Atalarımız doğru söylemişler, "Büyük lokma ye, büyük
söz söyleme" diye. Ben de tam bu duruma düştüm. Yok efendim bu yaz da
güneye gidecektim. Hoş benim için güneye gitmek Anamın-Babamın, kendi evime
gitmek demekti, azıcık kafamın tası atınca da, tamam ya işte gidiyorum
diyordum.
--Aşamalı bir proje ile ilgili olarak, Ankara'da asılı mı
desem, takılımı kaldım derken doğru sözcük, Ankara'ya çakılı kaldım.
--Günde bir-iki saat sunum-görüşme, onun birkaç katı saat
de çalışma derken, ben de zamandan bol bir şey olmadı.
--Kendi kendime, yalnızlığın ve sessizliğin senfonisini
yazıyor, çalıyor ve söylüyorum. Herkes Ankara dışında ve ben koca şehirde Vedat
Türkali'nin "Bir Gün Tek Başına" romanında ki kişi ve öykülere
benzemese de, tek başımayım.
--Parkları, caddeleri, geziyor, gözlüyor kendi kendime
yazıyorum.
--Cadde sokak deyince, huuuu Ankara'yı terk edenler, Kızılay-Sakarya'da
bir şeyler yapılıyor. Keşke Vedat Dalokay'ın Sakaryası gibi olsa. Ortada
büfeler, etrafında ağzı ile bira içen kızlar-oğlanlar. Etrafta kızlı oğlanlı
gençlik, kafeler, meyhaneler.
--Tabi bu hayal de. Hani dedim.
--Akşam eve erken ve yorgun geldim. Gerçi Çankaya
Belediyesinde telefon mesajı gelmişti ama evin yakınında ki pazar yerine sahne
kurulmuş, sandalyeler yerleştirilmiş. Sandalyeler rezerv edilmiş olmalı ki,
seyyar sandalyeleri, yere serecekleri kilimleri ile birileri geliyordu.
--Şaka bir yana, 31 Mart'a bir şey diyemem ama 23
Haziran'da gerçekten her şeye ve herkese bir şeyler oldu, çok iyi geldi.
--Sağcısı-solcusu herkes, bir kendine geldi ve bir nefes
aldı. Hani beyine oksijen gidince, beyin çalışırmış ya; öyle oldu, sanırım.
--Bütün olanlardan siyasilerin haberi yok, görmüyorlar
sanmayın.
--Halk önemli oldu ya, bakın bundan sonra da, seçtiğiniz
başkan, üye ve diğer kişiler önemli olacak.
--Ben 1999'u, 2000'li yılları Ankara'da yaşadım. Sevgili
Iğdır Milletvekili Adil Aşırım, kulakların çınlasın. Sen, bizim gurubu (ben,
başkan olarak ve bir arkadaşım ile) Akdeniz Lokantasına, sayın Mesut Yılmaz'ı
kurtarmak için götürdüğün yemekte, ilgili yabancı amcaların bize tekliflerinin
mevsimi gibi geldi bana. Bilem yanılıyor muyum?
--Doğada olduğu gibi yönetim süreçlerinde de bir ENTROPİ
süreci vardır. Her sistem, doğar, büyür, varlığını sürdürür ve karşılığı
kalmaz/varlık nedenini yitirir ve yok olur.
--Ülkenin mevcut iktidarı bu sorunu yaşamaktadır.
--Alternatif olanlar ile ise henüz soru işaretlidir. Ama
bir değişimin şart olduğu ortada. Hiç bir şey görmüyor iseniz çevrenizde ki
ahaliye bir bakın. Ekonomik, sosyal ve siyasi sıkışıklığına rağmen kendine bir
güven gelmiş ve yeni arayışlar içinde. Tavır ve davranışları ile, giyim ve
kuşamları ile de!..
--Burada, yerel iktidarı eline geçiren muhalefet bloğuna
da iki kelâm sözüm olsun.
--Kazanmak muhteşem bir duygudur. Hatta iktidarın
sarhoşluğu da. Ama unutmayın, akşam iki kadeh iyi ve güzeldir ama sabah ayık
uyanmazsanız, "atı alan, Üsküdar’ı geçiveriyor". İktidar, kapanın
elinde kalıyor.
--Profesyonel yöneticiler bilirler, yönetici organizasyonun
başıdır. Ama her şeyi değildir. Unutmayın, çoğu kişinin "kralın
soytarısı" dediği kişiler bile toplumun en üst, elit tabakasındadır.
Sıradan bir soytarının, tüm günü Kralın yanında, kralı hoş tutarak geçirmesi
olanaksızdır.
--Gerektiği yerde, kralı bile uygun sözcükler ile uyarır,
yönlendirir. Eee adam kral olduğuna göre, bunu şaka yollu yapacaktır her halde.
Krala akıl verecek hali yok ya.
--Sakın sizin yöneticiler, kendilerine soytarı seçerken,
bu sözü yanlış anlamış olmasınlar.
--Kralın soytarısına eyvallah da, soytarının soytarısına
selam durmuş iseniz eyvah ki ne eyvah!..