Padişah Vahdettin: bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim…

Padişah Abdülaziz: (Eliyle burnunu karıştıran bir simitçiyi göstererek) "Millet millet dedikleri şu herif değil mi? Halid Ziya Uşaklıgil'in, Sultan Beşinci Mehmed’in başkâtipliği görevine atandıktan sonra yazdığı anıları; "Saray ve Ötesi’nde")

Üç ayrı film; beş Altın Küre ödüllü "Oppenheimer" (2023), sekiz Oscar ödüllü "Amadeus" (1984) ve Mehmet Ada Öztekin'in "Atatürk"ü (2023) bence birer Mozart (Atatürk) ve Salieri (Enver) öyküsü...

Kısaca şöyle denebilir ve özetlenebilir:  Lewis Strauss (1896-1974) Julius Robert Oppenheimer'ın (1904-1967), Antonio Salieri (1750-1825) Wolfgang Amadeus Mozart'ın (1756-1791) , Enver Paşa (1881-1922) Mustafa Kemal Atatürk'ün (1881-1938) dehasını delice ve her şeyden çok kıskanmıştı...

Atatürk 1881- 1919 filminin ikinci yarısını filmin dördüncü günü olan 8 Ocak 2024 Pazartesi sabahı saat 10: 30 seansında nihayet 46 kişilik bir salonda tek seyirci olarak seyrettim...Kendimi sinema salonu kapatmış gibi hissettim...Cep telefonlarını açarak çevresindeki herkesi taciz edenlerden kendimi korumuş olmaktan dolayı çok mutluyum...İlk bölümü 1.611.591 seyirci bulmuştu...İkinci bölüm 3 günde 143.431 seyirci topladı...

Futbolcu Neymar'ın bile hayranları arasında olduğu "Yedinci Koğuştaki Mucize" Atatürk filminin de yönetmeni olan Mehmet Ada Öztekin'in imzasını taşıyordu ve 5.365.522 seyirci toplamıştı...Güney Kore yapımı "Miracle in Cell No 7" adlı filmden aynı adla uyarlanan "7.Koğuştaki Mucize" için haksız yere suçlanan bir babayla, yalnız kalan küçük kızının buluşma hikayesi denebilir...Bu film Türkiye'nin Oscar aday adayı olarak "Miracle in Cell No. 7" adıyla Los Angeles'a yollanmıştı...

Atatürk Filmi ikinci bölüm 1915'te başlıyor ve Gelibolu savaşına bizi götürüyor...Çanakkale'de Alman tümgeneral Liman von Sanders (1855-1929) tüm savunmadan sorumluydu...Sanders 1908'de tümgeneralliğe terfi etti...1913'te Alman ordusu tarafından Osmanlı ordusundaki islahat çalışmalarını denetleyen heyetin başkanı olarak görevlendirildi...Birinci Dünya Savaşı'nda Çanakkale'deki beşinci ordunun komutanıydı...Liman von Sanders Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere'nin esiri olarak Malta adasına kapatıldı...Orada yazdığı anıları 1920'de kitap olarak yayınlandı...
Sanders "Türkiye'deki Beş Yılım"da (Türkçe çeviri: Eşref Bengi Özbilen; Yayınevi: Türkiye İş Bankası) 8  Ağustos 1915 Pazar gününden şöyle bahsediyor:

"Daha o akşam Anafarta kesimindeki bütün birliklerin kumandasını Arıburnu cephesinde en kuzeyde bulunan 19. tümen kumandanı albay Mustafa Kemal beye verdim...Savaş meydanındaki ilk büyük başarılarını Bingazi'de göstermiş olan Mustafa Kemal sorumluluk almaktan kaçınmayan bir kumandandı...25 Nisan pazar günü sabahında kendiliğinden 19. tümenle kararlı bir şekilde müdahale etmiş, ilerlemekte olan düşmanı sahile kadar geri itmiş ve sonraki üç aydan fazla sürede bütün şiddetli hücumlara inatla ve ara vermeksizin  başarıyla karşı koyarak Arıburnu cephesinde bulunmuştu...Azmine kesinlikle güvenebilirdim...Şimdiye kadar üç defa emredilmiş olan Azmakdere'nin iki yanından hücum 9 Ağustos 1915 Pazartesi sabahı Mustafa Kemal'in kumandası altında yapıldı ve düşman çeşitli noktalarda sahile kadar atıldı...(...) Mustafa Kemal 10 Ağustos 1915 Salı sabahı başlıca Güney Grubu'ndan gelen takviyelerle şahsen yönettiği şiddetli bir hücumla önce Kocaçimendağ'ın tepesindeki ve sonra bitişiğindeki Conkbayır Tepesi'ndeki İngiliz piyadelerini bu tepelerin kuzey yamacında büyük bir miktar geriye atmayı başardı.Böylece, çevreye hakim masif (tepeler) Türklerin elinde kaldı..."

Osmanlı İmparatorluğu 500 yıl boyunca Orta Doğu'nun hakimi olmuş, çok çeşitli badireleri , bir tanesi de Napoleon olan çok çeşitli belaları atlatmıştı...Napoleon 40.000 askeriyle Orta Doğu seferi düzenlemişti...1699 Sremski Karlovci (Karlofça) anlaşması Osmanlı'nın toprak kayıplarının ilk kilometre taşıdır...1783'te Vladimir Putin'in esin kaynağı olan Rus İmparatoriçesi Catherine (1729-1796) Kırım'ı Osmanlı'dan alıp Rusya'ya katmıştır...Osmanlı 1565'te Malta'yı ele geçirmeye çalışmış,başaramamış, 1571'de Lepanto deniz savaşındaki büyük yenilgiyi 11 Eylül 1683'te Viyana yenilgisi takip etmişti...Böylece Osmanlı düşüş dönemine girmişti...1827'de Navarino'da İngiltere, Fransa, Rusya donanmalarının Osmanlı donanmasını yok etmesi Yunanistan'ın Osmanlı'dan bağımsız bir ülke olması için düzenlenmiş bir baskındı... 1853'te Rusların Sinop'ta Osmanlı donanmasını yok etmesi Osmanlı'nın çöküş dönemindeki en büyük felaketlerden biriydi...1878 Osmanlı Rus savaşıysa Osmanlı tarihindeki en büyük felaketti...Çünkü Rus ordusu bugünkü İstanbul Atatürk Havaalanı çevresinde toplanmıştı...

Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiltere Osmanlı topraklarındaki Arapları Osmanlı devletine karşı isyana teşvik için Mısır Kahire'de devasa bir merkez ofis oluşturmuştu...

Osmanlı 1878'de Ruslara yenilince İstanbul'dan Rus ordusunu çıkaran İngiltere'ye Kıbrıs'ı,1911-1912'de 12 Adaları savaş kaybettiği İtalyanlara, 1912-1913'te Selanik dahil Balkanları savaş kaybettiği Bulgaristan, Yunanistan,Sırbistan ve Karadağ dörtlüsüne vermek zorunda kalmıştı...

