Antik çağlardan kalma bir deyim. Zaman eskiyor ama
insanoğlunda ki bu huy değişmiyor. Ve birader, hiçbir şekilde de eskimiyor.
Geçen hafta bazı arızalı ‘aksların’ hatırını sorup bir
Sovyet askerinin hikayesini anlatmaya başlamıştık.
Mikail Tuhaçevski adında ki bu Rus subayı, efsane Kızıl
Ordunun ‘Kızıl Napolyon’u’ diye anılıyordu daha 42 yaşındaydı ve Sovyet
ordusunun beş mareşalinden biri olmuştu.
Niyeti baş komutan olmaktı.
Ne baş komutan mı? Hem de Stalin gibi şeytana pabucunu ters
giydiren bir adamın ülkesinde…
Tuhaçevski, Kızıl orduyu iyi tanıyordu, büyük devrim savaşı
diye böbürlendikleri kapışmayı şansları, dünya da ki o günün politik şartları
ve en önemlisi düşmanlarının bölünmesi sayesinde kazanmışlardı.
Evet Rus askeri cesurdu, iyi savaşırdı, zorluklara karşı
dayanıklıydı. Ama büyük savaşlar, yalnızca bu özellikler ile kazanılamazdı.
’Bir Sovyet askeri 10 düşmana bedeldir’ falan güzel sloganlardı ama bir o kadar
da etkisizdiler. Yeni kurulan cumhuriyetin düşmanları çoktu. Sovyet askeri
sistemi bütün bunlarla başa çıkmak zorundaydı. Ve bu iş öyle osuruktan
sloganlarla becerilemezdi. Ordunun ezici bir savaş makinesi olması için lazım
olan ideoloji değil, askeri gereklilikti.
Kızıl ordunun koordinasyon kabiliyeti sıfırdı, iç haberleşme
yetersizdi. Hala süvarinin muharebe meydanlarının efendisi olduğuna inananların
sayısı çoktu. Oysa 1930'ların ortasındaydılar, diğer ordular hızla mekanize
oluyordu. Tuhaçevski tankların ağırlığı oluşturduğu zırhlı ordular hayal
ediyordu, binlerce tank, uçakların korumasında Ukrayna ovalarından Polonya
ovalarına yıldırım gibi ineceklerdi. Önce Polonya düşecek, sonra sıra
Almanya’ya gelecekti. Yoldaş Stalin Kızıl ordu sayesinde dünyaya yayılan
komünist ideolojinin yeni peygamberi olacaktı.
Ne var ki Almanlar da öyle mal-mal beklemiyorlardı Kızıl
orduya 1920'lerden beri özel bir dikkat gösteriyorlardı. Öyle ki Alman gizli
servisleri çoğu Rus generalinin geçmişini Stalin’den daha iyi biliyorlardı. Ve
özellikle şu meşhur ‘Kızıl Napolyon’ Alman istihbarat servislerinin en merak
ettiği bir adamdı. Düşüncelerinin ve niyetlerinin çok tehlikeli olduğunun
farkındaydılar. Mikail Tuhaçevski idaresinde bir Kızıl Ordu kabuslarıydı.
Bu adamı bir şekilde ham etmek gerekiyordu ama nasıl?
Alman gizli servisleri Stalin ve çetesinin aslında bu
arkadaştan sırf kıskançlık nedeniyle hiç hoşlanmadıklarını biliyordu. Hele
Stalin iç haberleşmesi son derece modern olan bir silahlı kuvvetin varlığından
hiç hoşlanmıyordu. Uçaklar ve tanklar birlikte hareket edecekler, telsizle
kendi aralarında görüşerek koordine olacaklar ha!!
Hem de Stalin
hazretlerinin haberi olmadan. Ya bunlar darbe falan yaparsa? Oyardı lan onları…
En iddialı Stalin yalakalarından olan ordunun başkomutanı
Voroşilof ve gizli servisin başı Beria, kafa patlatıyorlardı ki Tuhaçevski’nin
defterini dürsünler. Bazı tarihçilere göre (ki çok tutarlı görünüyor) Alman
gizli servisleri ucundan azıcık bir yardım önermişlerdi; Tuhaçevski adına
İskandinavya ülkelerinden birinde bir banka hesabı açılmış ve Almanlar
tarafından önemli bir miktar para yatırılmıştı. ( o gün bu tür işler mümkündü,
öyle anında bilgiye ulaşan sistemler yoktu)
Hay yumurtaya can veren Tanrı!
Sovyet gizli polisi de
bundan haberdar olmasın mı? Al sana nur topu gibi bir ihanet vesikası.
Tuhaçevski önce haince tutuklanacaktı, ona bağlı askerler
baş kaldırmasın diye gizlice mahkeme edilecek ve vurularak öldürülecekti.
Karısı, ve kardeşleri de aynı kaderi paylaşmışlardı, henüz reşit olmayan kızı gözaltına
alınmış reşit yaşa gelince o da tutuklanmıştı.
Ya işte böyle.
‘Şeytanın yapması gereken tek şey olmadığına insanları
inandırmaktı…’