Her halde sınıfın en al yanaklı
öğrencisi olduğum için midir nedendir, sınıf öğretmenlerim beni her yıl okul
açılınca sınıf başkanı seçerler, sonradan da başkanlığa, genelikle sınıfın oy
birliği ile seçilerek devam ederdim.
--Sınıf öğretmenlerim ya da müdür yardımcılarımız beni niçin sınıf başkan
seçerlerdi bilmem ama arkadaşlarım kendi adlarına, konuşanlar listesini nöbetçi
öğretmenlere vermediğim için beni seçerlerdi.
--Bu "kendini kurban etme" işi bir yaşam biçimine dönüşse gerek,
bürokraside çalışır iken de, Ankara'da Antalyalılar Derneğine Başkan seçilir ya
da Antalyalılar
Evi'ni açar iken de sürdü.
--EroL Öcal Ağabeyimiz, Süleyman Sarıkaya, Yusuf Rıza Çolak, Abdurrahman Güzel
gibi ağabeylerimiz ne der iseler bizim için gereği yapılacak, diye anlar ve
yapardık.
--Orta Okul yıllarım, öyle her derse, dersin öğretmeni girecek, ne mümkün. Biz,
ilçedeki doktor, eczacı, avukat, mühendis ve ilk okulların Müdürlerinin
öğrencileriydik. Maalesef bazı yerlerde durum pek değişmiş değil, yine
aynı.
--Bir gün sınıfta bir şeyler oldu, gerçekten anımsamıyorum. Dersimize de,
ilçenin en iyi ilk okulunun müdürü giriyordu. Beni, "kırmızı yanaklı
oğlan" diye çağırırdı. Yani, köy delikanlısı olmak da böyle bir şeydi.
Aslında okulunda tatlı sert bir yönetici olan hocam beni sınıftan dışarı
çıkardı, olanları sordu.
--Tabi ben her zamanki gibi,
--"yok hocam", "olmadı hocam" modundayım.
--Olan ne ise olmuş ama ben olayın vahametini anlamış değilim. Renk vermemeye
çalışıyorum.
--Hoca bir iki soru sordu ama, benden tık yok.
--Tabi ben yine al olan yanakları, iki tokat ile kızarak sınıfa giriyor ve
sırama oturuyorum.
--Ders bitti. Hocam sınıftan çıktı ve beni sınıfın yanında ki öğretmenler
odasına çağırdı. Anladım ki olanlardan o da pişman olmuş; Ben ise,
"hocanın vurduğu yerde, gül biter terbiyesi ile yetişmişim".
--Öğretmenler odasına girdim, kalabalık değildi. Beni en sakin köşeye oturttu,
bira gönlümü aldı. Sonra da bir şeyler anlattıktan sonra, kişilerin,
toplumların bir vicdanının olduğunu, bununda çok önemli olduğu anlattı bana ama
o sıralar ne kadar anladım bilemem.
--Sonra insan vicdanı ile ilgili bir örnek verdi.
--"Bak oğlum, vicdanın ne olduğunu, ya da vicdanlı olup olmadığını anlamak
istersen, bir genel tuvalete git, eline kalemini al ve kapının arkasına bir
şeyler yazmayı dene" dedi.
--"Eğer yazarsan, kendini sorgula, yanlış bir şeyler var demektir. Yoksa,
kendini vicdanın ile büyüt";
--"Toplumda, başkalarının sorun ve sorumluklarını yüklenerek bir yere
varamayız. Ama toplumu eğitebilir ve değiştirebiliriz. İşte o zaman toplumun
bir ahlakı ve vicdanı olur." dedi.
--Olayı, neden anlatıldığını o gün pek anlamamış, kavramamış olsam da,
konuşmayı ve örneği asla unutmadım.
--Evet, bir
toplumun ahlakı, çocuklara olan tutum ve davranışları ile ölçülür". Çok
doğru bir söz.
--Bizler ya da bizim gibi bir çok kişi iyi niyet ile, başkalarının yanlış ve
eksiklerini görmezlikten gelerek, tolere ederek geçiştiriyoruz. oysa bu sorun,
görmezlikten gelerek, üstü kapatılarak geçiştirilecek bir konu değil. Tam
tersine, üstüne gidilecek ve eğitim ile çözümlenecek bir konudur.
--İlk Okulun Müdürü, benim orta okul öğretmenim Muammer hocamın verdiği
örnekler gibi. Bir yanlışı kendimizin yapmaması önemli değil, başkalarının
yanlışına ortak olmamak ya da o yanlışı, sorunu eğitim ile çözerek vicdanlı
bireyler ve bir toplum yaratabiliriz.
--Çocuklara ilişkin gündemde olan sorunlar sadece imamların ya da Diyanetin
yarattığı sorunu değildir. Okullar ve öğretmenler de en az bunlar kadar sorunun
kaynağıdırlar.
--Aileler. Evet aileler, kendileri bile sorun olan birey bile olamamış
insancıklardan, çocuklara ve çocuklarına düzgün davranmasını beklemek pek bir
hayal.
--Toplumsal eğitim, vicdanlı bireyler yaratmanın ilk koşulu olmalı.
--Yoksa, tv proğramlarına ve gazete manşetlerine malzeme sıkıntısı olmayacak.