Orta Okul öğrencisiyiz, ben sınıfın gürültüsünden dolayı nöbetçi öğretmenlerden konuşanları söylemediğim için dayak yiyecek Sınıf Başkanıyım. Sınıfımız da, Öğretmenler odasının yanı. Anlayın!..
--Türkçe
Öğretmenimiz Mahmut Akıncı bize, Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal
Tahir, Victor Hugo gibi yazarların kitaplarını okutuyordu.
--Elbette,
ders arasında Aziz Nesin'in kısa öykülerini okuyup, gülmekten kırılıp,
hocalardan malûm son ile ödüllendirildiğimiz de az olmuyordu. Hem de sınıf
başkanı olarak.
--Bir
gün, Türkçe Öğretmenimiz Mahmut Hoca sınıfa çok başka bir tarzda girdi. Az
gergin, heyecanlı ve bize, "Çocuklar" diye başlayıp, Türkiye
Öğretmenler Sendikası (TÖS)'ün aldığı karar ile, kendi özlük ve ekonomik
haklarını almak için derslere girmeyeceklerini, dersleri "boykot
edeceklerini" söyledi ve sınıftan bizim alkışlarımızla çıktı.
--Gazeteci
Nihat Cengiz Ağabeyimizden (ki, Nihan Cengiz, büyük-küçük herkesin,
"ağabey" dediği bir kişiydi. Bize bir ağabey gibi davranırdı. O
yüzden, o hep ağabey olarak kaldı) neden, Tercüman gazetesi alamıyoruz sitem
ile de olsa, Yeni Ortam, Devrim, Cumhuriyet gazetelerini alır, sınıfta, okulda
okurduk.
--Siyaset
ile ilk tanışmamız bu olmuştu. Her ne kadar Lise yılları hareketli de olsa,
bizim "çete" güçlü olduğundan, bize kimse bir laf etmezdi. Ta ki
sevgili Sait'in beni basketbol sahasında birleri ile sıkıştırmalarına kadar. O
zaman da, köy delikanlısı olmanın faydası, attığım yumruk ile kaşı yarılınca ve
bizim ekibe haber verilince Osman Manis "ağabey"im ve ekip anında
damlamıştı.
--Seksen
öncesi, Elazığ, Antalya, Ankara'da ki Öğrencilik öyküleri ise başlı başına
birer olay.
--İtiraf
edeyim ki, 12 Eylül 1980, Amerikalı amcaların "bizim oğlanlar"
dedikleri paşalar bizi ezip geçselerde, o dönemlerde edindiğim siyasi bilinç,
bilgi birikimi; sadece siyasi düşüncemi değil, kişiliğimi de olumlu, yapıcı
yönde çok etkilemiştir.
--O
her ne kadar sevgili Haşim Barış, Çorumlu-Ankaralı olsa da Antalya'da, ben her
ne kadar Antalyalı olsam da görev-iş gereği Ankara'da olsamda, Antalya'da eski
günleri yad eder, güleriz.
--Tesadüfen
başladığım Bürokraside ise hep "çirkin ördek yavrusu" modunda idik.
--Haydi
sağ iktidarlar ve bakanlarını anlıyor ve bizler de sadece işimizi iyi yapmaya
çalışıyorduk. İtiraf edeyim ki, bizim "solcu" bakanlardan
görmediğimiz iş takdirini, onlardan görüyorduk.
--Ha
bizim "solcu" bakanlar ve ekibi mi?
--Onlar,
her şeyi "çok iyi bildiklerinden" cuk deyip, sol görünümlü, sol
tanıdıklı sağcı bürokratların kucağına oturu veriyorlardı.
--Sağcı
dediğim Namık Kemal Zeybek, Erkan Mumcu her zaman işini iyi yapanlar için bir
güvence olmuştu.
--Bürokraside
ilk sürgünümü ise, Akdenizde memleketimin komşusu bir ilin "solcu"
bakanından yemiştim. Tabi, 6 ay sonra "akla-kara" anlaşılmıştı, geri
görevime iade edilmiş idim ama ne fayda.
