatabiliriz.
Aslında bu cümleyi, Hz. Muhammed’in izinden gittiğinizi düşündüğünüz için kurmadınız. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü reddetmek, ona olan gizleyemediğiniz nefretinizi, öfkenizi ifade etmek için kullandınız.
Türk Milleti bin yıldır Müslüman. Son bin yılda, Anadolu’da İslam’a en büyük zaferi kazandıran kişi Atatürk’tür. En büyük zararı veren ise sizsiniz. Sizin döneminizde olduğu kadar hiçbir dönemde İslam’dan Anadolu’da bu kadar büyük bir kopuş yaşanmadı. Hiç bu kadar yüksek oranlarda deist ve ateist olmadı.
Ben de milyonlarca Türk gibi manevi dünyamda Hz. Muhammed’i örnek alıyorum. Bu yüzden, Zafer Partisi’ni kurarken önce Anıtkabir’i ziyaret ettim, ardından Türklerin Müslüman olmasına en büyük hizmeti yapan Hoca Ahmet Yesevi’nin Türkistan’daki türbesine gittim. Oradan aldığım toprağı, Hacı Bektaş Veli hazretlerinin türbesinin önündeki kara dut ağacının dibine dualar eşliğinde serdim. Anlamını bir danışmanınıza sorun, anlatır. Hz. Muhammed’in izinden gittiğinizi söyleyen siz ise partinizi kurarken Washington ve Brüksel’e gittiniz. Ve Sayın Erdoğan, ben devlet ve millet işlerinde İstiklal Harbimizin büyük önderi, devletimizin kurucusu, İstanbul’u ikinci kez fetheden, Allah’ın son 300 yılda Türk milletine bahşettiği tek büyük lütuf olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek alıyor ve izinden gidiyorum.
Sayın Erdoğan, size önerim Atatürk ile daha fazla savaşmayın, çünkü yeniliyorsunuz. Atatürk ile savaştıkça, çok önemsemediğiniz tarih içerisindeki konumunuz küçülüyor. Milli birlik diyorsunuz ama Atatürk ile kavga ederek milli birliği sağlayamazsınız. Üstelik siz de ülkemizde kötü bir duruma düşersiniz. Atatürk’e karşı kazanma şansınız yok. Çünkü marşta söylendiği gibi: “Allah’ıma emanettir Kemal’im.”
10
Atatürk'ün hatırasına saldıranların en çok tekrarladığı iftiralardan biri Mustafa Kemal Paşanın Mayıs 1919'da İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan ordularını kovma görevini bizzat Padişah Vahdettin'den aldığı iddiasıdır...Bu iddianın tarihi gerçeklerle herhangi bir alakası yoktur!
Vahdettin tahtta kalmasını garantilediği için 4 düşman ordusunun Türkiyedeki varlığından çok memnundu...Bu durumdan çok hoşnuttu...
Padişah Vahdettin’in İstanbul’dan kaçarken beraberinde götürdüğü, tam kırk yıllık emektar tütüncü-başısı Kayserili Şükrü Bey, sonraları bu kaçış olayını anlatmıştı:
“Sabah, Yıldız Sarayının arka kapısından, yani Şişli-Kağıthane yoluna bakan kapıdan bahçeye çıktık. Başmabeyinci Yaver Paşa, Mızıka-i Hümayun Kumandanı Miralay İbrahim Zeki Bey, Doktor Reşat Paşa, baş-seccadeci, esvapçı-başı İbrahim, Berber-başı Mahmut ve harem ağalarından Mazhar da bavulları ellerinde oradalar.Biraz bekledikten sonra, Sultan Vahdettin de oğlu Ertuğrul’la beraber yanımıza geldi.
O sırada İngiliz General Charles Harington da (1872 - 1940) geldi...
Otomobiller de önümüzde sıralandı. Hemen çantaları yerleştirdik.Padişah; oğlu Ertuğrul ve General Harrington’la birlikte otomobile bindi. Arkadakilere de bizler bindik. O kadar erkendi ki ortalıkta kimsecikler yoktu. Geçtiğimiz yolu silahlı İngiliz askerleri tutmuştu. Yanımızda ve peşimiz sıra içleri yine İngiliz askerleriyle dolu kamyonlar geliyordu.Doğru Tophane’ye vardık.