Osmanlı'da çökmeden önce 20. yüzyıl başında yıllık gelir 1 lirayken, yıllık masraf 10 liranın üzerine çıkmıştı...(Kaynak kitap: Türkiye'nin İktisadi Gelişme Tarihi  Prof. Dr. Erdinç Tokgöz)  


1914 yaz aylarında personeli ve komutanı Alman olan iki savaş gemisinin (Goeben ve Breslau) Osmanlı bayrağı çekerek Karadenizdeki Rus şehirlerini bombardıman etmesi de Enver Paşa'nın savaş suçlarına dahil edilmelidir...Böylece Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan ve ABD ittifakıyla savaşa tutuşmuş olduk...1915'te Çanakkale'de Yunan ordusunu da karşımızda bulmadıysak bunu o dönemdeki Yunan Kralının (1. Constantine) Almanyaya yüksek düzeydeki sempatisiydi...Kral Alman imparatorunun (2. Wilhelm) kızkardeşiyle evliydi!


Enver Paşa neredeyse yedi cihan devletinin birden Osmanlıya savaş açmasına neden olarak imparatorluğun kaybedilmesinde baş rolü üstlenen büyük kumarbazdı...İmparatorluğun 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda kaybedilen topraklarını geri almak vaadiyle yola çıkan Enver Paşa büyük kumarbazdı...Kumar masasında imparatorluğu kaybedecek kadar gözü dönmüştü ve kibirliydi...Enver Paşa'nın kötü yönetimi, 21,3 milyon nüfusla devraldığı İmparatorluğu Alman İmparatorunun kuyruğuymuş gibi idare etmesi, imparatorluk vatandaşı Rum, Ermeni, Arap halklarının isyanlarıyla birlikte yaklaşık 3,3 milyon ölüye maloldu...


Enver Paşa komutasında başlatılan Sarıkamış harekatında, kutup soğuklarından korumayan yazlık üniformalar, yetersiz teçhizat 90.000 Türk askerinin vefatına yol açmıştı...

Osmanlı Ordusu dünya savaşında iki büyük zafer kazandı...Çanakkale'de ve Kut'ül -amara'da...Bu da savaşın sonundaki büyük mağlubiyete etki etmedi...


14 Eylül 1910 Çarşamba günü Alman ordusunun tatbikatına gözlemci olarak katılan İngiliz Winston Churchill Alman İmparatorunun kendisiyle birkaç dakika Osmanlı Ordusu'nun generali Enver Paşa'yla uzun uzun konuştuğunu söylemişti...Yıllar sonra (1914'te) Churchill Enver Paşa'dan Almanya lehine savaşa girmemesini isteyecekti...1910'daki Tatbikat alanı siyah beyaz renklerle (Prusya renkleri) donatılmıştı diyor, Churchill...



Enver Paşa, 5 Mart 1914 tarihinde Sultan Abdülmecid'in torunu ve Şehzade Süleyman Efendi'nin kızı Naciye Sultan ile evlenerek Osmanlı sarayına damat olmuştu...

Murat Bardakçı Enver Paşa'nın öyküsünü, serüvenlerini kitaplaştırdı...1922’de uzak diyarların haritalarda bile yeralmayan ücra bir tepesinde Rus süvarisinin namlusundan çıkan domdom kurşunu ile noktalanan 41 senelik macera dolu bir hayattı bu...

Murat Bardakçı’nın, Paşa’nın ailesi tarafından doksan küsur sene boyunca muhafaza edilen ve şimdiye kadar yayınlanmamış özel evrakı ile sivil ve askerî arşiv belgelerine dayanarak kaleme aldığı Enver, tarihimizin bu çok önemli ismini her yönü ile ortaya koyarken, onun hakkında yanlış bilinen birçok konunun gerçeğini de gözler önüne seriyor.

Mustafa Kemal Paşa'nın Çanakkale ve Doğu Anadolu'daki başarılarının gölgesinde kalmak Enver Paşamızı tam anlamıyla delirtmişti...1924'te Cumhuriyet gazetesini kuracak olan Yunus Nadi'nin Tasvîr-i Efkâr gazetesinde Mustafa Kemal'in askeri başarılarını konu etmesinin Enver'in yolladığı polis memurlarının baskısıyla engellenmesi Atatürk filminin anahtar sahnelerinden biri...Enver Paşa Mustafa Kemal Paşa'nın girdiği tüm savaşları kaybetmesini çok arzulamıştı...

Bu film Mustafa Kemal'in en az Napoleon Bonaparte kadar büyük bir planlama ve planlarını uygulama dehası olduğunu anlatıyor...Film Mustafa Kemal'in Mayıs 1919'da Samsun yolculuğunun arifesinde sonlanıyor...Mustafa Kemal gerçek büyük aşkı olan hanımı vatanındaki düşman istilasına son verebilmek için feda etmek zorunda kalıyor...

Atatürk'ün büyük aşkını konu alan kitabın yazarı Melda Özverim, bir Cumhuriyet Bayramı’nda İstanbul’da dünyaya geldi. İlkokulu Roma’da okudu, Erenköy Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi Bölümü’nü bitirdi. Burada Halide Edip Adıvar ve Mina Urgan’ın öğrencisi oldu. Melda Özverim, 1960 yılında evlendikten sonra Almanya’ya yerleşti. 1991 yılında Almanya’daki ilk Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurdu. 1996’da diğer dernekleri çatısı altında toplayan Almanya Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği’ni kurdu ve başkanlığını yaptı. Melda Özverim’in ilk kitabı "Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü" Almanca’ya çevrilmiştir...Melda Hanım Atatürk'ün büyük aşkı Corinne'in yeğenidir...

Madam Corinne Lütfü (Tergiman) (1883-1946)

Madam Corinne Lütfü, 1883 yılında İstanbul’da doğmuştur. Cenova’dan İstanbul’a gelerek Türkiye’ye yerleşmiş ve Türk tabiiyetine girmiş Levanten bir İtalyan aileye mensuptur. Büyükbabası Gregoire, Osmanlı Sarayında tercüman olarak görev aldığı için aile soyadı olarak Tergiman’ı seçmiştir. Madam Corinne’nin babası, uzun bir dönem Osmanlı hükümetleri için çalıştığından liyakat madalyası da almış olan Bahriye Nezareti tercümanı miralay (Albay) Doktor Luigi’dir. Aile arasında Louis olarak bilinen Luigi, Tıbbiye’yi İstanbul’da bitirmiş ve hekim olarak albaylığa kadar yükselmiş saraya da hizmet vermişti. İlerleyen yaşlarında paşa rütbesi de verilen Luigi, adını da İsmet olarak değiştirmiş ve 1923 yılında hayatını kaybetmiştir. Annesi ise Mısır Hidivlerine dayanan Adelaide Bedan Hanımdır. Büyük amcası, 1841 doğumlu Türk ordusunda görev almış, Ferdi Paşa diye de tanınan General Ferdinand, bir diğer amcası ise, eczacılık eğitimi alan ve Beyoğlu’nda ünlü Limoner eczanesinin sahibi olan Felix idi. Ailenin tüm bireyleri Osmanlılığı benimseyip, Türkiye’yi vatan gören ve bunu da her zaman kanıtladıkları bilinen kimselerdi. O kadar ki, Ferdinand’ın ölümü sonrası eşine Fransız pasaportu teklif edildiğinde “eşim Osmanlı paşasıydı ve Osmanlı devletine hizmet etmişti ben de Osmanlı vatandaşı kalmak istiyorum” diyerek reddetmişti.

