Şimdi gel de şaşırma!..

Bu aralar Sezen Aksu ile yollarımız kesişti; hem de bir zamanlar müzik kanallarının top 10 listesinde aylarca birinci sırasında yer alan, söz ve bestesi Sezen Aksu'nun "Sussan olmuyor, susmasan olmaz/ Dil dursa hâkim bey tende can durmaz/ Yazsan olmuyor, yazmasan olmaz/ Kaleme tedbir koma, tek durmaz"!.. dizelerinde.

   Hakimden, Savcıdan, davadan korktuğum için değil, uzun yıllar bürokrasi deneyimi olan birisi olarak "haddimi bilirim".  Sorun, bu kez  olaylarda, şiirde ya da yazılanlara, çizilenlere, söylenen şarkılara, türkülere ceza veren "hakim beyler"de değil, sorun bu kez, söylenenlere bol alkış tutup, saçma sapan davranan ahalide.

    Bu "ahaliye" kızdığımı söylediğim için bazı "entelektüel" dostlar beni eleştirebilir, hatta da kızabilir. Sorun değil, alıştık.

    Hep söylüyorum, "2000" yılına, "ikinci Milenyum"a girerken çok mutlu olmuştum, hatta o sıralar Amerika'da diplomat bir arkadaşım bana, "milenyum" desenli bir kravat bile getirmişti.

   O yılların hemen çok kötü başladığını söyleyemem ama ilk çeyreğine girdiğimiz bu aralar dünyanın "bankacılık krizini" geçsem bile, ülkemde hiç bir şeyin iyi gittiğini söyleyemiyorum.

    Ülkede Depremler ve sonrası artçılar ile dört bir yanı ayakta. Kiminin yarası vücudunda, kiminin ise yüreğinde.

   Yetmedi, bereket yağsın diye dua edilen yağmurlar, felaket yağdırmaya başladı ve bu kez de onlarca can sel sularına karıştı, millerin için can verdi.

   Birden çoştuk, herkes elinden ve evinden gelini yolladı buralara.

   "Ateş düştüğü yeri yakar" dense de, bu kez herkesin bir yeri yandı, bir yeri kanadı.

   Yazılı, görsel, sanal, gerçek alemde her şeyi gördüm ve okudum ama bir söz içime işledi. Sustum kaldım.

    Hollanda'dan Türkiye'ye Kurtarma Ekibi ile birlikte gelen  bir gazetecinin, heyrete düşerek söylediği şu sözler, yüreğimi dağladı:

    "Siz tanrıyı kızdıracak ne yaptınız bu kadar?"

    Evet ya, Tanrıyı bu kızdıracak kadar kim ne yaptı.

    Bence, gündemin değişmesi için bahane çok. Öyle oturup, başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmek için vakit bile yok.

    Yeni yıl ile bir yıl öncesinin ekonomik ve sosyal raporları yayınlanmaya başladı, Hükümet için hiç de parlak bir durum görünmüyordu.

   Sonra birden "deprem", her yerde deprem etkisi yarattı.

   Her şeyin olduğu gibi özellikle yönetimlerin de zorunlu yaşadığı bir ENTROPİ SÜRECİ vardır. Her şey, doğal olarak yıpranır ve yıkılır.

    Gel gör ki, bizim ülkede, her yerde iktidarda olanlar asla yıpranmazlar. Her geçen gün biraz daha güçlenirler.

    Eeee, "ekmek elden, su gölden".

    "Komşuda pişer, bize de düşer" bir yoksul atasözü iken, "bal tutan parmağını yalar" sözü ile birlikte yaşam biçimi olmuş

   Altta kalanlar mı, onları sormayın, "canı çıksın" denilmez mi?

   Şimdi de seçim süreci iktidarın ya da yerel genel iktidarların imdadına yetişti. "Denize düşen, yılan sarılır" özlü sözü anımsandı ve yılan, mılan farketmez herkes biri birine sarılmaya başladı.

    Öyle bir siyasi sürece giriyoruz ki, ülkeyi yönetmeye aday "siyasi olacaklara" bir bakın, siz mutlu ve umutlu iseniz,

   "Gidene dur demeyiz/ Düşmeyiz biz dalgaya/ Ankara'nın bebesi (her ne kadar Antalyalı olsa da)/ Dönüp bakmaz arkaya

   Ulus Cebeci Çankaya/ Gardaş deriz kankaya/ Bize her yol Paris değil/ La bize her yer Ankara ...!.."

    Daha ne denir ki!..