Otomobillerden iner inmez, rıhtımda bekleyen İngiliz istim-botuna buyur ettiler, bindik. Yıldız’dan buraya gelinceye kadar zaten Türk olarak kimseye tesadüf etmemiştik. İstimbot, açıkta demirli duran ‘Malaya’ zırhlısına yanaştı. Padişah, arkasında biz, ağır ağır merdivenleri çıkarak güverteye vardık.
Sultan Vahdettin, kendisini merdiven başında selamlayarak karşılayan amiralin elini sıktıktan sonra salona girdi. Orada kahve ikram ettiler. Doktor Reşat Paşa tercümanlık etmeye çalışıyordu; ama iyi İngilizce bilmediğinden beceremiyordu.
Beş dakika kadar geçince İngilizler salondan çekildiler. Padişah da ayağa kalktı, bana döndü, “Gel Şükrü” dedi. Peşi sıra yürüdüm. Kamarasını gösterdiler, oraya girdi. Çok yorgun bir halde koltuğa çöktü, sesi titriyordu: “Ertuğrul’un yeri ayrı, dikkat edin, çocuğu deniz falan tutarsa başından ayrılmayın” diyordu.
“Merak buyurmayınız efendimiz” diye kekeledim. Ama dilimin ucuna geldiği halde böyle nereye gittiğimizi soramıyordum. Maiyetini teşkil eden bizler, emri ve arzusunu kıramayarak -doğrusu istemeye istemeye; fakat kırk yıldır hizmetinde, her iradesine boyun eğmeye olan alışkanlığın tesiriyle peşine takıldığımız bu yolculukta, nereye gittiğimizi bilmiyorduk ve kendisi o kadar mahzun ve kederli idi ki, işte soramıyordum da Ama meraktan da çatlıyordum.
Bu halimi sezmiş gibi, “Mukadderat” diye konuşmaya başladı, “Mukadderat Şükrü. Şimdilik Malta’ya gidiyoruz, öyle icap etti. Oradan sonra bakalım, kısmet neresi ise. Sen şimdi çantaları aç, gecelikleri falan çıkar, sonra geminin mutfağını bul, kahvemle yine sen meşgul ol!”Dediklerini yaptım.
O gün altmıştan fazla sigara ve sekiz fincan kahve içtiğini hatırlıyorum.Artık yoldayız.. Her yanına gidişimde ilk sözü şu oluyordu: “Heyhat! Mukadderat böyle imiş!”Gemide alaturka yemekler yapıyorlar ve hünkarın et sevmediklerini bildikleri için sebze, makarna, pilav, börek gibi şeyler pişiriyorlar, hele bayıldığı muhallebiyi sofradan hiç eksik etmiyorlardı.
Bu üç günlük yolculukta, yemeklerini oğlu Ertuğrul’la beraber yiyor, yemekten sonra iki saat kadar yatıyor ve kamarada entarisi arkasında, terlikleri ayağında, bir aşağı bir yukarı dolaşarak boyuna kahve ve sigara içiyordu.Yalnız, sabahları kahvaltıdan sonra giyinip güverteye çıkar, biraz oturur, gezinir, amiralle üç beş -işaret dili- laf eder, kamarasına dönerdi. Kamarada yanındaki çantalardan birinin içinde, üç bin altın lira vardı.
Daha ilk gün onu göstererek, “Vakıa emniyetteyiz ama ne olur ne olmaz, sen yine ihtiyatlı ve dikkatli bulun” dediği zaman, ben birdenbire boş bulunmuş, bir anda, on bir kişilik kafileye bu kadarcık paranın kaç gün yeteceğini düşünerek, “Hepsi bu kadar mı efendimiz?” diye sormuştum.Benim endişeli halim hoşuna gitmiş olmalı ki ilk defa gülümseyerek, “Merak etme Şükrü, Yirmi bin İngiliz Lirası da Londra Bankasında var,” dedi.