Zübeyde Hanım ve oğlu 

Napoleon ve Mustafa Kemal benzersiz bir anne oğul sevgisine, bağına sahipti...Zübeyde Hanım ve Latife Hanımla ilgili yazılan tüm tarih kitaplarında Zübeyde Hanım eğer aniden ölmeseydi Mustafa Kemal'i 1000 gün boyunca çok mutsuz, bedbaht edecek Latife Hanımın gelin adaylığına şiddetle karşı çıkacağından bahsediyor...Zübeyde Hanım Latife Hanımdan hiç hoşlanmamıştı...Ancak bunu oğluna söyleyemeden ne yazık ki vefat etti...

Bir süre önce, Antalya'da Doğu Garajı İş Bankası Yayınları satılan dükkandaydım küçük çocuk babasına Murat Bardakçı'nın yeni kitabını göstererek  ("Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim - Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım'ın Boşanmaları") sordu: "Neden boşandılar?"

Babası cevap verdi: "Latife Hanım çok kıskançtı.Atatürk'ün rakı içmesine, arkadaşlarına, akşam-gece sofralarına kadar her şeyine karışıyordu, müdahale ediyordu! Evlilikleri yine de 1000+ gün sürdü"

Mustafa Kemal Atatürk , Fikriye Hanım ve Latife Hanım hakkında 12 ayrı yazar tarafından yazılan 13 kitabın tam listesi!

Mustafa Kemal Atatürk'ü parmağında oynatmak isteyen şımarık, hırçın, hırslı, çok kıskanç, genel kültürü olağanüstü olan, çok sayıda yabancı dil bilen, küstah,ukala, eşiyle her fırsatta kavga edebilmek için bahane arayan,patavatsız, fazla dobra dobra konuşan, çok bilmiş, kendini dünyanın merkezi sayan, bulunmaz Hint kumaşı olduğunu zanneden, çocukluğunda ve gençliğinde dadılarla,uşaklarla, hizmetçilerle, aşçılarla,seyislerle dolu adeta saray gibi bir evde büyümüş bir kadındı Latife Hanım; çok zengin bir babanın kızıydı...

Milyonlarca kadın hayranı olan, bir milletin kaderini değiştiren bir komutanla, 20. yüzyılın en değerli devlet adamlarından biriyle evlendiğini evli olduğu 1000+ gün boyunca değil ne yazık ki eşinden boşandıktan sonra algılayabilmişti...Hakkındaki kitaplar okunduğunda ne yazık ki Mustafa Kemal Atatürk'e zihinsel bir yorgunluk armağan ederek çekip gittiği anlaşılmaktadır...Yaygın iddialara göre Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım yakından tanıdıktan sonra Latife Hanıma çok kırık bir not verdi..."Atatürk'e sakın Latife Hanımla evlenme...Bu kızla evlenirsen çok ama çok mutsuz olacaksın-olursun" demeye hazırlanıyordu...Bedeni ve ruhu çok yıpranmış durumdaki, çok sayıda kronik hastalığı olan Zübeyde Hanım ne yazık ki oğluna bu kızla evlenmemesi gerektiğini söyleyemeden vefat etti...

Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük şanssızlığı çok sevdiği sevgilisi Fikriye Hanımın vereme yakalanması, tedavi için Mustafa Kemal Atatürk'ten çok uzaklara gitmek zorunda kalmasıydı...

Latife Hanımın yıkılması için elinden gelen her şeyi yaptığı yıkıldığında da çok pişman olduğu bir evliliğin hikayesini anlatan kitaplar: 

1-Nezihe Araz "Mustafa Kemal'le 1000 Gün",

2-Ahmet Gürel ve Eren Akçiçek "Latife Mustafa Kemal",

3-Murat Bardakçı "Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim - Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım'ın Boşanmalarının belgeli öyküsü",

4-Halit Refiğ "Gazi ile Latife: Mustafa Kemal'in Yaşamından Bir Kesit"

5-Oğuz Akay "Tek Kadın Latife"

6-Halil İbrahim Özcan "Çankaya'nın Duvaksız Gelini Fikriye"

7-İsmet Bozdağ "Atatürk ve Eşi Latife Hanım"

8-İsmet Bozdağ "Gazi ile Latife"

9-İpek Çalışlar "Latife Hanım"

10-Hıfzı Topuz "Gazi ve Fikriye"

11-Mehmet Sadık Öke "Teyzem Latife"

12-İsmet Bozdağ-Atatürk'ün Başyaveri Salih Bozok Anlatıyor

Latife ve Fikriye İki Aşk Arasında Atatürk

13-Nesrin Aydemir "İki Aşk Arasında Atatürk"

14-Murat Bardakçı ""Sizi Serbest Bırakmayı Muvafık Bularak Tatlik Ettim - Mustafa Kemal Paşa ile Latife Hanım'ın Boşanmaları"

Mustafa Kemal Atatürk 1923'te annesinin İzmir'deki kabristanında şunları söylemişti:

"Zavallı annem bütün millet için ülkü olan İzmir’in kutsal topraklarına bedenini vermiş bulunuyor. Arkadaşlar, ölüm, yaratılışın en doğal bir kanunudur. Fakat böyle olmakla beraber bazen ne üzüntü verici görünüşler olur. Burada yatan annem, eziyetin, zorlamanın bütün milleti felâket uçurumuna götüren bir keyfi idarenin kurbanı olmuştur. Bunu açıklamak için izin verirseniz acı hayatının belli birkaç noktasını sunayım. Abdülhamit devrinde idi. 1320 (1905) tarihinde mektepten henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımı atıyordum. Fakat bu adım hayata değil, zindana rastladı. Gerçekten bir gün beni aldılar ve baskı idaresinin zindanlarına koydular. Orada aylarca kaldım. Annemin, bundan ancak hapisten çıktıktan sonra haberi olabildi. Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisiyle ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı idaresinin casusları, cellatları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan takip ediyordu. Ben, sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken benimle görüşmesi engellenen annem göz yaşlariyle Sirkeci rıhtımında acılar ve kederler içinde bırakılmış bulunuyordu. Sürgün yerinde geçirdiğim tehlikeler onun hayatının acılar ve göz yaşları içinde geçmesine sebep olmuştur. Başka bir nokta daha: Mütareke zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman, annemi acılı bir halde İstanbul’da bırakmak zorunda kaldım. Yanımda kendisinin arkadaşlık ettiği bir adamım vardı. Bunu Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim, zaman annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberli olduğu dakikada, benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu zan, kendisini felce uğratmış. Ondan sonra bütün mücadele seneleri onun hayatını acı, üzüntü içinde geçirtmişti. Padişah ve hükûmetinin ve bütün düşmanların daima baskı ve işkencesi altında kalmıştı. İkametgâhı bin türlü bahanelerle ve nedenlerle basılır ve araştırılır, kendisi rahatsız edilirdi. Annem üç buçuk senelik bütün gece ve gündüzlerini göz yaşları içinde geçirdi. Bu göz yaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonunda çok yakın zamanda onu İstanbul’dan kurtarabildim. Ona kavuşabildim ki, o artık maddi olarak ölmüştü, yalnız manevi olarak yaşıyordu.