--O
yıllar Üniversitelere 2 yıllık yüksek okul olarak da giriliyor, daha sonra da 4
yıllık lisans tamalatılıyordu. Bizim Hacettepe de ise bir yıl da hazırlık ile
beş yıl talim ediliyordu.
--O
Akdenizden komşu bakan, biz üniversitede solculuk yaparken, o dayı torpili ile
akdenize arkadaş turları düzenlerdi.
--Eeee
dayınızın olması çok ama çok önemli.
--Günümüzde
de ahali gözünü açtı tabi, "Adamını bulursan bul. Adamını bulamazsan,
madamını bul", mükemmel bir öykü.
--Bizim
Akdeniz ve Ege'nin Demirel dönemini saymazsak göller yöresinin profesyonel
siyasilerinin çoğu enteresandır.
--"Aman,
kimsenin önü açılmasın", yoksa, siyasi istikbalimiz kararır, yok olur diye
önleri tıkanması gerekenlerin önü, itina ile tıkanırdı.
--Değerli
Hemşehrim Sami Küçükbaşkan ve o dönemdeki Isparta Milletvekili Erkan Mumcular,
benim için çalıştığım bakanlık için, müsteşar yardımcılığı teklifi götürdüler,
o dönem Antalya milletvekili da olan adaşım Bakanımıza;
--Annesinin
kendisini çamaşır yıkayarak okuttuğu ile övünen, her sıkıştığında da bana
mevzuat soran bir birim başkanı ikem, bakanlğın iki numaralı adamı olunca, bu
günde, batı akdeniz kıyılarında otelleri olan zat-ı şahenelerince önüme taş
duvarlar örülmülmüştü.
--Eeee
dürüst olmanın da bir bedeli vardı, bana da bakanlığın bir ve iki numarlarınca
bu bedel ödetilmeliydi. Ödedik de!..
--Gele
gelelim, bu güne.
--Ne
değişti.
--Bugün
Antalya yerel yönetimlerinin bir numaralarına bir sorun bakalım, siyasetin ilk
başından bu yana, ellerinden kimler tuttu. Bugün, pandemiden dolayı sosyal
mesafelerine bir şey diyemem de, siyasal mesafeleri ne alemde.
--Benim,
siyasi yönden ülke yönetimi ve yöneticilerine eleştirim olabilir. Ama ülkenin
de, ilin de yerel, genel, seçilmiş başkanlarını ve milletvekillerini
alınlarından öpüyor ve alkışlıyorum.
--Bir
hedefleri vardı, sizlerin sayesinde de elde ettiler. İyi etmişler.
--Ve
sizlerin sayesinde de sürdürüyorlar.
--Onların
arık tuzu kuru, yaşamları garanti.
--Eee
peki, bu siyasilerin çoğunun günlük bazı şeylere iki kelam etmeleri, dışında;
ülke, Antalya için şapkadan çıkardıkları bir tavşan var mı? Onu siz görün.
--Eyyy
güzel hemşehrilerim, "güzellik geçicidir, ama aptallık baki
kalırmış". Ne oldu bu güzel memlekete?
--Haydi
aileden şanslıydınız. Kişisel olarak da şanslıydınız. Peki ya sizden
sonrakiler, çoluğunuz, çocuğunuz dileyin ki kişisel başarılar elde etsinler;
yoksa size muhtaç olurlar ise, "yandı gülüm keten helvası". Siz pek
farkında değilsiniz ama.
--Bu
memlekette, bazı yöneticilerin ne hallere düştüğünü, yaşadığını siz eski
başkanlara, milletvekillerine bir sorun bakalım, ne öyküler anlatılar, ne
öyküler. Çevrenize de baksanız iyi olur.
--Artık, seçmen olarak, yerel siyasi yöneticiler olarak kişileri siyasetten soğutuyorsunuz, bilmem farkında mısınız?