Ben ise yine kendimi tutamadım: “Başka yok mu efendimiz?”“Daha ne olsun Şükrü?” diye yüzüme baktı.-“Kalabalığız da efendimiz.”-“İdare ederiz, Allah kerim.”
-“Efendimiz, Kur’an-ı Kerim de o çantada mı?”-“Hangi Kur’an-ı Kerim’den bahsediyorsun?”-“Hani, Hazreti Osman'ın yazısı…”Hünkar öfkelendi birdenbire. Sonradan öğrendim ki, bu meşhur ve çok kıymetli kitabı nasılsa yanına alıp beraber getirmeyi akıl edememiş.
Ve buna ömrünün sonuna kadar yanmıştı. Hazreti Osman'ın bizzat kendi eliyle yazdığı kat’i şekilde ifade edilen bu Kur’an-ı Kerim’i İstanbul’dan hareketimizden bir ay kadar evvel Topkapı Sarayından getirtmiş; odasında, yanında alıkoymuştu. Fevkalade nefis cildi bile nadide taşlar, değerli elmaslarla süslü olan bu kitaba elli bin altın kıymet biçiliyordu. Biz Hünkarın bunu mutlaka cebine koyduğunu sanıyorduk. Meğer geri vermiş…
Uzatmayayım, İstanbul’dan ayrılışımızın dördüncü günü sabahı Malta’ya vardık. Hünkar, bu seyahatin ilk iki gününü nispeten sakince geçirmiş; fakat son günü sabahtan akşama kadar yalnız İstanbul’dan, orada kalan üç kadın efendiden -eşinden- ve bilhassa en gözdesi olan Nimet Sultan’dan bahsetmişti. Vahdettin, Nimet Sultanı delice seviyordu… O yaşında, bütün bu başına gelenlere, her şeye rağmen hala bu sevgi ile yanıp tutuşuyordu.O gün, sevdiğinden bahsederken, dünyada en sevmediği adam olan Abdülmecit Efendi’den bahsetmeyi de ihmal etmiyordu:
“Bizim budala, demek saltanatsız hilafete razı, yani tekke şeyhi olacak. Gerçi bu kadarı da çoktur ya. Onun bunca yıl evvel yüzünü ilk gördüğüm günden beri sana kaç defa demedim mi ki divanedir bu biçare…”
Ve o gün ilk defa öğle yemeğinden sonra benden kahve istediğini görmüş, hayretle yüzüne bakmıştım. Çünkü yemeği müteakip, ‘dokunuyor’ diye kat'iyen kahve içmezdi.“
"Zarar yok Şükrü, bütün sıhhatim artık sarsılmış olduktan sonra, bir de midem bozulmuş, ne çıkar?” dedi...
Malta’da açıkta demirleyen ‘Malaya’ zırhlısından istimbotla rıhtıma çıktık. Yine ortalıkta kimsecikler yok. Galiba emniyet tertipleri. Her ne ise, otomobillerle tenha yollardan geçerek bizi, ikametimiz için hazırlanmış döşeli dayalı konağa götürdüler.
Hizmetçiler, aşçılar, her şey tamam; ama Malta pek berbat bir yer, hiç hoşlanmadık. Burada kaldığımız otuz yedi gün içinde Hünkar, bir gün dahi sokağa çıkmadı. İstediği öteberiyi bana aldırırdı, bunların başında da daima konyak vardı.Kendisi odasında kapalı, ne kitap okur, ne yazı yazar; sadece düşüne düşüne, arada bir de yine odasında dolaşa dolaşa vakit geçirir ve İstanbul’dan, hele Nimet Sultan’dan haber beklerdi. “
11
Kanaat önderi, aydın, şarkıcı Teoman "Atatürk'ün emperyalist, maceracı, Turancı, genişleme, toprak kazanma yanlısı olmamasının, barışçı, uzlaşmacı politikalar izlemesinin temel nedeni olarak, Atatürk'ün Türk ordusunun Türk halkının Türk ekonomisinin kaldırabileceği yükleri iyi bilmesiyle açıklıyor...
