‘Yeter ki altınıza kırmızı halı çekilsin, istikameti sizi hiç ilgilendirmiyor!’
Charles De Gaulle,
Tüm politikacılar için ettiği mükemmel tarif.
Geçen yazımda (Macaristan) Aslan Sosyal Demokratlar fazlaca giydirdiğim yolunda bir iki tenkit aldım.
Doğrudur, ben Sosyal Demokrasiyi değil ama Sosyal Demokratları adam yerine koymam. Zamanı geldiğinde kafasını kırmaktan korkan siyasetçiye yüz vermem.
Evet, arkadaş, gerektiğinde kafa kıracaksın, gerektiğinde kafanın kırılmasına hazır olacaksın. Yok öyle ortada sırnaşık dolaşıp her iki tarafında suyuna gitmek.
Zamanın hangi zaman olduğunu görmezlikten gelip ‘ama efem!’ laflarıyla tur atmak devrinin bittiğini göremiyorsan…
Hadi başka kapıya.
Sanırım yeterince açık.
Bugün yine tarihte biraz dolanıp tarih okurlarının çok sevdiği pro tarihçilerin ise nefret ederken haz aldıkları bir konuyu işleyelim.
Tarihte ‘eğer’ sorusunun iğfal edici gölgeli yanına gidelim.
Mesela;
‘Eğer’ Napolyon Waterlo da kazansaydı ne olurdu?
Veya 1914 de ‘eğer’ Avusturya-Macaristan veliahdı sağ kalsaydı ne olurdu?
Çanakkale Savaşı’nda o şarapnel parçası Mustafa Kemal’i öldürseydi ne olurdu?
Kurtuluş Savaşı’nın son taarruzunda Gazi Paşamız şehit olsaydı ne olurdu?
Hitler eğer 1923, 9 Kasımı’nda vurulsaydı ne olurdu?
Bazı değerli okurlarımız, günlük yazıları tercih ediyor, öyledir. Günlük siyasi ve sosyal olayları değerlendiren köşe yazıları hamburger yemek gibidir. Kolay tüketilir, hangi mahallenin sakini iseniz (siyasi manada) size biraz güç verir gibidir. Hoşunuza gider, ‘amma güzel giydirmiş!’ falan dersiniz. İnternet ortamında paylaşırsınız. Emojilerle ‘alkış’ falan da alırsınız.
E, çünkü kolaydır klavye tetikçiliği, silahşorluğu.
Hele ulusal basında yazan kerameti kendinden menkul arkadaşlardan ödünç alınan fikirlerle masalarda konferanslarda poz kesmek gibisi yoktur.
Sanırsınız ki, o şahsiyetler de sizden biri, yiğitçe muhalefet ediyor veya neyse iktidarınızı savunuyor.
Umurlarında bile değilsiniz, onlar bu gerilimli ortamı kendi rahat koltuklarından körükleyerek zengin oluyorlar.
Hem de öyle böyle değil.
Hiçbir yerde sıraya falan girmiyorlar, her yerde kendi mahalle sakinlerince salyalı ağızlarla karşılanıyorlar. Kıyıda köşede biriktirdiğiniz fikri birikimlerinizi kendilerine sermaye yapıyorlar.
Ha elbette zeki ve donatımlı insanlar, aralarında -eser- miktarda da olsa bu ilgiyi hak edenler de var.
Ama ertesi gün geldiğinde dün yazdıkları çöpe gidiyor, gazeteyi katlayıp kenara koyduğunuzda. Her şey toza karışıyor.
Neyse, yani haftaya tarih severler için yazacağız.
Yahu son noktayı koymadan bir sorayım dedim; Antalya Barosu kapandı da biz mi duymadık? Veya Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı. Memlekette o kadar hukuki sorun var deniyor.
E, halkı kim bilgilendirecek?