"Çok hızlı tırmandık biraz oturup, ruhlarımızın bize yetişmesine izin vermeliyiz!.." diyordu, yaşlı İnka rehberi Avrupa'dan gelen korsanlara. 
Evet ya, ne de çok hızlı yaşıyordu; yurt içi, yurt dışı toplantılar, ziyaretler, görevler, görevler nedeniyle Deniz Baykal. Ne bitmez tükenmez enerji idi ondaki.
Bir buçuk ay önce yaptırdığı Genel sağlık kontrollerini, yoldaşı, sırdaşı, manevi oğlu Aydın Mv. Prof.Dr.Metin Lütfi Baydar'a gurur ile bıyık altı bir gülümseme ile gösteriyordu;
"Bir bak bakalım Metin" diyerek.
"Her şey çok iyi efendim" yanıtı ise, bir başka tat vermişti ona, önünde yürütmeyi düşündüğü yeni süreç için. 
Son zamanlarda TBMM'den görevli gittiği Avrupa'da ülkesini savunmak, ülkesini anlatmak için harcadığı emek, efor kat kat artmıştı. Her ne kadar Ak Parti Hükümeti, Başta siyasi rakibi Recep Tayyip Erdoğan olsa da, o bir yurtsever olarak, küçük siyasi çıkarlar için hoyratlık yapamazdı. Yamadı ve yapmayacak da!..
Ankara'ya TBMM'ye gelince, ziyaretçilerin ardı arkası kesilmiyordu. Partisini anlatıyor, olanları anlatıyor, kırp dökmeden doğru yolu göstermek için çırpınıyordu.
Ülkesi ve partisi CHP'den sonra ömrünü verdiği Antalya'sında ise her saat başı bir toplantıda hemşehrileri ile buluşarak yorgunluk gideriyordu. Düğün, Nişan; Nikah, Cenaze, Baş sağlığı ziyareti, Asker uğurlama, ........ yaşamının ayrılmaz bir parçası oluyordu.
Yılmaz (Yılmaz Ateş), yarın filan yere gidiyoruz dediği zaman, proğramlar bir bir Metin (Metin Lütfi Baydar) ile birlikte yapılır; İsmail (İsmail Ünal), istanbul'a geliyorum dediğinde iş tamam olduğunu anlardı. İzmir'de bir başkası, Anadolu'nun bir başka köşesinde bir başkası. Yıllar süren bir mücadele ve dostluklar.

Ve yine bir TBMM'nin Avrupa (Avrupa Parlamenterler Asamblesi) toplantısı için gitmişti. Mevsimin yazdan güze, kışa geçtiği günlerde; Ortalıkta her yıl ortaya çıkan moda mikroplar kol gezerken, yorgunluğa meydan okuyarak Strazburg'dan dönmüştü. 
Sevgili Eşi, Can yoldaşı Olcay ise, canı gibi sevdiği, bir başka yaşadığı, bir başka tat aldığı Antalyasındaydı. Belki tamamlayamadığı bir kışlığını daha hazırlıyordu, pazardan aldıkları ile. 
Oğlu Prof Dr. Ataç Baykal ile gelini Prof. Dr.Nazife Baykal ise, günlük yorgunluklarını her gün tazeleyerek, Ankara'da ki evlerinde geçiriyordu; onur ile gurur ile. Kızı Aslı ise bir yandan Akademik, diğer yandan özel işleri ile bir başka koşturma içerisindeydi Antalya'da.

Soğuk bir Ankara sabahı başladı sıkıntılı süreç; hiç beklenmedik bir zamanda. Ve yaşam Mücadelesi, bu kez de Ankara İbn-i Sina Hastanesinde sürüyordu O'nun için; bağlasalar durmayacağı yoğun bakım ünitesinde. Gelenler, gidenler, arayanlar, soranlar, üzülenler, sevinenler arasında. Ama yaşamda böyle bir şeydi. Hani derler ya, "sen doğduğunda, herkes sevinirken, sen ağlıyordun!.." diye. Bu da öyle işte, bir insan can derdinde, başka bir insan ise geçmişin kişisel hesabı derdinde, bir başkası ise boşalır mı acaba yollar diye timsah gözyaşları ile timsah uykusunda. Ve o direniyor. Ve o yeniden, yeniden, yeniden yazılacak öyküler için konu olmaya hazırlanıyor. Ve o, kendisini uykusuz düneksiz bekleyen sevgili Olcay'ı kaygılanmasın diye, bir an önce evinin yollarını gözlüyordur. İlk gün Antalya'dan apar topar gelen Olcay Hanıma, "Sen, neden geldin ki, ben çıkınca gelirdin. Bi sorun yok ki!.." dediği gibi, sorunsuz evine dönüşünü bekliyordu şimdi.  Bütün güzel insanların, bütün güzel duygu ve düşünceleri ile, en içten duaları senin ile; 
Deniz, Bay kal!..
Kalk ve tez gel!..