Annemin kaybından şüphesiz çok üzüntülüyüm. Fakat bu üzüntümü gideren ve beni avutan bir konu vardır ki, o da anamız vatanı yok olmaya götüren idarenin artık bir daha geri gelmemek üzere yokluk mezarına götürülmüş olduğunu görmektir. Annem, bu toprağın altında, fakat millî hâkimiyet sonsuza dek devam etsin. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur. Evet millî hâkimiyet sonsuza dek devam edecektir. Annemin ruhuna ve bütün ataların ruhuna üzerime almış olduğum vicdan yeminimi tekrar edeyim. Annemin mezarı önünde ve Allah’ın huzurunda yemin ediyorum, bu kadar kan dökerek milletin kazandığı ve elde tuttuğu hâkimiyetin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte asla kararsız davranmayacağım. Millî hâkimiyet uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun..."

Bir Gazi ile Latife Fragmanı

Türk Sinema tarihinin en değerli filmlerinden bir çoğunda yönetmen ve senaryo yazarı olarak imzası bulunan Halit Refiğ’in filmleştirebilmek için yapımcı aradığı “Gazi ile Latife” adlı senaryosu Alfa Yayınları’nın kitabı olarak kitap ve film severlerin dikkatine sunuldu. Bu kitaptan bir bölümü aşağıda bulacaksınız. Bu bölümde Mustafa Kemal Atatürk, Latife Hanım’la evlidir. Atatürk’ün Latife Hanım’dan önceki kadını Fikriye Hanım yurt dışındaki verem tedavisini yarım bırakarak geri döner. Atatürk bir anda sevdiği iki kadın arasında kalır. Latife Hanım her zamanki gibi hırçın, öfkeli, kıskanç, saldırgan ve mantık dışıdır.

175 – ÇANKAYA – LATİFE ODA (İç – Akşam)
(Ali Çavuş’un getirdiği haber Latife’yi oturduğu yerden sıçratmıştır.)

LATİFE: Ne diyorsun Ali Çavuş?
ALİ ÇAVUŞ: Evet gelmiş. Şimdi aşağıda bekliyor.

(Latife odadan çıkarken kendine çeki düzen vermeye çalışır.)

LATİFE: Aman yarabbi… Bir bu eksikti başımızda…

176 – ÇANKAYA (İç – Akşam)
(Latife merdivenlerden iner. Kabul salonunda bir kadın beklemektedir. Bu Fikriye’dir. Yüzünde ağlamaklı bir ifade vardır. İki kadın bir an birbirlerini süzerler.)

FİKRİYE: Merhaba Latife Hanım.
LATİFE: Merhaba Fikriye Hanım.
FİKRİYE: Sizi gazetelerde gördüğüm resimlerden tanıyorum.

(Latife’nin yüzünden canının sıkıldığı belli olmaktadır.)

LATİFE: Ben de sizin çok bahsinizi duydum. Ama Paşa Hazretleri geleceğinizden söz etmedi..
FİKRİYE: Uzun zamandır yazdığım hiçbir mektuba cevap alamadım. Ondan dolayı artık yazmak gereği olmadığını düşündüm.
LATİFE: Yaa. Ayakta durmayın içeriye buyurun lütfen… Paşa hazretleri neredeyse gelirler umarım.
FİKRİYE: Teşekkür ederim.

(Fikriye salona doğru yürür. Dal gibi incedir. Acınacak bir görünüşü vardır.)

177 – ÇANKAYA – SALON (İç – Akşam)
(Fikriye salondaki değişikliklerin farkına varmıştır.)

FİKRİYE: Epey değiştirmişsiniz köşkü…
LATİFE: Fark ediliyor mu?
FİKRİYE: Yakından tanıyanlar için fark etmemek mümkün değil

(Latife mağrur ve mesafeli gülümser.)

LATİFE: Tedaviniz sonuçlandı mı?
FİKRİYE: Doktorlara kalsa beni ömür boyu orada tutacaklardı. Ama ben daha fazla dayanamadım…

(Fikriye konuşmasına devam edemez. Gazi’nin sesine döner.)

M. KEMAL: Hoş gelmişsin Fikriye.
FİKRİYE: Hoş bulduk Paşam..

(Fikriye, Gazi’nin önce elini sıkar, sonra boynuna sarılmaya kalkınca Gazi kendini geri çeker.)

M. KEMAL: Latif, sen bakıver sofra hazır mı? Mutad zevat neredeyse gelir.
LATİFE: Tabii Kemal bakayım… Misafirimiz yoldan geldi acıkmıştır elbette…

(Latife sofra hazırlıkları için ayrılır. Onların birbirine “Latif” ve “Kemal” diye hitap etmeleri Fikriye’yi çok yaralamıştır.)

178 – ÇANKAYA – YEMEK SALONU (İç – Gece)
(Sofrada Kılıç Ali, Recep Zühtü ve Salih (Bozok) bulunmaktadır. Fikriye önüne konan yemeği yememekte ya başını tabağına eğip dalmakta ya da gözlerini Gazi’ye dikip uzun uzun bakmaktadır. Latife durumdan rahatsız ve tedirgindir.)

M. KEMAL: Sağlamlaşmadan senatoryumdan ayrılmakla iyi etmemişsin Fikriye…
FİKRİYE: Çok yalnızlık çektim. Daha fazla duramadım oralarda Paşam… Öleceksem kendi memleketimde öleyim…
M. KEMAL: Saçmalamaya başlama gene. Her şeyden önce sağlığını düşünmek gerekir. İstanbul’da Erenköy civarında bir ev tutalım sana…
FİKRİYE: Ankara’da kalsam olmaz mı?

(Fikriye bir taraftan da yan yan Latife’ye bakmaktadır.)