Teoman bence son derece haklı...Sadece Atatürk değil, İnönü ve Demirel de gücümüzün sınırları konusunda aşırı derecede gerçekçiydi ve temkinliydi...Daima, Türkiye'nin süper devlet olmadığı bilinciyle ve kılı kırk yararak hareket ettiler...Cumhuriyet tarihinde Kore ve Kıbrıs dışında sıcak savaşa kalkışmamıştık...Kore'de Türk ordusu Çin ve Rus ordularıyla savaşmıştı!Atatürk Bulgaristan ve İtalya'nın Türkiye'den toprak talepleri olduğunda "Buyrun savaşalım" demişti...
Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında Hitler, Mussolini, Stalin tehdidi varken işgalci orduların kullanma olasılığını önlemek için genelkurmayın tavsiyesiyle karayolları ve demiryolları bilinçli olarak ihmal edilmişti...
12
Almanya'ya iltica başvurusu yapanların sayısı 2023'te bir önceki yıla kıyasla yüzde 51 artarken, iltica başvurusu yapanlar içinde ikinci sırada 62 bin 624 başvuruyla Türkiye yer aldı.
13
Türkiye'de beyin göçü: Gençler en çok hangi ülkelere gidiyor?
Türkiye İstatistik Kurumu, 2021-2023 dönemine ilişkin yükseköğretim beyin göçü istatistiklerini açıkladı...Türkiye'de geçen yıl yükseköğretim mezunlarının beyin göçü oranı yüzde 2 olurken, mezunlar en çok ABD'ye gitmeyi tercih etti.
Buna göre, yükseköğretim mezunlarının beyin göçü oranı 2015'te yüzde 1,6 iken, 2023'te yüzde 2 oldu. Bu oran kadınlarda yüzde 1,6, erkeklerde ise yüzde 2,4 olarak kayıtlara geçti.En yüksek beyin göçü oranına sahip eğitim ve öğretim alanı, yüzde 6,8 ile bilişim ve iletişim teknolojileri oldu. Bu alanı, yüzde 4,4 ile mühendislik, imalat ve inşaat, yüzde 2,6 ile doğa bilimleri, matematik ve istatistik takip etti.
En çok hangi alanlarda beyin göçü yaşandı?
Mezunların beyin göçü oranları incelendiğinde ise en yüksek beyin göçü oranına sahip lisans programı yüzde 17,9 ile moleküler biyoloji ve genetik olarak kayıtlara geçti. Bu bölümü, yüzde 10,2 ile biyomühendislik, yüzde 9,8 ile işletme mühendisliği, yüzde 9,1 ile elektronik mühendisliği, yüzde 8,9 ile matematik mühendisliği ve yüzde 8,4 ile bilgisayar mühendisliği izledi.
Mezunlar en çok ABD'ye gitti…
Bir lisans programını tamamlayanların göç etmeyi en çok tercih ettikleri ülke yüzde 21,4 ile ABD oldu. ABD'yi, yüzde 17,5 ile Almanya, yüzde 11,2 ile Birleşik Krallık, yüzde 6,9 ile Hollanda ve yüzde 4,9 ile Kanada takip etti.
ABD ve Kanada'ya göç eden mezunlar içinde en büyük paya sahip lisans programı işletme olurken, Almanya, Birleşik Krallık ve Hollanda'yı en fazla bilgisayar mühendisliği bölümünden mezun olanlar tercih etti.
14
İsrail başbakanı Netanyahu ve koalisyon ortakları Gazze'de, Batı Şeria'da ve İsrail'de yaşayan milyonlarca (yaklaşık 7 milyon kişi) Filistinliyi İsrail'in güvenliği için tehdit olarak görerek bunları Mısır, Ürdün ve Türkiye'ye yollamayı hayal ediyor...
