Büyük Savaş
sonrası (1914-1918) ABD, artık bir dünya gücü olduğunun farkındaydı, ama o
günkü dünya şartlarında yayılmak çok manalı gelmemişti Bostonlu elitlere. Kaldı
ki ülkenin orta bölgelerinde yaşayanların umurunda bile değildi; ‘dünya gücü’
olmak. Amerika tekrar kendi sınırları içine çekilecekti 1920’lerde. Ne var ki
dünya artık ‘Amerikalı’ diye bir türü tanımıştı. Sakız, beysbol, hamburger,
otomobil, buzdolabı, gökdelenler ve elbette Hollywood...
O güne kadar
dünya jandarması İngiltere idi, biraz da Rusya özellikle Asya da ve Balkanlarda
işe dahil oluyordu, e Fransa da sıradaydı. Ama şimdi ‘Yankee’ denen bir tip
vardı, dünyayı geziyorlardı, maceraya bayılıyorlardı, bakımlı ve
yenilikçiydiler. Kısa zamanda ‘Amerikan rüyası’ denen şeyin doğru olduğuna tüm
dünyayı inandırmışlardı. Bu ülke devlet olalı, ancak yüzyıl geçmişti, ama
yüzlerce yıllık tarihi olan kadim medeniyetlere şimdi tur üstüne tur
bindiriyordu. Çin, Afrika, Latin Amerika, velhasıl her yer Amerikan yaşam
biçiminin hayranı olup çıkmıştı.
Avrupa gibi
klasik kalıpların içinde tıkanmış kalmış değillerdi, ne de geri kalmışlardı,
yani Ortadoğu veya uzak Asya veya Afrika gibi. Uygar yaşamın bütün nimetlerini
tadıyorlardı. Ülke içinde politik kulvarlar azalmış iki tane belli başlı olanı
kalmıştı: Demokratlar ve Cumhuriyetçiler. İlki biraz daha reformcu ve
yenilikçi, ikincisi muhafazakâr takılıyordu. Ama ülkenin çıkarları her iki
siyasi görüşün de ortak noktasıydı. Sorun ortada hala ‘Amerikalı’ diye tarif
edilebilecek bir halkın olmamasıydı. Evet bir ‘Amerikan tarzı’ hayat biçimi
vardı ama hala herkes kendi yolunda takılıyordu. İtalyanlar kendi aralarında ‘mafia’cılık
oynuyor, İrlanda ve Polonya kökenliler onlara karşı iyi-kötü polis rolünü
oynuyordu. Fransızlar güneyde kendi butik hayatlarını yaşıyorlar, Alman ve Rus
göçmenler demir-çelik fabrikalarının dişlilerini döndürüyordu.
Ama ülkenin
Doğu kıyısında başını Boston ve New York’un çektiği elitler başkent
Washington’a uzun gölgelerini çoktan düşürmüşlerdi. Dünyanın gidişatını iyi
okumuşlardı. Bu işin nereye varacağı çoktan belliydi Amerika pozisyonunu
gecikmeden almalıydı. Ülke içinde herkes dilediği gibi takılabilir, dilediğini
söyleyebilirdi, bir miktar Komünist ve Faşistin olması tehlikeli değildi, yeter
ki iyi denetlensinler. Toplumun geri kalanını götürü usulde kontrol edecek bir
mekanizmaya gerek vardı. Bu, yobazların başlattığı içki yasağı gibi bazı gerzek
uygulamalar olamazdı. Daha köklü daha kalıcı bir şeye gerek vardı.
Mesela
SAVAŞ!
Şartlar da
zaten onu hazırlıyordu. 1930lardan beri Japonya Asya coğrafyasını kaşıyıp
duruyordu. İlginç olanı ise bu harekatlar için başta petrol olmak üzere ham
madde ihtiyacını ABD’den karşılıyordu. Sovyetler Stalin’in elinde inleyip
duruyordu ama orada ki tehlikenin farklı olan yanı Komünizmin işçilere bir
-cennet- vaat etmesiydi. Üstelik bu cennet işi tutacak gibiydi. Tek Tanrılı
dinlerin öteki dünyada vaat ettikleri gibi hayali olmayabilirdi. Şimdilik
Stalin angutluk ederek bunu geciktiriyorsa da Komünizm yayılması öyle kısa
vadede duracak gibiye benzemiyordu.
Barış, ekmek,
hakça ezmeden ezilmeden düzen… Bunlar yeni ve çok etkili sloganlardı.
Ne var ki
Amerikan ahalisi kolay kanmıyordu, kendi kendilerine yeten bir düzen vardı. Ne
işleri vardı dünya sorunlarıyla, nasılsa herkese mal satabiliyorlardı. Ama bu
işler kot kafalı birkaç zenginin aklıyla yürümezdi. Ülkede ki kitleleri ayağa
kaldıracak bir mekanizmaya ihtiyaç vardı. Çünkü artık nerdeyse her evde bir
radyo, buzdolabı ve hatta otomobil vardı. Gangsterlerle olan savaş kazanılmıştı.1930ların
sonunda Amerika refahın dibini yaşıyordu ya sonra ne olacaktı. Avrupa
kaynıyordu, Adolf Hitler, yaşlı kıtanın yeni egemeni olmak üzereydi. Üstelik
Amerika da ki hayranlarının sayısı da etkinliği de oldukça fazlaydı.
Avrupa demek
Amerika demekti, ne kadar reforme etseler de Avrupa yaşam biçimi Amerikan
rüyasının en temel taşıydı. Ve bu yüzden de Avrupa da it dalaşına
katılamıyorlardı. Ama şu Uzakdoğulu samuraylar yakında bir belaya neden olacak
gibiydiler. Bu çekik gözlü çocuklar kıta Avrupa’sında Almanya ile pek sıkı
fıkıydı. Kim bilir Japonya diye sağ gösterip ani bir sol kroşe ile Almanya
devreden çıkabilirdi. Öyle de olacaktı.
Samuraylar 1941, 7 Aralık günü Amerikan Havai de ki deniz üssü Pearl baskınıyla
Washington’a istedikleri kozun alasını vermişlerdi.19145 2 Eylül günü ABD,
artık dünya jandarmalığı rolünü üstlenmişti, tek rakibi aynı zamanda tüm ulusun
korktuğu ve karşısında kilitlendiği Sovyetler birliği olacaktı.
Mekanizma iyi işlemişti.
Yaklaşık 50 yıl boyunca...
Ya şimdi ve sonra 2050’lere giden zaman
diliminde yeni hedef ne olacak…
Sizce hangi
Amerikalı çirkin…
En
iyisi gelin şu Marlon Brando’nun filmini izleyin.