Yaşamımda, genellikle şikayet etmeyi sevmem. Olumsuz bir şey olmuş ise,
çözümünü bulmak; bir şeyler sorunlu ise düzeltmek, sorununu gidermek; bir şeye
başlamadan da enine boyuna düşünüp, planlamak hep yaşam felsefem
olmuştur. Yakından tanıyanlar bilir, bir olay ya da şey olmadan altı ay
önceden başlar benim can sıkıntılarım. O yüzden, bazıları için hiç bir anlamı
olmayan bazı şeyler, beni aylar, aylar öncesinden üzer, sıkar; ama O üzüldüğüm,
sıkıldığım şey olduğu gün de, bir çok kişi panik içindeyken, ben sakin ve soğuk
kanlı olarak, olana bir çözüm ve çıkış yolu ararım.bulabilirim; (Bu ne işe
yarıyor, artık onu da bilmiyorum ya!.) Aylar sonra Ankara'ya dönünce ülkenin
gerçek yüzü ile yüzleştim mi ne, çok ama çok canım sıkıldı. İçin acıdı. Yandı.
Yandı. Sıhhıye'den Ulusa giderken, yolun solunda Atatürk'ün kurumları DTCF'yi,
Olgunlaşma Enstitüsünü ve Kız Teknik Lisesini, Ankara Radyosunu gördüm. Solgun,
renksiz ve düşünceli!..
Gençlik Parkının karşısına Hergelen Meydanının bir bölümü de dahil oraya
yapılan Cami'nin yapımı bitmek üzere. Yanına da yeni bir İslam Eserleri Müzesi
yapımı sürüyor..
Cami'nin adının Osmanlı Camisi olduğunu biliyorum ama yanılmamak için yine de
google amcaya da bir sorayım dedim. Ankara-Osmanlı Camisi diye. Sormaz
olsaydım.
Osmanlı Cami-Altındağ., Osmanlı Cami-Keçi Ören, Osmanlı Cami-Batı Kent, Osmanlı
Cami-OSTİM, Osmanlı Cami-Çankaya .... Evet, Hergele(Cumhuriyetin ilk yılları
Köyden ve kasabadan Ankara'ya gelenler, buraya atını, eşeğini bağladığından,
her gelen anlamında, HERGELEN MEYDANI adı konmuş. Zaman ile her şey gibi burası
da bozulunca, adı HERGELE MEYDANI olmuş çıkmış.) Meydanında ki Cami'nin adı da
OSMANLI CAMİ olmuş. Hergelen Meydanından, Gazi Mustafa Kemal Bulvarı (GMK)'na
paralel Sanayi sokağından, Anafartalar caddesine gidip, bir kaç malzeme almayı
düşünmüştüm. Hem de değişiklik olsun diye. Ankara’yı özlemiştim ya! Gitmez , görmez olsaydım. Eskiden, hâlâ
da, burada elektrik-elektronik malzemesi ve taşradan gelen geleneksel taze-kuru
gıda maddesi satılır idi. Bu kere gözlerime inanamadım. O da ne? Semt esnafının
da kara kara düşündüğünü sandığım, her metrede değişik giyim ve kuşamda,
dönmüş-dönmemiş kadınlar, kızlar cadde kenarında fink atıyor.
İçim "cızzzzzzzz etti". Boğazım düğümlendi. Midem bulandı, kramp
girdi. Alacağım ne var ise boş verip, ilk yoldan geriye, Kızılay'a doğru
yöneldim.
--Anafartalar Çarşının önünde gri paltolu, sakallı, sarıklı ve cübbeli orta
yaşlı birisini gördüm; "hocam, gel bak bu hal ne haldir" diyesim
geldi içimden. Sonra da, ben kıt akıllının gördüğünü kimse görmez mi diyerek,
yürüdüm gittim. Bulaşmak istemedim kimseye!
-Ankara Radyosunun Önünden geçerken de:
Necdet Tokatlıoğlu'nun bestelediği, sözleri
Mehmet Erbulan'ın olan "GÜNÜM KARA, GECEM ZİNDAN (Sensiz Ankara) şarkısı
aklıma geldi. Duygulandım. Üzüldüm. Boğazıma değil, beynime sözcükler
düğümlendi, düğümlendi. .... hala da açamıyorum.
"Günüm kara, gecem zindan //
Kalbimdesin inan her an // Sen gideli sanki viran // Sevgilim, sensiz Ankara!.." "Mesut
günler, seraboldu // Göz yaşlarım şaraboldu // Sanki birden haraboldu //
Sevgilim sensiz Ankara!.."
"Hasret değil, gurbet değil // Çekilecek bir dert değil // Şimdi artık
cennet değil // Sevgilim sensiz Ankara !..."
Göz yaşımı kurutmuyor // Efkarımı dağıtmıyor // Artık beni avutmuyor //
Sevgilim sensiz Ankara!.."
diye diye Evliyaların, Embiyaların, Hac
Bektaş-ı Velinin mekanı; Kurtuluş Savaşının tarihinin yazıldığı Cumhuriyetin
Köklü temel yapılarının hala kendini korumaya çalıştığı ULUS'dan yürüyerek geri
dönerken, sağ yanıma bakamadım. Utandım. Çaresiz, takatsiz kaldım.
Sağ yanında ANITTEPE haşmeti, heybeti ile duran ATAMA, ATATÜRKÜME, ANITKABİR’E
bakamadım. Bakamadım!.. Sonra, Genç Cumhuriyetin modern yüzü Kızılay'a
yürüdüm. Yine sağ yanında Anıtkabir, yine Atamın yüzüne bakamadım!... Atatürk
Bulvarını kesip geçip, GMK bulvarından Çankaya sırtlarına yürümek istedim. Yine
sağ yanında TBMM. Hem de bu ulusun vergileri ile alınan uçaklar ile, bu ulusun
verdiği vergiler ile bu ulusun öğretmen diye yetiştirdiği hocalarca eğitilen
pilotlarca bombalanan TBMM. Geçemedim. Görmek istemedim. Yürüyemedim. Elimi
kaldırdım sarı bir taksiye; ve taksiciye:. İnönü Bulvarından, Anıttepe
Anıtkabire doğru!... dedim. İçimden sessiz sessiz bağırarak, gözyaşlarımı içime
akıtarak Atam, sensiz ANKARA!... Artık beni avutmuyor. , Efkarımı
dağıtmıyor!..
dedim!... dedim!.. dedim!..