M. KEMAL: Olmaz. O tarafların iklimi senin sağlığın için daha uygun. Tevfik Paşa ile de konuşurum, sana gereken tedaviyi yaptırır. Böylece yarım kalan senatoryum tedavisi tamamlanır, sapasağlam olursun…

(Fikriye’nin, Çankaya’da kalmak arzusunda olduğu apaçık bellidir. Sofradakiler hazin haline acımaktadırlar.)

FİKRİYE: Paşam Paris’ten size küçük bir hediye almıştım. Fakat valizlerimi istasyonda bıraktığım için size getiremedim. Emir buyurursanız valizlerimi…

(Kılıç Ali atılır.)

KILIÇ ALİ: Hiç merak etmeyin Fikriye Hanımefendi… Yarın sabah erkenden aldırırız valizlerinizi.

(Gazi başı ile Kılıç Ali’ye “olur.” işareti yapar. Sonra Fikriye’ye döner.)

M. KEMAL: Bu zahmete hiç gerek yoktu Fikriye… Kendine bir şeyler alsan daha iyi olurdu.
FİKRİYE: Küçük bir şey… Beni hatırlarsınız diye düşündüm…

(Latife, Fikriye’nin varlığından iyice rahatsız olmuştur. Patlamamak için kendini zor tutmaktadır. Gazi de onun bu sıkıntısının farkındadır.)

M. KEMAL: Sen yol yorgunusun Fikriye… Bu gece erken yat. Ne yapacağımızı yarın konuşuruz.

(Fikriye sofradan kalkmak isteğinde değildir. Ama Gazi’nin dediklerine de itiraz etmemeye alışmıştır.)

FİKRİYE: Peki Paşam.

(Fikriye yerinden isteksizce kalkar. Latife’de kalkar.)

LATİFE: Size yatacağınız yeri göstereyim.

(Fikriye acı içindedir.)

FİKRİYE: Zahmet olacak… İyi geceler Paşam. İyi geceler efendim.
KILIÇ ALİ: Allah rahatlık versin Fikriye hanımefendi… Bavulları merak etmeyin…

(Latife ile Fikriye odadan çıkarlar. Sofrada sıkıntılı bir hava vardır. Gazi düşünceli, rakısından bir yudum çeker.)

M. KEMAL: Başımıza bir de bu iş çıktı… Salih sen orayı araştır. Fikriye’yi en yakın zamanda İstanbul’da uygun bir sağlık yurduna yerleştirelim.
SALİH: Baş üstüne Paşam…
KILIÇ ALİ: Bavulları ne yapalım?
M. KEMAL: Getirsinler… Hediyesini versin bakalım. Gönlünü kırmayalım…

179 – ÇANKAYA – FİKRİYE’NİN ODASI (İç – Gece)
(Latife Fikriye’nin yatacağı yeri hazırlamaktadır. Fikriye gözlerini ayırmadan Latife’yi seyretmektedir. Gazi’nin tercih ettiği kadının nasıl birisi olduğunu anlamaya çalışmaktadır.)

FİKRİYE: Dünyada herhalde sizden daha bahtiyar bir kadın yoktur.
LATİFE: Gazi ile yaşamanın kolay olmadığını bilmez değilsiniz herhalde?
FİKRİYE: Olsun… O, Dünyanın en büyük adamı. Bir insan için onun yanında bulunmaktan daha büyük saadet olabilir mi?
LATİFE: Haklısınız…
FİKRİYE: Acaba Allah neden bu mutluluğu size layık gördü? Benim günahım neydi ki beni hasta etti?
LATİFE: Bilmem… Allah’ın hikmetinden sual olunmaz…

180 – ÇANKAYA – GAZİ / LATİFE YATAK ODASI ÖNÜ (İç – Gece)
(Gece geç vakit Gazi yatmak için odaya gelir. Kapıyı açar girer.)

181- ÇANKAYA – GAZİ / LATİFE YATAK ODASI (İç-Gece)
(Latife geceliklerini giymiş, fakat yatıp uyumamıştır. Sinirli bir tavırla odada sigara içmektedir.)

M. KEMAL: Sen daha yatmadın mı?
LATİFE: Hayır seni bekliyordum. Mutad Zevat’tan fırsat kalırsa iki lâf da belki biz konuşabiliriz diye…
M. KEMAL: Peki ne konuşacağız?
LATİFE: Bu hanım buraya yerleşmeye gelmedi herhalde… Ne kadar kalacakmış öğrenebilir miyim?
M. KEMAL: Merak etme, Mutad Zevat ile bunu da konuştuk. Yarın İstanbul’a gitmesini sağlayacaklar. Bu gece kolundan tutup sokağa atmak doğru olmazdı herhalde.

(Latife sigarasını asabi bir tavırla söndürür.)

182 – ÇANKAYA – MERDİVENLER (İç – Gündüz)
(Fikriye üst kattan alt kata iner. Sabahın erken saatinde ortada kimse görünmemektedir. Etrafına bakınırken Ali Çavuş’un sesi ile döner.)
ALİ: Sabah şerifleriniz hayırlı olsun Fikriye Hanım…
FİKRİYE: Hayırlı sabahlar Ali Çavuş… Kimseler yok mu?
ALİ: Salih Bey burada… İstasyondan bavullarınızı getirttiler.
FİKRİYE: Ya Gazi hazretleri?
ALİ: Odalarından henüz inmediler. Ben Salih Bey’e haber vereyim.

(Ali çıkar. Fikriye ne yapacağını kestiremeden ortalıkta dolanır. Salih gelir.)

SALİH: Merhaba Fikriye Hanım. İyi uyudunuz mu?
FİKRİYE: Uyumak mı? Bizim için bundan sonra uyumak ne mümkün… Gün ışıyalı beri ayaktayım. Bavullarım gelse de Gazi’nin hediyesini versem…
SALİH: Bavullarınız geldi… Yaverler odasında…

(Fikriye Salih’in peşinden yaverler odasına doğru yürür.)

183 – ÇANKAYA – YAVERLER ODASI (İç – Gündüz)
(Fikriye’nin iki bavulu bir köşeye konmuştur. Fikriye onlardan birini açar, küçük bir paket çıkarır.)

FİKRİYE: İşte Gazi’ye getirdiğim hediye.
SALİH: Bana verin. Ben Gazi Hazretlerine ileteyim.
FİKRİYE: Ben kendim veremez miyim?
SALİH: Gazi Hazretleri sizin bu sabah tren ile İstanbul’a gitmenizi uygun gördüler. Sizi istasyona götürmek üzere bir fayton bekliyor.

(Fikriye büyük bir elem içindedir)

FİKRİYE: Yaa. Demek öyle uygun görüyorlar…

(Salih de sıkıntı içindedir.)

SALİH: Bavullarınızı faytona yüklesinler mi?
FİKRİYE: Yüklesinler.

(Salih’in işaretiyle Ali çavuş bavullara sarılır.)

SALİH: Ya hediye paketi?

(Fikriye hediye paketini elinde sıkı sıkı tutmaktadır.)

FİKRİYE: Bu hediyeyi birgün kendi elimle vermek isterim.