IPSOS Araştırma anketi : "Türkiye, Filistin'den göç kabul etmemeli" diyenler artıyor...IPSOS, Gündeme Dair araştırmasında verileri derledi. Araştırma şirketi 18 yaş üstü Türkiye temsili 400 kişiyle görüştü. İsrail-Hamas savaşına yönelik sorular ise 800 kişiye soruldu. Vatandaşlara; Toplum, İsrail ile Hamas arasındaki savaş hakkında ne kadar bilgili? Türkiye’nin bu süreçte yürüttüğü politikayı destekliyor mu? Türkiye’nin de bu savaşa dahil olma ihtimali konusunda endişeli mi? Bu savaş bölgedeki diğer ülkelere yayılır mı? Dünya ülkelerinin savaşı önlemek için yeterli çabayı gösterdiklerini düşünüyor musunuz? Türkiye Filistin’den göçmen kabul etmeli mi? Sizce Türkiye bu savaştan ekonomik açıdan nasıl etkilenir? sorularını yöneltti.
Vatandaşlar alınması gereken önlemin Türkiye'ye Filistin’den göçmen kabul etmek olmaması gerektiğini düşünüyor. "Filistin’den göçmen almamalıyız" diyenlerin oranı yüzde 54’ten yüzde 59’a yükseldi.
15
Gazeteci Fatih Altaylı: “Siz hastahane kapılarında randevu beklerken, sadece Suriyeliler değil, Afganlar, Pakiler gelip sizin önünüze geçerek doktora ulaşacaklar. Siz giderek artan oranda ilaç katılım payı öderken, onlar tüm ilaçlarını hiçbir katkı payı vermeden alacaklar.”
16
AKP Türkiye'sindeki akademisyen kalitesini (!) en iyi özetleyen birkaç makale:
Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Orman Fakültesi Yaban Hayatı Ekolojisi ve Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şağdan Başkaya, köpek teröründen şikayetçi... Sokak köpeklerinin yok edilmesi gerektiğini söylüyor...
Başkaya bir başka makalesinde de “Küresel ısınma bolluk ve bereket demektir” dedi…
Prof. Hüsnü Çaksen'in, Feyza Çaksen'le beraber yazdığı ve Pediatrik Nöroloji Dergisi'nde yayımlanan makalede "Başörtüsü kadınlara koruma sağlar ve İslami öğretilere göre zorunludur. Tesettür, kadını cinsel arzu objesi olarak görmekten, aklı ve zekasından ziyade görünüşüne veya vücut şekline göre değerlendirilmekten kurtarır” ifadeleri yer alıyor.
Prof. Hüsnü Çaksen bir başka makalesinde MS hastalığı için 'Allah'tan ceza" dedi…
Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Prof. Hüsnü Çaksen multipl skleroz (MS) hastalığına ilişkin "MS hastasının hastalıklarının sebebini, dünyadaki pek çok kültürdeki dini bağlamla doğaüstü nedenler... Allah'tan ceza olduğuna inanıyoruz (...) "Pek çok MS hastasının hastalıklarının sebebini, dünyadaki pek çok kültürdeki dini bağlamla doğaüstü nedenlere bağladığını vurgulamak isteriz... bu her ne kadar bilimsel olarak kanıtlanamasa da bazı MS hastalarındaki hastalığın temel sebebinin Allah’tan gelen bir ödül, sınav ya da ceza gibi doğaüstü sebepler olduğuna güçlü bir şekilde inanıyoruz"
"Tepkilerden korktukları için bu inancı paylaşmadılar"
* Sonuç olarak, pek çok MS hastasının hastalıklarının sebebini, dünyadaki pek çok kültürdeki dini bağlamla doğaüstü nedenlere bağladığını vurgulamak isteriz. Tepkilerinden korktukları için bu inancı sağlık profesyonelleriyle paylaşmadılar.
"MS hastalığının sebebi Allah’tan gelen bir ödül, sınav ya da ceza"
* İkinci olarak, bu her ne kadar bilimsel olarak kanıtlanamasa da bazı MS hastalarındaki hastalığın temel sebebinin Allah’tan gelen bir ödül, sınav ya da ceza gibi doğaüstü sebepler olduğuna güçlü bir şekilde inanıyoruz.
"İnanan hastalar büyük huzur ve rahatlık buldu"
* Üçüncü olarak, kader, Allah’ın isteği ve Allah’tan gelen bir ödül ya da test gibi doğaüstü sebeplere inanan pek çok MS hastası psikososyal, zihinsel ve manevi olarak huzur ve rahatlık buldu.
