Biz tarihe
devam ediyoruz.
Evet memleket
yangın yerine döndü, ama muhalif ve iktidar yanlısı saygın (!) kalemler ve
sayfalar gereğini fazlasıyla yazıyorlar.
Kimi ‘aman
biricik Bakanımı üzmeyin’ diyor,
Kimi ‘Başkanımın
üzüntüsü gözlerinden belliydi’ diyor.
Peki siz
sayın okuyucu bu yangınların neden çıktığını biliyor musunuz yoksa her zaman
yaptığınız gibi okuduğunuz gazetelerden ödünç aldığınız bilgilerle mi laf
edeceksiniz?
Kime
edeceksiniz, birbirinize değil mi?..
Geçiniz
hanımlar beyler, geçiniz!
İki satır
tarih bilgisinin kimseye bir zararı olmaz. Fransa 1940 yaz aylarında oldukça
garip bir durumda kalmıştı. Alman orduları ülkenin yarısına fiilen sahip
olmuşlardı. Ama Adolf Hitler, Fransa devletini siyasal olarak ortadan kaldırmak
istemiyordu. Hayalinde ki Avrupa Birliğinde Fransa’ya özel bir yer ayırmıştı.
Ama durum da
hani oldukça garipti, Fransa yenilmişti, önce bu salt gerçeği kabul edecekler
ve Hitler’e gösterdiği alicenap tutum için dua edeceklerdi. Geçen yazımızda
anlattığımız gibi en kolay ele geçirilen yer her zaman olduğu gibi medya
mahallesiydi. Sırtlarını sıvazlayıp, ceplerini de doldurdun mu yan değiştiren
basın emekçisi araktaşlar kum gibiydi. (Yazarınız arkadaşlar yerine özellikle
bu -araktaşlar- kelimesini seçti, malum manası nedeniyle)
Amma velakin
ciheti askeriye ne olacaktı? Fransız ordusunun tarihten kalma gelenekleri
vardı. Üstelik subayları, -papaz g.tü koklayarak- rütbe kazanmamıştı.
İçlerinde
Kralcı, Cumhuriyetçi, solcu ve hatta komünist olanları vardı. Hepsinin de
geçmişinde birçok sıcak çatışmanın kanlı izleri bulunmaktaydı.
Dünyada ki
pek çok Silahlı Kuvvet yapısı içinde bir iç çekişme vardır. Denizciler,
Karacıları sevmez, Havacılar ise diğer ikisini parya sınıfında görürler. Ama bu
bugün için geçerlidir. 1940 Fransa’sında durum biraz farklıydı. Kara kuvvetleri
ile Donanma asıl rakiplerdi. Hava Kuvvetleri daha yeni-yeni olgunlaşıyordu.
Kara orduları savaş başladığında dört milyon askeri cephe hattında
barındırabiliyordu. Düşünün; 4 MİLYON tam teçhizatlı asker günde üç öğün
doyurulacak, eğitilecek, cephanesi verilecek, helaları inşa edilecek, oradan
orya nakil edilecek. Hastalandığında veya yaralandığında tedavi edilecek... 4
milyon genç adam… dört bine yakın tank ve 10 binin üstünde çeşitli çaplarda
top, binlerce kamyon, araba ve 3 bin civarında uçak bu adamların hava
savunmasını üstlenecekti.
Altı hafta
içinde bu muazzam güç üstelik İngilizlerin de yardımına rağmen, binlerce ölü ve
yaralı verdiği savaş meydanlarını utanç içinde terk etmişti. 2 milyon esir de
ayrıca cabasıydı.
Beri yanda
Deniz Kuvvetleri ise dünyanın sayılı filolarından birine sahipti. Fransız
donanmasında 8 adet büyük savaş gemisi vardı, bu arkadaşların en düşük
kalibreli silahı 28-30 cm çaplıydı. 2 Uçak gemisi tersaneden çıkmak üzereydi,
20 kruvazör hazırdı, 70 tane destroyerden 32 tanesi Atlantik için özel imal
edilmişti. Bir o kadar da denizaltı falan, ayrıca 60 adet her tür ikmal bakım
gemisi de hizmete hazırdı. Yani demem o ki; Fransız donanmasında gemi sayısı amiral
sayısından fazlaydı.
Deniz
kuvvetleri savaş boyunca pek bir işe yaramamıştı, dolayısıyla onlar
kendilerinin değil Kara ordusunun yenildiği düşüncesindeydiler. Almanya şimdi
tüm gücüyle İngiltere’ye yüklenecekti, Fransız subayları biraz da hasetle ‘İnşallah
İngiltere de yenilir!’ diye hayale kapılmaktan kendilerini alamıyordu. Ne var
ki İngiltere direndiği gibi savaşın en karanlık noktasında bile kabadayılıktan
geri kalmıyordu. 17 Haziran 1940’tan itibaren Fransa ateşkes isteyince Londra,
Fransız amirallerinden ellerinde cillop gibi bekleyen filoyu Almanlara değil,
kendilerine teslim etmelerini istiyordu. Oysa Hitler ise çok akıllı bir
diplomasi ile Fransızlara şunu demekteydi; ‘Filonuz kendi subaylarınızın
komutasında kendi limanlarında barış anlaşması imzalana kadar kalabilir!’
Var mıydı ötesi?
İngilizler bu gemileri istiyor, oysa Almanlar
bu gemileri yenilgiye rağmen Fransa’ya bırakıyordu.
İngiliz
amiraller bakmışlardı ki bu şarap severlerin laftan anlayacağı yok; 1940 temmuz
ayında Fransa’nın Kuzey Afrika da ki deniz üslerinde demirli bekleyen
gemilerini ani bir baskınla vurmuşlardı.
Çok değil on
beş gün önce yan yana çarpıştıkları müttefiklerinden 2 bine yakın denizciyi
öldürmüşlerdi. Fransa’daki her subay için kader anı gelmişti…