Türkiye’de kutuplaşmanın boyutları giderek artmaktadır. Bazı liderlerin kendisine uzak gördüğü siyasi parti taraftarlarını “ötekileştirerek…” Kendi taraftarlarını ise kutuplaştırarak oy devşirmeye çalışması; bu ayrıştırmayı körüklemektedir.

Özgürlüklerin hukuk ile garanti altına alındığı çağdaş ülkelerde; ifade ve fikir özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü, basın açıklaması, siyasi pozisyonlara aday olabilme gibi evrensel haklar, uyduruk gerekçelerle kısıtlanmaz. Hatta önündeki engeller kaldırılır. 

Örnek verecek olursak; Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın, “gözaltına alınış biçimi ve ardından gözaltı gerekçesinin dışında suçlanarak tutuklanması”, toplumu gereksiz yere yeniden germiş ve karmaşaya neden olmuştur. Toplumun genleri ile fazla oynamamak gerekir.

Her türlü baskıcı yol ve yöntemlere başvurulan ülkelerde; otoriter/totaliter anlayışın egemen olması toplumda, gerginlik ve korku iklimi oluşturmaktadır.  Ve böylece çeşitli farklılıklar bahane edilerek vatandaşlar birbirlerine düşman haline getirilmektedir. Voltaire’in; "Fikirlerinize katılmıyorum ama fikirlerinizi özgürce söylemek özgürlüğünüzü sonuna dek savunacağım" sözü ile özgür düşünceyi ve cumhuriyetçiliği desteklemiş bir düşünce insanı olan Victor Hugo'nun; 

"Toplumu eleştirmek değil, eksikliklerini gidermek için çabalamak gerekir. Hiçbir ordu, vakti gelmiş bir fikir kadar güçlü değildir" sözleri hala geleceğe ışık tutan sözlerdir.

Hoşgörüsü ile tanınan, rahmetli Süleyman Demirel ile ilgili bir olayı Yaşar Topçu anlatmış: “Antalya’nın bir ilçesinde vatandaşın birisi kahvehanede size hakarette bulunmuş, ağır – galiz sözler söylemiş. Vatandaşı tutuklamışlar. Mahkeme, “Şikayetçi misiniz?” diye soruyor” şeklinde durumu kendisine açtım. 

Demirel dedi ki; “bu hâkim ve savcı arkadaşlar da bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar. Başbakana hakaret etti diye bir vatandaş tutuklanır mı?” Biz burada oturuyoruz, haberimiz olmuyor. Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, canını sıkmışız ki bize galiz küfürler etmiş” dedi.  Ve bana dönerek, “Hemen Antalya’ ya, o ilçeye git ve o vatandaşı hapisten çıkar, tahliye et gel. Sevaba girersin” dedi.

Şimdi eğri oturalım, doğru konuşalım! Şimdiki liderlerde bu hoşgörü var mı? Ya da düşündüren ve güldüren fıkralarla siyaset… Peki, ne var? Siyasetçilerin yanlış yönlendirmeleri neticesinde “siyasal duygusal kutuplaşma”, “siyasal dincilik ve mezhepçilik” ya da “siyasal kabilecilik…” Bu durum, insanları birbirinden soğutarak aralarına duvarlar örmektedir.

Her olayda birbirimizi suçluyoruz. “Sen suçlusun”, “hayır sen daha çok suçlusun!” Birlikte sevindiğimiz, birlikte üzüldüğümüz olay sayısını kaç kişi hatırlayabiliyor? Örneğin; milli voleybolcuların başarısını gölgeleyerek kıyafetleri konusunda tartışmaya giriştik! Depremlerde acımızı yekvücut yaşayamadık, birbirimizi suçladık! En son Bolu’da otel yangınında 78 canımızı kaybettik. Yine karpuz gibi ikiye bölündük! “Belediye suçlu! Bakanlık suçlu!” Acımızı milletçe birlikte paylaşamıyoruz. Hukukun olduğu yerde kim suçlu ise gereği yapılır. Kayırma ya da olayı saptırma olmaz.

Ayrışmada ve ötekileştirmede sadece siyasetin değil, medyanın da etkisi çok büyüktür. Partilere yakın olan ve onlar tarafından finanse edilen gazete ve televizyonların varlığı, halkın ayrışmasını körüklemektedir. Çünkü vatandaş, inandığı partinin bilgi kaynaklarının daha doğru olduğuna inanmaktadır. Tıpkı Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels’in “Büyük Yalanlar” kitabında olduğu gibi. 

Sosyal medya da aynı çizgide…. “Bizimkiler ve ötekiler…” İnsanlar kendi gibi düşünenleri beğenirken veya övücü yorum yaparken; karşı fikirlere her türlü hakareti yapmaktan çekinmiyor.

 Televizyonlarda ise “sözde” tartışma programlarında, “alo Fatih” ile talimatlandırılmış bir takım zevat; fikirlerini açıklayıp halkı bilgilendireceği yerde, avazı çıktığı kadar bağırıp çağırıyor. İşleri ve görevleri malum: “Tetikçilik…”

Bir diğer sorumlu ise sessiz kalan ve haklarını kullanmaktan korkan veya çekinen toplumdur.  Ne demokratik kurallar çiğnenirken ne hukuk kurallarına uyulmazken ne de adalet ve özgürlüklere set çekilirken sesini çıkarmayan halk; ekonomik sıkıntılar mutfağı yangın yerine çevirince derin uykudan uyanmış ve feryat etmeye başlamıştır.

Çare nedir? Çare, Türk milletinin kendi ellerindedir. Türk milletinin mahkûm edildiği pasif rolden kurtulup, “Yeter Söz Milletin” sloganı ile ipleri kendi ellerine alması gerekmektedir. Çünkü hangi dine, mezhebe, etnik guruba, siyasi ideolojiye sahip olursak olalım, “Biz Birlikte Türk Milletiyiz.”

Benzerliklerimiz yanında farklılıklarımız da olacaktır. Farklılıklarımızı zenginliğe çevirme yolunu mutlaka bulmak zorundayız. Siyasetçilerin aramıza soktuğu sosyal mesafeyi kaldırmak ve ortak değerlerde buluşmak; ülkemiz ve devletimizin bekası için gereklidir. 

Osmanlı'nın kuruluşunda ve Anadolu'nun Türkleşmesinde etkisi olduğu belirtilen Hacı Bektaş Veli, "Bir olalım, iri olalım, diri olalım.", "İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.", " İyiyi ve kötüyü seçen akıldır" demiştir. Aklımızı kullanalım! Haksızlıklar karşısında susmayalım!

“Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek!”