* Dolayısıyla, sağlık profesyonellerinin dini bağlamlı doğaüstü sebepler konusunda eğitilmesi ve MS hastalarının doğaüstü inançlarını sağlık hizmetleri profesyonelleriyle konuşma konusunda cesaretlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz...
MS 'Allah'ın ödülü', Yoğun bakım 'İsa'nın dirilmesi', Tacize çözüm 'Başörtüsü'
Tıp Profesörü Hüseyin Çaksen, hastalıkların "Allah'ın bir ödülü" olduğunu savundu, çocukları istismardan korumak için türban önerdi.
Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Hüseyin Çaksen, tıp ve bilim yayıncısı Thieme bünyesindeki Journal of Pediatric Neurology'de (Pediatrik Nöroloji Dergisi) yayımlanan makalesinde, hastaların multipl skleroz (MS) hastalığının nedenlerine ilişkin doğaüstü inançları inceledi.
'MS hastalığı Allah'tan gelen bir ödül'
Çocuk hastalıkları uzmanı Çaksen, makalesinde "Her ne kadar bilimsel olarak kanıtlanamasa da bazı MS hastalarındaki hastalığın temel sebebinin Allah’tan gelen bir ödül, sınav ya da ceza gibi doğaüstü sebepler olduğuna güçlü bir şekilde inanıyoruz" görüşünü savundu.Makalede hastaların "kader" gibi doğaüstü güçlere inanarak huzur bulduğu ancak bunu sağlık profesyonelleriyle "rahat konuşamadığı" öne sürüldü. Çözüm olarak sağlık profesyonellerine "dini bağlamlı doğaüstü sebepler konusunda eğitim" verilmesi istendi.
Hekimlere din eğitimi istedi
Makalenin ilgili bölümü şöyle:
"Sonuç olarak, pek çok MS hastasının hastalıklarının sebebini, dünyadaki pek çok kültürdeki dini bağlamla doğaüstü nedenlere bağladığını vurgulamak isteriz. Tepkilerinden korktukları için bu inancı sağlık profesyonelleriyle paylaşmadılar. İkinci olarak, bu her ne kadar bilimsel olarak kanıtlanamasa da bazı MS hastalarındaki hastalığın temel sebebinin Allah’tan gelen bir ödül, sınav ya da ceza gibi doğaüstü sebepler olduğuna güçlü bir şekilde inanıyoruz. Üçüncü olarak, kader, Allah’ın isteği ve Allah’tan gelen bir ödül ya da test gibi doğaüstü sebeplere inanan pek çok MS hastası psikososyal, zihinsel ve manevi olarak huzur ve rahatlık buldu. Dolayısıyla, sağlık profesyonellerinin dini bağlamlı doğaüstü sebepler konusunda eğitilmesi ve MS hastalarının doğaüstü inançlarını sağlık hizmetleri profesyonelleriyle konuşma konusunda cesaretlendirilmesi gerektiğine inanıyoruz."
İstismara çözüm: 'Çocuklar türban taksın'
2023 yılının Nisan ayında aynı dergide Hüseyin Çaksen psikolog Feyza Çaksen ile birlikte kaleme aldığı "Başörtüsü Ergen Kız Çocuklarını ve Kadınları Cinsel Tacizden Koruyor" başlıklı makalede de dinleri farklı da olsa kız çocuklarını cinsel saldırılardan korumak için okullarda türbanın serbest olması savunuluyor.
Türbanın İslam'da farz olduğunu hatırlatan "bilimsel" makalede şu ifadelere yer veriliyor:
"Dünyanın birçok yerinde ergen kızlara yönelik cinsel tacizin önlenmesi için okul temelli çeşitli programlar yürütülmektedir; ancak genellikle kanıta dayalı bir yaklaşımdan veya test edilebilir hipotezlerden yoksundurlar. İslam'da her dönem ve çağda kadınların tesettür ve iffetlerini korumaları için tesettür farzdır. Başörtüsü kadınlara koruma sağlar ve İslami öğretilere göre zorunludur. Tesettür, kadını cinsel arzu objesi olarak görmekten, aklı ve zekasından ziyade görünüşüne veya vücut şekline göre değerlendirilmekten kurtarır. (...) Bu nedenle, öğrencilerin dini inançları, kültürleri ve sosyal konumları ne olursa olsun, ergen kızlara yönelik cinsel tacizin önlenmesi için başörtüsü uygulamasını da içeren okul temelli programların geliştirilmesini öneriyoruz."
