Nazım Hikmet, 1938 yılının bir Pazar gününde, Ankara Merkez Komutanlığı Cezaevi'nden:

"Bugün pazar./ Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar./ Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün/ bu kadar benden uzak/ bu kadar mavi/ bu kadar geniş olduğuna şaşarak/ kımıldamadan durdum." diyerek haykırır.

Evet, bugün de pazar, hem de 2022 yılının son pazarı.

Çocukken yaşlılardan pek duyardım, kızdıkları, üzüldükleri bazı kişilere ve olaylar ilişkin, kahır ettiklerinde;

Gidişin olsun da, dönüşün olmasın!.." diye.

Nedensen bu 2000'li yılları "sevmedim" demeyeyim de, "pek sevmedim". Özellikle de 2020'sinden sonrasını.

Yok öyle COVİD-19 ya da benzerlerinden dolayısını değil; Dünya, daha iyiden ve güzelden yana değişir ve dönüşürken, ülkemin bodoslamasına bir karanlığa gitmesinden, herkesin gözleri açık hipnoz olmuş vaziyette uyumasından dolayı, çok şaşkınım.

Eskiden gazete ve dergilerde PAZAR YAZILARI gırgır, şamata dolu olurdu. Herkes hafta içinde çok yorulduğu için, bari bir pazar keyif çatsınlar diye. Şimdi öyle mi?

Çatacak keyif mi kaldı ki de, hafta sonu yazıları keyifli olsun.

İnsanlar ne için yaşarlar ve çalışırlar?

Bu sorunun iki yanıtının olması gerek. Biri dün, diğeri de bugün için.

Gerçek yaşamdan yanıt vermek gerekir ise, çalışma bir varoluştur. İnsan çalıştığı, ürettiği için vardır. Çünkü insan, çalışarak yaşamını sürdürür, yaşam etkinliğini gerçekleştirir. Bu ayını zamanda da keyif çatmak da demek olur.

Ya şimdi?

Sistem, çalışmayı sadece para kazanmak için yapılan mecburi etkinlik olarak algılıyor;

Beslenme ve barınma gibi zorunlu yaşam süreçlerinin olmazsa olmazı olarak görüyor.

Eskiden emeklilik, mutluluk için beklenen bir süreç ve amaç idi.

Bugün ise, yaşamanın bir stepnesi, yedek lastiği gibi olmuş. Kıt kanaat geçinebilenler mutlu, geçinemeyenler ise sokaklarda, atık topluyor, bir şeyler satmaya çalışıyor. İnanılmaz.

Feodal ve kırsal ile bir bağlantısı olanlar ise çok şanslı. Hiç olmazsa, kışlıklar geliyor.

Neden bu hale geldik diye sormayanlar, kendileri ile birlikte az da olsa düşünen ve sorgulayanların yaşamlarını da, bu uçurumdan aşağıya süpürdüler. Kendilerine de, benzerlerine da yazık ettiler.

Şimdi gecenin sabaha yürüdüğü ayaz vakti. Çoğu evlerde sobalar sönük, ısıtıcılar kısık ve yorganın altından büzüşen insanlar doludur.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2000'li yıllarda Türkiye'de "Kişi Başına Düşen MİLLİ GELİR" ortalama 3.500 Dolar, ve;

"Refah Düzeyi" sıralamasında 40'lı sıralarda (41, 44 vb), fena olmayan bir düzeyde idi.

2020'lere gelindiğinde ise, Kişi Başına Düşen MİLLİ GELİRDE bir yükseliş var ve ortalama 8-9 bin Dolar dolayında.

Diğer ülkelere oranla, Refah Payı sıralamasında ise, bu kez çok daha aşağılara düşüyor.

Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı (SDSN), küresel anket verilerinde, 2022 Dünyasının En Mutlu Ülkeleri İskandinav ülkeleri iken, Türkiye gerileyerek 112'inci sıralara düşüyor.

Ülkede kaynak sıkıntısı yok, dünyanın en güzel coğrafyasında, yol üstünde ama bir şeyleri eksik.

AKIL!.. DÜŞÜNEN İNSAN!.. BİLGİ!..

Ne, işi iyi yapanları, ne de işi yapacakları buluyoruz.

Bir işi yaptırırken, "şu işi kaça yaparsın" diye soruyoruz.

Oysa, "bu işi nasıl, ne ile ve kaça yaparsın" sorusu, doğru sorudur.

Kullanılacak malzeme ve usta göz önüne alınmadan kalpazanlara mum olunmakta. Sonra da, "ahlar, vahlar".

Bütün işlerde olduğu gibi, seçim ve geçim işlerinde de durum aynı.

O yüzden, "bugün PAZAR" oturup, başımız da iki elimizin arasına alıp, pencereden dışarıya bakıp, biraz düşünsek mi?

Daha sonra Antalyalı hemşerim Levent Yüksel'in dizelerindeki gibi, hiç kimse, "Nedir derdin söyle diye/ Bir gün bana sormadın/ Yüzüme bakmadın" demesin.

Benden sorması ve söylemesi.

2023 sessiz sedasız geliyor,

GELEN, GİDENİ ARATMASIN DA!..

Bu ülkenin yurttaşının aleyhine, bu ülkenin kaderine o kadar çok şey yapılmışken, üstelik her şey uluorta dururken, herşeyin ve herkesin "ipliği pazara çıkmış iken";

SİZ, görmek için neyi bekliyorsunuz, anlamadım da!..