184 – ÇANKAYA ÖNÜ (Dış – Gündüz)
(Köşkün önünde iki atlı bir fayton durmaktadır. Ali Çavuş, Fikriye’nin bavullarını yükler. Salih ile Fikriye gelir. Salih, Fikriye’nin arabaya binmesine yardımcı olur. Fikriye perişandır. Salih de çok zor bir iş yapmanın acısı içindedir.)

SALİH: Bir sıkıntınız olursa beni mutlaka arayın Fikriye Hanım…
FİKRİYE: Sizin elinizden her şey gelir mi Salih Bey?
SALİH: Hayır… Ben ancak Gazi Hazretlerinin talimatını yerine getirebilirim.

(Fikriye elemli bir gülümseme ile faytona biner. Faytoncu Salih’e selâm vererek atları kırbaçlar. Fayton köşkten aşağı doğru uzaklaşır.)

185 – ARABA İÇİ (İç – Gündüz)
(Arabanın içinde Fikriye’nin gözlerinden yaşlar boşanmaktadır. Elinde sıkı sıkı tuttuğu hediye paketini açar. Paketin içinden kabzası sedef kakmalı bir tabanca çıkmıştır. Fikriye bir an tabancayla oynar. Tabancayı başına doğru götürür.)

186 – ÇANKAYA YOLU (Dış – Gündüz)
(Araba köşk yolundan aşağı doğru gitmektedir. Arabanın içinden bir tabanca sesi gelir. Arabacı arabayı durdurur. Kapıyı açar. Fikriye’nin kanlı başı arabadan dışarı sarkar. Elinde kabzası sedef kakma tabanca bulunmaktadır.)

187 – ÇANKAYA – M. KEMAL ÇALIŞMA ODASI (İç – Gündüz)
(Gazi silâh sesini duymuştur. Merakla pencereden dışarı bakmaktadır. Odaya Latife girer. Üzerinde sabahlık vardır.)

LATİFE: O patlamayı duydun mu Kemal?
M. KEMAL: Evet duydum.. Tabanca sesi..

(Latife kuşkulanır.)

LATİFE: Tabanca mı… Gene bir hadise mi var?
M. KEMAL: Bir bakayım ne oluyor?

(M. Kemal odadan çıkar.)

188 – ÇANKAYA – MERDİVENLER (İç – Gündüz)
(Gazi merdivenlerden iner. İçeri telâşla Salih girer.)

M. KEMAL: Neydi o tabanca sesi Salih?
SALİH: Çok acı bir vaziyet Paşam…
M. KEMAL: Nedir?
SALİH: Fikriye Hanım kendini vurdu…

(M. Kemal bir an donup kalmıştır. Latife Hanım da üst katta merdivenlerin başına gelmiş, olayı dinlemektedir.)

M. KEMAL: Tabancayı nereden bulmuş?
SALİH: Köşkten ayrılmadan önce elinde bir paket vardı. Bunun size kendi eliyle vermek istediği bir hediye olduğunu söylüyordu. Israr etmeme rağmen paketi bana vermedi.
LATİFE: Belki de sizi vurmayı tasarlıyordu.

(M. Kemal ters ters yukarı Latife’ye bakar.)

M. KEMAL: Saçmalama…

(Gazi’nin tepkisi de Latife’yi şaşırtmıştır. Gazi önüne döner. Gözünden bir damla yaş süzülür.)

M. KEMAL: Zavallı Fikriye…

*********************************

Halit Refiğ’in “Gazi ile Latife”sinden Zübeyde Hanım Fragmanı

Türk Sineması’nın en iyi, en deneyimli senaryo yazarlarından ve yönetmenlerinden Halit Refiğ’in “Gazi ile Latife” adlı senaryosu Alfa Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.

Halit Refiğ’in “Gazi ile Latife” adlı senaryosunda Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanımla ilgili birçok bölüm var. Senaryodaki bölümlerden birinde Zübeyde Hanım Latife Hanım’ın Atatürk’le o tarihlerde henüz gerçekleşmemiş olan evliliğinin yürümeyeceğini öngörüyor. Zübeyde Hanıma göre Latife Hanım, Atatürk’ü mutsuz edecek bir kadın. Oğlu üzerinde çok etkili olan Zübeyde Hanım vefat etmeden önce oğlunu bizzat uyarabilseydi belki de bu evliliği engelleyebilirdi. Ancak bunu başarabilir miydi, başaramaz mıydı? Hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Zübeyde Hanım 1857 – 14 Ocak 1923 tarihleri arasında yaşadı. Zübeyde Hanım – Ali Rıza Bey evlilliğinin dördüncü çocuğu Mustafa Kemal Atatürk oldu. Atatürk doğduğunda Zübeyde Hanım 24 yaşındaydı. Zübeyde Hanım’ın bu evlilliğinden olan çocukları Fatma, Ömer, Ahmet ve Naciye erken yaşta vefat etti.

Aşağıda Halit Refiğ’in “Gazi ile Latife” adlı senaryosundan Zübeyde Hanımla ilgili bazı bölümleri bulabilirsiniz.

59 – ÇANKAYA KÖŞKÜ – ZÜBEYDE ODA (İç- Gündüz)
(Kapı açılır. Mustafa Kemal arkasında Fikriye ile içeri girer. Zübeyde Hanım oğlunu görünce heyecanlanmıştır. Olduğu yerde doğrulmaya çalışır.)

ZÜBEYDE: Oh benim Mustafa oğlum.

(Mustafa Kemal annesinin kıpırdanmasına meydan vermeden onun yanına koşar.)

M. KEMAL: Kıpırdanma anacığım biliyorsun ayakların ağrıyor.

(Zübeyde Hanım sevgiyle oğlunun eline sarılır.)

ZÜBEYDE: Öyleyse ver elcağızını öpeyim.

(M. Kemal telaşla elini çeker.)

M. KEMAL: Aman anacığım duymasınlar. Anasına elini öptürüyor derler vallahi.
ZÜBEYDE: Ne derlerse desinler efendim. Sen bugün olmuşsun Paşa. Sen bugün olmuşsun milletin babası. Hem de bütün Müslümanların babası. Ben öperim elbette elcağızını, yanakcağızını.

(Mustafa Kemal annesine sarılmıştır. Zübeyde Hanım onu sevgiyle öper.)

M. KEMAL: Sen çok yaşa anacığım. Ağrıların nasıl?
ZÜBEYDE: Off. Ağırır bütün gece bacaklarım. Toparlarım altıma olmaz, döşerim yatağa sızlar, bilmezler bu doktorlar benim hastalığımı.
M. KEMAL: Ben geldim ya bir çare bulacağız inşallah.
ZÜBEYDE: Aç mıdır karnın? Kursun Fikriye sana güzel bir sofra.
M. KEMAL: İyi olur doğrusu.

(M. Kemal kapının ağzında sesini çıkarmadan onlara bakan Fikriye’ye döner.)