Hüseyin Çaksen'in başta Journal of Pediatric Neurology olmak üzere birçok dergi için yazdığı dini referanslı makalesi bulunuyor.
Çaksen'in 2023 yılında yayımlanan makalelerinden bazılarının başlıkları şöyle:
Epilepsi ve Meditasyon Olarak Kuran Tilaveti
İsa Aleyhisselam'ın "Ölüyü Diriltme" Mucizesi: Yoğun Bakım Uzmanlarına Mesaj
Babası İbrahim Aleyhisselam'ın İsmail'i Kurban Edişi: Günümüz Çocukları ve Anne Babaları İçin Bir Teslimiyet Örneği
Multipl Skleroz ve Manevi Sıkıntı Arasındaki İlişki
İbrahim Aleyhisselam'ın “Yanmayan Ateş” Mucizesi: Günümüz Sağlık Çalışanlarına Dersler
Ebeveynler Arası İlişkilerde Evlilik ve Evlilikte Sadakat: Dini Perspektiften Bir Bakış
Genetik Bozukluğu Olan Bir Çocuğun Ölümünden Sonra Yaslı Ebeveynlerde Din Vasıtasıyla Başa Çıkmanın Önemi
Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde Din Vasıtasıyla Başa Çıkmanın Rolü…
17
ALTINA İMZA ATABİLECEĞİM SÖZLER:
AHMET SONUÇ: BİR ÖNCEKİ NESLİNDEN DAHA FAKİR OLAN TEK JENERASYONUZ!
Ahmet Sonuç / Jahrein (1988'li), Türk internet ünlüsü, internet yayıncısı ve politik yorumcu...Akıl sağlığını henüz yitirmemiş her T.C. vatandaşının altına imza atacağı açıklamalar da yapıyor...Her görüşüne katılmasak da yüzde yüz çok haklıdır diyebileceğimiz lafları var...İşte bunlardan biri:
"Bir önceki neslinden daha fakir olan tek jenerasyonuz.Türkiye Cumhuriyeti tarihinde 1923'ten beri her nesil bir öncekinden daha kolay ev ve araba sahibi olmuş.Mesela benim annem 2009 yılında emekli ikramiyesiyle,işçi emeklisi annem, kimse yanlış anlamasın, Ankara Eryaman'da 5. etapta metro inşaatının çok yakınında, yani oraya metro yapılacağı önceden duyurulmuştu, bir ev alıyor işçi emeklisi olarak...Yani işçi emeklisi ikramiyesiyle ev alıyor...
Bizler bu insanların çocukları olarak 1990'lı çocuklar ve sizler 2000'li çocuklar bir önceki üst jenerasyonundan daha fakir olan tek jenerasyonuz...Bu ülke kurulduğundan beri...
Bakın bu lafımı iyi dinleyin...Peki sizin buna, bu duruma tepki göstermemeniz için buna odaklanmamanız için ne yapıyorlar, neler yapıyorlar? Bak o düşman onu ıslıklamış, bak bu burada bu dilde şarkı söylemiş, bak o orada onu yapmış, bak bu burada bunu yapmış diyorlar...Size hep bak cambaza diyorlar...
Bakın bir ağbiniz olarak ben size gerçeği söyleyeyim...Bunların hepsi safsata...Bu ülkede, bu ülkenin 81 ilinde de bir tane sorun var.O da garibanlık...Garibanlıktan başka sorun yok.Diğer meselelerin hepsi uyduruk, dandirik işler.Sizin kafanızı başka yerlere çekmek için uydurulmuş işler...
Çalışıyorsun 40 sene bir tane ev alamıyorsun...Bu Türkiye'nin problemi başka problemi yok...Bak cambaza diyen tiplerin gazına gelmeyin..."