M. KEMAL: Fikriye sen yemekleri hazırla. Ben birazdan dönerim.
FİKRİYE: Peki Paşam.

(Fikriye sessizce odadan çıkar. Mustafa Kemal annesine döner.)

M. KEMAL: Doktor Tevfik Rüştü Bey ile konuştum. Fikriye’nin halini beğenmiyor. Ciğerleri fena imiş.
ZÜBEYDE: Sorsan kendisine “Yok bir şeyim, turp gibiyim” diyor.
M. KEMAL: Böyle çocukluk olmaz. Artık İsviçre mi olur, Almanya mı bilmem, ama dışarıda uygun bir yerde tedaviye göndermek lazım.
ZÜBEYDE: İstemez gitmek hiçbir yere. Çünkü duymuştur İzmir’e sen bulmuşsun bir Lütfiye.

60 – ÇANKAYA – YEMEK SALONU (İç – Gece)
(Mustafa Kemal Fikriye ile yemektedirler.)

FİKRİYE: Ne olur Paşam beni bir yere gönderme. Vallahi hasta değilim ben. Hep düşmanlarımın uydurması. Ben olmayınca sana kim bakar? Sabah kahveni kim getirir? Esvaplarını kim ütüler?
M. KEMAL: Merak etme, bunları yapacak birini buluruz. Önemli olan, senin en kısa zamanda sağlığına kavuşman. Ben seni karşımda canlı, yanakları al al görmek isterim.

*****

87 – ÇANKAYA – ZÜBEYDE’NİN ODASI (İç – Gündüz)
(Zübeyde Hanım koltuğunda uyuklamaktadır. Açılan kapı ile uyanır.)

ZÜBEYDE: Ah Mustafa Oğlum..

(Mustafa Kemal anasının yanına gelir. Saygılıdır.)

M. KEMAL: Doktorlar iyi olman için senin deniz kıyısında oturmanı tavsiye ediyorlar. Seni İzmir’e göndersem ne dersin?
ZÜBEYDE: Yok öyle plaçka.. Mustafa’nın yanından bir yerciklere gitmem. O doktorlar gitsin İzmir’e efendim. Ben otururum Mustafa’mın yanında.

(M. Kemal annesinin yanındaki koltuğa oturur.)

M. KEMAL: İyi ama anacağım, hem beni “evlen” diye sıkıştırırsın, sonra seni gelini görmek için İzmir’e gönderecek olsam “Mustafa’mın yanından ayrılmam” diye tutturursun.

(Evlenme sözünü duyunca Zübeyde Hanımın yüzü gülmüştür.)

ZÜBEYDE: Abe doğru mu söylersin evlatçığım.. Lütfiye midir yoksa bu gelincik?

(Mustafa Kemal gülümser.)

M. KEMAL: Lütfiye değil, Latife. Bizim doktor Tevfik Rüştü Beyin akrabası olur. İzmir’e git bir gör bakalım. Doktor İzmir havasının sana iyi geleceği fikrinde…

(Zübeyde Hanım bir an duraklar. Oğlunun kendisini İzmir’e göndermek için vesile yarattığından kuşkulanmıştır.)

ZÜBEYDE: Bak Mustafa oğlum, beni İzmir’e göndermek için icat etmeyesin bir kolpa?

(M. Kemal kendini tutamaz güler.)

M. KEMAL: Anacığım bu işin şakası yok diyorum.. Kızı beğenirsen evleneceğim..

*****

89 – İZMİR – VAGON İÇİ (İç – Gündüz)
(Zübeyde Hanım özel olarak hazırlanmış vagonda bir bambu koltukta oturmaktadır. Karşılayıcılar elini öperek, saygıyla selamlar. Latife ile Tevfik Rüştü girerler. Salih tanıştırır.

V. ABDÜLHALİM: Hoş geldiniz Tevfik Rüştü Bey..
TEVFİK RÜŞTÜ: Hoş bulduk efendim.

(Latife Tevfik Rüştü Beyin boynuna sarılır.)

LATİFE: Enişteciğim.
T. RÜŞTÜ: Merhaba Latife.
V. ABDÜLHALİM: Hanımefendi hazretleri rahat bir yolculuk geçirdiler mi?
T. RÜŞTÜ: Maşallah.. Yorgunluğunu belli etmemeye çalışıyor.
V. ABDÜLHALİM: Biz kendilerine şehir adına bir hoş geldiniz diyelim, hemen istirahatını sağlarız..

(Yaver Salih erkana yol gösterir.)

SALİH: Buyurun efendim.

(Vali, belediye reisi ve askeri komandan vagona giderler.)

SALİH: Bak anacığım.. Bu kızcağızdır Latife…

(Latife heyecan içinde Zübeyde Hanımın elini öper.)

LATİFE: Hoş geldiniz efendim.

(Zübeyde onun yanaklarından öper.)

ZÜBEYDE: Kızımız pek güzelmiş Salih oğlum.

(Zübeyde Hanım resmi durumlarda kendini zorlayıp düzgün Türkçe ile konuşmaktadır.)

ZÜBEYDE: Sizi istasyonda çok bekletmedik ya!
LATİFE: Beklemenin sözü mü olur Hanımefendi. Olsa olsa size biran önce kavuşma heyecanı içindeydik..

*****

96 – MUAMMER BEY KÖŞK – SALON (İç – Gündüz)
(Latife Zübeyde Hanımı tekerlekli iskemlesinde yemek salonuna getirir. Tevfik Rüştü Bey Zübeyde Hanım için hazırlanmış yemekleri kontrol etmektedir.)

ZÜBEYDE: Kızcağızımızın sizinle hısım olduğu belli, Tevfik Rüştü oğlum… Neresinden mi? İyi adam idare etmesinden.
TEVFİK RÜŞTÜ: Sizi şu perhiz yemeklerine de bir alıştırabilse, buna ben de inanacağım..

(Zübeyde Hanım sofradaki yemeklere bakar, yüzünün buruşturur.)

ZÜBEYDE: Gene mi bu tatsız tutsuz haşlamalar.. Abe Latife kızım yok mudur bana bir kemikçik pirzola, bir lokma fıstıklı tatlı?
LATİFE: Vallahi benim bir suçum yok efendim.. Doktorunuz ne emrederse ben onu yapıyorum.

(Yaver Salih ve Doktor Asım girerler.)

ZÜBEYDE: Oooo hoş gelmişsiniz Salih oğlum… Var mıdır Mustafa’mdan bir haber?

(Salih, Zübeyde Hanımın elini öper. Tevfik Rüştü Beyin elini sıkar. Latife ile selamlaşır. Doktor Asım da aynı şeyleri yapar.)

SALİH: Hürmetleri vardır anneciğim. Mecliste çok meşgul olduğu için sizi ziyarete gelemiyorlar. Bugün kü toplantıda Saltanat’a son verildi.

(Tevfik Rüştü irkilir…)

TEVFİK RÜŞTÜ: Olacağı buydu zaten…

(Zübeyde ile Latife de merak kesilmişlerdir.)

ZÜBEYDE: Bitti mi koca Osmanlının hükmü?

SALİH: Osmanlının hükmü İngilizlerin İstanbul’u aldığı gün bitmişti anacığım. Bundan sonra hüküm milletin…

(Salih Tevfik Rüştü’ye döner.)

SALİH: Gazi Hazretleri sizi de Ankara’ya bekliyorlar… Hanımefendinin sağlığı ile Doktor Asım Bey ilgilenecek…

(Tevfik Rüştü Zübeyde Hanıma döner.)

TEVFİK RÜŞTÜ: İzninizle ben ayrılayım efendim.

(Tevfik Rüştü Zübeyde Hanımın elini öper.)

ZÜBEYDE: Git git.. Mustafa’mı yalnız bırakma başı sıkıştığında..

*****

99 – MUAMMER BEY KÖŞK – ZÜBEYDE ODASI (İç – Gece)
(Oda karanlıktır. Zübeyde Hanım yatırıldığı yatakta acılar içinde kıvranmakta, inlemektedir.)

100 – MUAMMER BEY KÖŞK – ZÜBEYDE ODA ÖNÜ (İç – Gece)
(Zübeyde Hanımın iniltileri odasının dışına kadar taşmaktadır. Onun karşısındaki odada yatan Latife hole çıkar. Yatak kıyafetlidir. Bir an Zübeyde Hanımın odasından gelen iniltilere kulak verir. Sonra kapıyı yumuşakça açarak odaya girer.)

101 – MUAMMER BEY KÖŞK – ZÜBEYDE ODASI (İç – Gece)
(Zübeyde Hanımı yatağında acılarla kıvranmaktadır. Latife yanına gelir. Başucu lambasını yakar.)

LATİFE: Neyiniz var Hanımefendi?
ZÜBEYDE: Öldürecek beni bu ağrılar.. Romatizma..
LATİFE: Babamın romatizma ağrıları için Fransa’dan getirdiği bir ilaç var. İzin verirseniz onu bir deneyeyim.
ZÜBEYDE: Aman uyandırmayalım doktor Asım’ı. Etmesin itiraz. Deneyelim babacığının ilâçcını.

(Latife koşar adımlarla odadan çıkar.)

102 – MUAMMER BEY KÖŞK – MUTFAK (İç – Gece)
(Ateşte su kaynamaktadır. Latife bir ilacı şişesinden ölçüyle kaynayan suya atar. Sonra gene telaşlı hareketlerle büyük parçalar halinde hazırlanmış pamukları kaynayan suya bastırır.)

103 – MUAMMER BEY KÖŞK – ZÜBEYDE ODASI (İç – Gece)
(Zübeyde Hanım yatakta kıvranmaktadır. Latife elinde kâse ile gelir.)

LATİFE: Bu ilâçlı pamukları ağrıyan yerlere saralım. Dizlerinizi sıcak tutar.

(Zübeyde Hanım yattığı yerden doğrularak Latife’nin işini kolaylaştırmaya çalışır. Rumeli ağzı ile konuşmaktadır.)

ZÜBEYDE: Nasıl da düşünür anacığını evlatçığım benim.. Saralım bre melaike kızcağızım.. O pamukları yapıştıralım ayacağızıma..

(Latife sıcak pamukları sardıkça Zübeyde Hanım rahatlamaktadır.)

ZÜBEYDE: Ohh.. Rahatladım billa.. Rabbim göndermiştir bu melaikeyi besbelli. Allah da seni rahatına ve muradına eriştirsin..

(Latife Zübeyde Hanımın gönlünü alabildiği için çok memnundur. Tedavi şekli devam eder.)

*****

106 – MUAMMER BEY KÖŞK – ZÜBEYDE ODASI (İç – Gündüz)
(Zübeyde Hanım koltuğunda oldukça solgun ve bitkin görülmektedir. Salih odaya girer. Zübeyde’nin şakacılığı da pek kalmamıştır.)

ZÜBEYDE: Ooo Salih oğlum. Neredesin sen?
SALİH: Merkez komutanlığındaydım anacığım. Telefonda Paşa Hazretleriyle konuştum.. Hürmetleri var. Sağlığınızı sordu.
ZÜBEYDE: Son iki gündir hiç iyi değilim. Söyle Mustafa’ma aldırsın beni Ankara’ya.
SALİH: Az önce doktorunuzla konuştum. Şu vaziyette yolculuk olmaz diyor… Latife Hanım yok mu?
ZÜBEYDE: Gitmiştir ailecağızını karşılamaya… Dönerlermiş Fransa’dan..
SALİH: Gördünüz mü? Şimdi gitmeye kalkarsanız, sanki onlardan kaçmış gibi olur.. Latife Hanım da çok üzülür..

(Zübeyde Hanım zorlukla bir sır tevdi ediyormuş gibi konuşur.)

ZÜBEYDE: Bak evlâtçığım, şimdi dinle beni.. Bu kızcağız iyidir, hoştur, fakat tutmamıştır gözüm bu işi.. Bu kızcağız da bilmez benim oğlumu sevmediğini. O sever Mustafa Kemal Paşa’yı. O sever Gazi Paşa’yı. O ister kurulsun Çankaya’da buyursun ona buna. İster olsun büyük hanımefendi.. Sevmez o benim Mustafa’mı. Evlatçığım sen beni tez elden götüresin Ankara’ya söyleyeyim Mustafa’ya “Bu iş olmaz”.

(Zübeyde Hanımın düşünceleri Salih’i şaşırtmıştır. Bir an ne diyeceğini kestiremez.. Kapı açılır Latife içeri girer. Sevinç içindedir. Salih ile Zübeyde’deki durgunluğu fark etmez. Salih’i selamlar, Zübeyde Hanımın elini öper.)

LATİFE: Ooo hoş gelmişsiniz Salih Bey. Siz nasılsınız bugün?
ZÜBEYDE: Hamdolsun… Aileniz geldi mi?

(Zübeyde Hanımın Rumeli ağzına alışmış olan Latife onun düzgün Türkçe’ye döndüğünü fark edince irkilir.)

LATİFE: Geldiler efendim.. İzin verirseniz arzı hürmet etmek istiyorlar.
ZÜBEYDE: İzin ne demek.. Ben evinizde misafirim. Lütfen buyursunlar, kendilerine teşekkür etmek isterim.

(Latife koşar adımlarla çıkar. Salih bir an tedirgin Zübeyde Hanıma bakar. Zübeyde Hanım bir gayretle yüzündeki yorgun ve hasta ifadeyi bir Hanım sultan ifadesiyle örtmeye çalışır. Latife, babası, annesi ve iki kız kardeşini odaya alır. Hepsi de Fransa’dan geldikleri belli olacak şekilde, son derece şık ve saygılıdır.)